İttihat ve Terakki'nin Kürd politikaları

  • 29.07.2013 00:00

İttihat ve Terakki'nin Kürd politikaları

 İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) Kürd politikasını İTC’nin ideoloğu sosyolog Ziya Gökalp oluşturmuştur. Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908’den sonra Ziya Gökalp’in ilk işi Diyarbakır’da Milan (Milli) aşiretler topluluğunun reisi Hamidiyeci İbrahim Paşa’nın hegemonyasını kırmak için Diyarbekir’de İTC’nin şubesini açmak ve paşaya karşı gönüllüler toplamak olmuştu. Ardından Diyarbakır’da yayımlanan Peyman gazetesine Kürd aşiretleri hakkında makaleler yazmaya başladı. Bu makalelerde Türklük ve Kürdlük meselesinin nasıl ele alındığını şu cümlelerinden anlamak mümkün: “Köylülerimiz çoğunlukla Kürd kavmine mensup cahil ve aşiret ahlakıyla davranır (...) Kürdler vatan ve millet hissinden tümüyle mahrumdur. Kürd köylüsü genel bütçeye katkının şerefini bilmediği için vergi vermek istemez. Vatanı köy ya da aşiretten ibaret sandığı için askerlikten kaçar (...) Bu hastalık, uygun sosyal tedavi yöntemleriyle iyileştirilebilir.” 


Habis urdan iyi huylu ura


Ziya Gökalp Kürdlerin sosyolojik durumunu ‘hastalık’ olarak tarif etmişti ama kendi ifadesine göre Kürdleri ‘cerrahi bir operasyon ile milli bünyeden kesip atmak mümkün olmadığı için’, ‘temsil ve isticnas (asimilasyon ve benzetme) yoluyla’ bu ‘evram-ı habise (zararlı urları) bir münasip tedavi tatbikiyle zehirden ve vehametten (tehlikeden) tecrid ederek (soyutlayarak) evram-ı selime (iyi huylu ura) haline getirmek’ yoluna gitmek lazımdı. 

Ziya Gökalp’in bulduğu ‘sosyal tedavi usulleri’ arasında Kürdlerin göç yollarının tespit edilip bunların zamanla daraltılması, mahkeme üyelerinin bölge halkından seçilmesi, arazi sahiplerinin memuriyete alınmaması, mahkemelerde (Kürdler Türkçe konuşmak zorunda kalsın diye) davalıların bizzat hazır bulunmasının mecbur kılınması, Kürdleri eğitmek için köy okullarının kurulması vardı. Ancak bu düşüncelerin ‘kuvveden fiile geçirilmesi’ ancak İTC’nin iktidara tamamiyle el koymasını sağlayan 23 Ocak 1913’teki Babıâli Baskını’ndan sonra oldu. 

Ziya Gökalp’in anketi


Mart 1913’te Aşâir ve Muhâcirîn Müdüriyet-i Umûmisi (AMMU, kısaca Aşiretler ve Göçmenler Müdürlüğü) kuruldu, 13 Mayıs 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi çıkarıldı. Temmuz 1914’te Ziya Gökalp tarafından hazırlanan bir anket tüm Kürd bölgelerine gönderildi. 68 soruluk ankette Kürd toplumunun ve aşiretlerin yapısına (aşiret reisinin isimleri, yaşadıkları bölgeler, aşiret hiyerarşisi içindeki yerleri, seçilme biçimleri, aşiretlerin demografik, askeri ve coğrafi gücü, kullanılan diller, lehçe farkları, aşiretlerin dostları, düşmanları, geçmişte katıldıkları isyanlar, Hamidiye olup olmadıkları vb.) ilişkin 29 soru, dini organizasyonlarına (şeyh, molla gibi dini şahsiyetlerin isimleri, bağlı oldukları halifeler, bu kişilerin zaafları, diğer tarikatlar ve dinsel gruplarla ilişkileri, devletle ilişkileri vb.) yönelik 19 soru, iktisadi organizasyonlarına (aşiretlerin geçimlerini nasıl sağladıkları, ticari ilişkileri, aşiret reislerinin kapitalist eğilimleri olup olmadığı vb.16 soru vardı. Dört soru ise bölgedeki her türlü topografik oluşumun ve yerleşim yeri adlarının, Kürd tarih ve etnografyasına, örf ve âdetlerine dair her türlü bilgi ve belgenin derlenmesine dairdi. 

Anketin bölgelerdeki devlet birimlerinin yetkilileri ile Kürdler ve aşiretler hakkında bilgisi olanlarca doldurulması isteniyordu. Anketle birlikte Kürd aşiretleri haritalanacak, böylece aşiretlerin konaklama ve ‘cevelangâhları’ (dolaşma yerleri) belirlenecekti. Ayrıca Kürdlük ile ilgili her türlü materyalin, orijinalinin ve kopyalarının toplanıp İstanbul’a gönderilmesi isteniyordu. 

Bu anket yapılırken Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. 1915’te ‘Ermeni Meselesi’ Kürd çeteleri, başıbozuklarının da yardımıyla ‘halledildikten’ sonra, sıra Ziya Gökalp’in terminolojisiyle ‘Kürdleri medenileştirmeye’ gelmişti. Ancak savaşla birlikte bu işin başarılmasını zorlaştıran yeni bir durumla karşı karşıyaydı İTC: Doğu sınırları Rusya ve İran’dan (özellikle Van ve Urmiye Gölü arasındaki bölgeden) gelen Kürd asıllı Müslüman muhacirlerin akınına uğramıştı. 

1916 Ocak ayında Batı vilayetlerine yollanan bir telgraf, mülteci durumundaki Kürdlerin Anadolu’nun batı bölgelerine sevklerinin düşünüldüğüne dair ipuçları içeriyordu. Telgrafta “Nerelerde ne kadar Kürd köyleri vardır. Nüfûsları mikdârı nedir? Lisân ve âdât-ı asliyelerini muhâfaza ediyorlar mı? İştigâlleriyle Türk köylü ve köylerine münâsebetleri ne derecededir?” gibi sorulara acil cevap isteniyordu. 

Mayıs ayında Talat Paşa Kürdlere uygulanacak İttihatçı politikayı vali ve mutasarrıflıklara üç tamimle bildirdi. İlk tamim Diyarbekir, Sivas ve Mamuretülaziz ve Erzurum gibi Rus işgalindeki bölgelerin sınırındaki vilayetlere gönderilmişti. İkinci tamim, Musul, Urfa, Maraş ve Ayıntap (Gaziantep) gibi ‘Kürdlerin yoğun olduğu’ diye tarif edilen vilayetlere gönderilmişti. Üçüncü tamim ise Ankara, Eskişehir, Konya, Hüdavendigâr (Bursa), Kastamonu, Tokat, Kayseri, Niğde ve Kütahya gibi ‘Türklerin yoğun olduğu’ diye tarif edilen vilayet ve livalara gönderilmişti. 

Yüzde 5 usulü


Tamimlerde her iki bölgedeki Türk nüfusun yerinde tutulması ve/veya güçlendirilmesi, Kürd nüfusun seyreltilmesi, göçertilecek Kürdlerin Türk nüfusun yüzde 5’ini geçmeyecek şekilde Türk bölgesine serpiştirilmesi ve nihayet göçertilen Kürd nüfusun hiçbir şekilde asıl memleketine iade edilmemesi isteniyordu. 

İttihatçıların asimilasyon programının en önemli unsurlarından biri de aşiretlerin liderlerinin (telgraflardaki dille ‘rüesanın’) aşiretten ayrı bir yere iskân edilmesiydi. Hatta 4 Mayıs 1916’da Urfa, Maraş ve Ayıntap’a yollanan telgrafta ‘rüesa’ ailelerinin de 2-3 kişilik birimlere bölünerek bu livaların kuzeyinde bulunan Türk köylerine dağıtılması, bu kişilerin birbirleriyle ve aşiret mensuplarıyla ilişkilerinin kesilmesi isteniyordu. 
Bütün bu ‘nüfus hareketleri’ (Ekim 1916’da 659 bin, Aralık 1917’de 1.077.155, Mart 1918’de 1,5 milyon mülteci vardı ancak bunun ne kadarının Kürd olduğu bilinmiyor) İstanbul’dan günü gününe takip edildi. Ancak devletin kayıtlarında hiçbir zaman açıkça yer almadı. Yapılan işler değişik adlar altında perdelendi. Savaşın Osmanlı İmparatorluğu ve müttefiklerinin yenilgisiyle bitmesi yüzünden İTC’nin başlattığı ‘Kürdleri asimile etme’ işini tamamlamak Kemalistlere kaldı. 

Meşahir-i Meçhuleden: Habil Adem


İttihatçıların ‘Kürd çalışmaları’ için görevlendirdiği kişi yazılarında ‘Habil Âdem’ adını kullanan Naci İsmail (Pelister) adlı ilginç bir şahsiyetti. Doğum tarihi ve ailesi bilinmeyen Habil Âdem’in eğitimi konusunda çelişkili bilgiler vardı. Kendi ifadesine göre elektrik mühendisi olmak için gittiği Almanya’dan felsefe doktoru olarak dönmüştü. Kendisiyle 1932’de tanışan Abidin Nesimi’nin deyimiyle ‘Meşahir-i Meçhule’ (tanınmayan ünlüler) grubunun en mümtaz örneklerinden biri olan Habil Âdem, Almanca, İngilizce, Fransızca ve Macarca biliyordu. Almanya’dan döndükten sonra İttihatçı karşıtı Mevlanzade Rıfat Bey’in Serbesti gazetesinde çalışmıştı. 1908 sonrasında Emniyet Umum Müdüriyeti’nin (EUM) Yahudilerin eline geçmesinden endişe eden Talat Paşa’nın, EUM’un üst kadrolarına atadığı 13 ‘Müslüman memur’ arasında Habil Âdem de vardı. Çok dil bildiği için EUM’un çeviri bürosunda görevlendirilmişti. İTC’nin ‘Halaskâran Hareketi’ tarafından iktidardan uzaklaştırıldığı 1911 ve 1913 arasında birazdan anlatacağım bir olaydan dolayı yurtdışına gitmiş, 1913’ten sonra da AMMU’da Türkmenler Şubesi’nde etnik konularla ilgili kitapların çevirisi ile görevlendirilmişti. 

‘İlmi kitaplar’


Habil Âdem, 4’ü 1916 yılında olmak üzere 12 eser kaleme aldığını iddia eder. (Fuat Dündar, bir kişinin bu kadar kısa sürede her biri farklı konuda, uyduruk bilgilerden oluşsa da 12 kitap yazmasının imkânsızlığına dikkat çekerek bu kitapların İttihatçıların etnik politikalarına ‘ilmi kılıf’ uydurmak için 1917’de AMMU bünyesinde kurdukları Encümen-i İlmiyye Heyeti tarafından yazıldığını düşünür. Heyette İttihatçı sosyolog ve etnologların yanı sıra Alman uzmanlar da görev yapıyordu. 

Nitekim bu eserlerle Habil Âdem’in ismi geçmiyor ya da çevirmen olarak geçiyordu. Yazarların adları ise Prof. Cons Mol, Prof. Libah (Habil’in tersi), Dr. Frayliç, Mühendis Rolig, Bokkert, Prof. Vayt gibi uydurma isimlerdi. 

Habil Âdem kitaplarında neden uydurma adlar kullandığını 1923 yılında yayımladığı ‘Ankara ve Avrupa Siyaseti’ adlı kitabında (günümüz Türkçesiyle) şöyle açıklayacaktı: “... On sene önce yayımladığım çeşitli eserlerde savunduğum konuların birer birer gerçekleştiğini görüyorum. O zamanın tehlikeli ve kararsız hükümeti karşısında yeni düşüncelerin yeni anlayışların yayımlanması güç idi. (...) ve nihayet kendi şahsımı ortadan kaldırmaktan başka çare bulamadım. O zaman kendi eserlerimi hayali birer Avrupalı yazara atf eyledim. Kamuoyunun etkilendiği bilfiil sabit olan 12 eser yayımladım. Hepsinde de ben çevirmen durumunda idim. Çevirmenin fikirler üzerinde ne etkisi olabilirdi? Hiç!.. İşte bu hiçtir ki bugünkü ilmin oluşmasını mümkün kıldı. En muğlak, en çetin konular en açık ve kesin bir şekilde yazdırabildi.” 

İtalya sürgünü


Abidin Nesimi’ye göre, bu kitaplardan biri olan ve yazarı Prof. Cons Mol olarak belirtilen ‘Londra Konferansındaki Mes’elelerden: Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı? Yaşamayacak mı?’ adlı kitap yayımlandığında Alman Sefiri Talat Paşa’yı ziyaret etmiş ve Almanya’da böyle bir profesör olmadığını söylemişti. Bunun üzerine Talat Paşa, Habil Âdem’i çağırmış, Habil Âdem de profesörün Alman değil Macar olduğunu, metnin de kitap değil bir konferans kaydı olduğunu iddia etmişti. Talat Paşa buna inanmış görünmüş ancak Türk-Alman ilişkilerinin bozulmaması için bir süreliğine ülkeden ayrılmasını istemişti. Habil Âdem de İtalya’ya gitmişti. 

Habil Âdem beş parasız çıktığı sürgünü paraya tahvil etmek için İtalya’nın kanatları altındaki Arnavutluk’un taht kavgalarına karışmış, uzak akrabalık vesilesiyle Arnavutluk kralı olma hevesindeki Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın kral olabilmesi için gerekli sahte soyağacı belgesini imal etmiş, belgeyi Vatikan arşivine yerleştirmeyi bile başarmıştı. Sahte belgenin kamuya açıklanması siyasi çalkantılara neden olunca, Talat Paşa, Habil Âdem’i İstanbul’a getirmişti. Bu olayların 1911-1913 arasında olması büyük olasılıktı. 

Kürdlerin dili


1917’de kurulan Encümen-i İlmiyye Heyeti, imparatorluktaki etnik, dinsel ve sosyal gruplara ilişkin bir dizi kitabın yanı sıra, 1918 yılında Osmanlı döneminin Kürdler hakkındaki ilk ve son kitabı olan Kürdler, Tarihi ve İçtimai Tedkik’i yayımladı. Kitabın yazarı ‘Berlin Şark Akademisi profesörlerinden Dr. Friç (Fritz)’, çevirmeni Habil Âdem olarak belirtilmişti. Halbuki kitabın ana bölümleri daha önceden AMMU’nun ahileri incelemekle görevlendirdiği Zekeriya (Sertel’in) İçtimaiayyat adlı dergisinde, 1917 yılının ağustos ve eylül aylarında iki bölüm halinde yayımlanmıştı. Bu iki yazıda da yazar adı yoktu. 

Kitapta Dr. Friç, Kürd diye bir milletin olmadığını, Kürdlerin tarihte hiçbir ciddi rollerinin bulunmadığını, hatta kendilerine ait bir dillerinin bile olmadığını güya ‘ilmi’ bir dille anlatıyordu. Örneğin Dr. Friç’e göre Kürdçe toplam 8.428 kelimeden ibaret olup bu kelimelerin 3.080’i ‘Türk (eski Türkmen)’, 2.000’i ‘Arap (yeni lisandan)’, 1.030’u ‘Farisi (yeni edebiyattan)’, 1.240’ı ‘Zen’, 370’i ‘Pehlevi (eski)’, 220’si ‘Ermeni’, 108’i ‘Keldani’, 60’ı ‘Çerkes’, 20’si ‘Kürdçeden (eski lisandan)’ geliyordu. Böylece gerçek Kürdçe kelime sayısı 300’e kadar indiriliyordu. Ancak yazarın yanına Türkçe olduğunu belirtmek için (T) harfi koyduğu kelimelerin sayısı 575 adetti. Yani uydurma yazar (Habil Âdem) uydurma bilgilerde bir tutarlılık sağlamaya bile gerek görmemişti. Aynı şekilde, AMMU’nun 1918’de yayımladığı Beynelmilel Usulü’t Temsil, İskân-ı Muhacirin (Uluslararası Asimilasyon Yöntemleri, Göçmenlerin Yerleştirilmesi) adlı kitabın künyesinde aynı isim ‘Prusya Müstemleke Nezareti memurlarından Dr. Friç’ olarak boY gösteriyordu. 

Ancak bu ‘sahte ilim’ üretiminden maksat hasıl oldu ve bu ‘sözde’ Dr. Friç’in Kürdler ve Kürdçe hakkındaki uydurma yargıları, neredeyse tüm Cumhuriyet tarihi boyunca, Kürdleri yok saymak, küçümsemek, hakaret etmek ihtiyacı her doğduğunda “Ama Alman bilim adamı Dr. Friç diyor ki…” diye başlayan cümlelerle ısıtılıp ısıtılıp önümüze kondu, hatta hâlâ da konmaya devam ediyor. 

İTC’li olup olmadığı bilinmeyen ancak hayatındaki bütün iniş çıkışlar İTC’yle paralel olan Habil Âdem’in 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonraki hayatı da çok ilginç ancak yer sorunu yüzünden kısa bir özeti ancak internet nüshasına koyabildim. 

ÖZET KAYNAKÇA: Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi, İletişim Yayınları, 2008; Hamid Bozarslan, “M. Ziya Gökalp”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C.I, Tanzimat ve Meşrutiyet, Editör: Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları, 2003, s. 314-319; Şevket Beysanoğlu, Ziya Gökalp’ın İlk Yazı Hayatı, Diyarbakır Tanıtma Derneği Yayınları, 1956; Mustafa Şahin-Yaşar Akyol, “Habil Adem Ya da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında”, Toplumsal Tarih, S.11, Kasım 1994, s. “Habil Adem Ya da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında II”, Toplumsal Tarih, S.12, Aralık 1994, s. 17-23; Ali Birinci, “Hâbil Âdem Pelister Hakkında”, Toplumsal Tarih, S. 19, Temmuz 1995, s. 54-55; Cüneyt Okay, “Hâbil Adem’e Dair Bazı Notlar”, aynı yerde, s. 56-57; Abidin Nesimi Fatinoğlu, Yılların İçinden, Gözlem Yayınları, 1977; Alişan Akpınar, “Bir Sahtekarlık Hikayesi ya da Kürtlerin Asimile Edilmelerine İlk Adım”, http://kurd-tarihi.blogspot.com/2009/10/bir-sahtekarlk-hikayesi-ya-da-kurtlerin.html; Dr. Fritz, Kürtlerin Tarihi, Çevrimyazı: Sinan Şanlıer, Hasat Yayınları, 1992.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums