160 yıllık mesele: Harf İnkılabı

  • 6.11.2022 17:47

“Türk ulus-devleti”nin inşası sürecinde “Kemalist devrimler” diye kodlanan bir dizi modernleşme girişimi kilit öneme sahiptir. Bunlardan biri de bugün popüler kültürde “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamamamıza” neden olduğu ileri sürülen, 1 Kasım 1928 tarihinde kanunu kabul edilen “Harf İnkılabı” idi.

Yaygın kanı, Arap harflerinden Latin harflerine dönüs¸ün, Mustafa Kemal’in modernles¸me hamleleriyle ilintili oldugˆu yolundadır; evet böyledir ama Arap alfabesinin reforma tabi tutulmasını ilk dile getiren, son Osmanlı Maarif Nazırlarından Münif Pas¸a idi. Münif Pas¸a, 1862’de Cemiyet-i I·lmiye-i Osmaniye’de yaptıgˆı konus¸mada, Arap harflerinin Türkçenin grameri için yetersiz oldugˆunu, bu yüzden Arap alfabesine yeni is¸aretler eklenmesini ve harflerin birbirinden ayrı yazılmasını (hurûf-ı munfasıla) önermis¸ti.

1863’te bu sefer Azerbaycanlı “yeniles¸meci” Feth Ali Ahundzade, Sadrazam Keçecizade Mehmed Fuad Pas¸a’ya benzer bir teklifte bulundu ama kabul ettiremedi. Aradan 16 yıl geçti, 1879’da Latin ve Yunan alfabelerinden esinlenerek yeni bir Arnavut alfabesi hazırlayan S¸emseddin Sami Bey, benzer bir reformun Osmanlıca için de yapılmasını önerdi.

Bu önerilerin altında, alfabeyi kolaylas¸tırmakla, cehaletin ortadan kalkacagˆı düs¸üncesi, yazının degˆis¸tirilmesinin Osmanlı I·mparatorlugˆu’nun gerilemesinin altında yattıgˆı öne sürülen Şarklılıkla mücadelede önemli bir kös¸e tas¸ı oldugˆu inancı ve en azından bazıları için, Türk milliyetçiligˆiyle birlikte iyice belirginles¸en Arap düs¸manlıgˆı yatıyordu.

Enver Elifbası

Münif Pas¸a’nın 1862’de gündeme getirdigˆi harflerin ayrılması önerisi, 1911’de Milaslı I·smayıl Hakkı Bey tarafından benimsendi ve Hakkı Bey’in öncülügˆünü yaptıgˆı Islah-ı Huruf Cemiyeti’nin yayın organı Teceddüt (Yenilenme) gazetesinde kamuya duyuruldu. 1913 yılında Balkan Savas¸ları sürerken, I·ttihatçı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey’in Tanin gazetesinin birinci sayfasındaki yeni yazı denemeleri is¸te bu tartıs¸maların sonucuydu. Habere göre, Harbiye Nazırı Enver Pas¸a, kendi dairelerinde yeni yazının kullanılmasını emretmis¸ti. Ayrıca I·çtihat dergisinde Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri (I·leri); Hürriyet-i Fikriye dergisinde Kılıçzâde Hakkı Bey gibi yazarlar bu giris¸imi destekleyen yazılar kaleme almıs¸lardı. Ancak, Harbiye Nezareti’nde görevli kurmay subaylardan I·smet (I·nönü), Enver Pas¸a’ya şöyle demişti:

Pas¸am, yaptıgˆınız büyük bir inkılaptır. Ancak memleketin genç zabitleri ihtiyat subayı olarak bulunuyorlar ve kes¸iftedirler. Harfler öyle tek tek yazılırsa kes¸if raporları çok gecikir. Oysa kes¸if raporlarının hemen ulas¸ması lazımdır. Bu bakımdan bu büyük eserinizi zaferden sonra tatbik etmek üzere s¸imdilik erteleseniz?

Bir bas¸ka subay, Mustafa Kemal de benzer düşünüyordu:

Peki, güzel! I·yi bir niyet; fakat yarım is¸, hem de zamansız. Harp zamanı, harf zamanı degˆildir. Harp olurken harfle oynamak sırası mıdır? (...) Bu s¸imdiki s¸ekil hem yazmayı hem okumayı hem de anlamayı, dolayısıyla anlas¸mayı eskisinden fazla geciktirir ve güçles¸tirir. Hız isteyen bir zamanda böyle yavas¸latıcı, zihinleri yorup s¸as¸ırtıcı bir tes¸ebbüse geçmenin maddi, amelî ve millî ne faydası var? Sonra da mademki bas¸ladın, cesaret et s¸unu tam yap, medeni bir s¸ekil alsın!

Falih Rıfkı Atay, ileriki yıllarda Çankaya’da şöyle diyecekti:

Eğer harp çıkmasaydı, bu acayip yazı umumileşecek miydi? Hiç zannetmiyorum. Hepimiz gülüyorduk. Fakat Enver Paşayı da denemesinden alıkoymak mümkün değildi. Enver Paşa bir vatansever ve muhafazakâr tipte bir ıslahatçı idi. Bu yazı da onun kabalığı nevinden bir icaddır. Fakat ilk yenileşme ve garplileşme hareketinden beri duyulagelen bir ihtiyacın ne kadar derinleştiğini gösterir. Bu bir fantazya değildi. Ciddi bir şeydi.

Zamanın Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin de bu koroya “I·lim emirle olmaz,” diyerek katılması üzerine, çes¸itli kesimlerce “Hatt-ı Cedîd”, “Hatt-ı Enverî”, “Ordu Elifbası”, “Enver Elifbası” veya “Alman Yazısı” gibi isimlerle anılan bu yeni alfabe, ordu içinde haberles¸mede bir süre kullanıldı ama is¸leri kolaylas¸tırmada bir avantaj sagˆlamadıgˆı için ömrü kısa oldu.

Mustafa Kemal’in suskunluğu

Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in iddiasına göre, Erzurum Kongresi’nin arifesinde, 7-8 Temmuz 1919 gecesi, Mustafa Kemal ileride yapacagˆı is¸leri kendisine not ettirmis¸ti. Bunlar arasında Arap alfabesinden Latin alfabesine geçmek de vardı. Çünkü Türk dilinin sekiz sesli harfe ihtiyacı olduğu halde, Arap alfabesinde ancak üç sesli harf vardı. Arap harflerinde büyük ve küçük harfler tamamen farklı biçimlerde yazılıyordu. Gerçekten de Arap alfabesi için matbaalarda tertip kasalarının 612 ayrı şekli olmak zorundaydı. Oysa Latin alfabesiyle büyük, küçük harf ve rakamlar için 70 hurufat yeterliydi. Buna karşılık Arap harfleri, resim, fotoğraf gibi görsel sanatların gelişmediği bir toplumda, kaligrafi sanatına konu olarak estetik bir değer taşıyordu.

Halide Edip (Adıvar) Hanım’a göre de Mustafa Kemal, 1922’de kendisine Latin harflerinin kabulünden söz etmis¸ti. Ancak ilginçtir, Mustafa Kemal ve arkadas¸ları, yeni Türkiye’nin kurulmasından sonra harf inkılabı konusunda hevesli görünmüyorlardı. Örnegˆin Kasım 1922-Temmuz 1923 tarihleri arasındaki Lozan Barıs¸ Görüs¸meleri’nin kesintiye ugˆradıgˆı 17 S¸ubat 1923’te, Batı dünyasına liberal selamlar göndermek için alelacele toplanan I·zmir I·ktisat Kongresi sırasında, I·zmirli is¸çi delegesi Ali Nazmi, 1908’de Arnavutluk’ta, 1922’de Azerbaycan’da Latin alfabesinin kabul edilmesinden esinlenerek, Türkiye’de de benzer bir atılımın yapılmasını önerdiğinde

Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa uzun konuşmasında Azerbaycan'da ve Arnavutluk'ta Latin harflerinin kabul edilmesinin büyük "felaket" olduğunu; "Türkçenin [Osmanlıcanın] yazısı gayet zordur ve öğrenilemez," şeklindeki propagandanın aslında yüzyıllardır “Bizi kemirmek isteyen ve maatteessüf içimizde tebaa-i sadıka diye asırlarca yaşayan herifler tarafından zer edilen ve şeytankarane olan bu fikirler” olduğunu, bunların I·slam âlemini parçalamak isteyen Batı mens¸eli bir düs¸ünce oldugˆunu; oysa Arap harflerinin I·slam harfleri oldugˆunu ve Türk ırkına maloldugˆunu söylemis¸ti. I·çtihat dergisinde Kılıçzâde Hakkı Bey, üç makaleyle Pas¸a’ya cevap verdigˆinde Mustafa Kemal, bu tartıs¸maya hiç katılmamaya özen göstermis¸ti.

1924 yılının bas¸ında, halifelik makamının kaldırılmasına desteklerini sagˆlamak için I·stanbul gazetecileri ile I·zmir’de bir araya gelen Mustafa Kemal’e, 1913’te Enver Pas¸a’nın harfleri ayırma önerisine destek veren Hüseyin Cahit Bey “Latin yazısının ne zaman kabul edilecegˆini” sordugˆunda, Mustafa Kemal bu sorudan rahatsız olmus¸tu. Aynı s¸ekilde 1924 bütçe görüs¸meleri sırasında I·zmir Milletvekili S¸ükrü (Saraçogˆlu) Bey, halkın okuma yazma bilmezligˆinin tek nedeninin Arap harflerinin kullanılması oldugˆunu söyledigˆinde de Mustafa Kemal’den ses çıkmamıs¸tı. Aynı yıl, Berlin’deki Türk ögˆrenciler “Yeni Harfler Birligˆi” adlı bir dernek kurmus¸, bütün Türk illeri için Latin harflerinin kabulünü istemis¸ ve Yeni Yazı adlı bir de dergi çıkarmıs¸lardı; ancak bunlar Ankara’da bir hareket yaratmamıs¸tı. Mustafa Kemal, suskunlugˆunu Ahmet Cevat (Emre) Bey’e s¸öyle gerekçelendirmişti:

Egˆer ben size “Bu meseleyi ancak son senelerde düs¸ündüm,” dersem sakın inanmayınız. Ben ta çocuklugˆumdan beri bu davayı düs¸ünmüs¸ bir adamım. O toplantıda [gazetecilerle I·zmir’de bulus¸masını kastediyor] vermis¸ oldugˆum gayri kat’î cevabımı anlamak isteyenlere s¸u izahı vermek isterim: Ben basit bir adamım, yani ben düs¸ündüklerimi önce milletimin arzusunda, ihtiyaç ve iredesinde görmeyi s¸art sayan ve bunu gördükten sonra ancak tatbiki ile kendimi mükellef bilen bir adamım. Her insanın, mensup oldugˆu içtimaî heyet (toplum) için düs¸ündügˆü bir fikir olabilir. Fakat sagˆını solunu dinlemeden söylenmis¸ sözler, benim telâkkime (anlayıs¸ıma) göre, uzun uzun ve derin denemelerle incelenmedikçe fiil sahasına çıkamazlar. Her içtimaî is¸te s¸ahsî düş¸ünüs¸ün umumî ihtiyaç ve iradeye mutabık oldugˆunu hissetmemis¸ olanlar, behemehal (mutlaka) bas¸arısızlıgˆa mahkûmdurlar.

Akşam gazetesinin anketi

1926 yılından itibaren gazetelerde Latin harfleri konusunda yazılar çıkmaya bas¸ladı ancak, örnegˆin 28 Mart 1926 tarihli Aks¸am gazetesinin “Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli mi?” bas¸lıklı anketine cevap veren 16 kişiden 13’ü Latin harflerine kars¸ı çıkıyordu. Latin alfabesinden yana olan üç kişi, İçtihat dergisi sahibi Abdullah Cevdet, Galatasaray Lisesi Edebiyat Öğretmeni Rafet Avni (Aras) ve Freiburg Üniversitesi Doğu Dilleri eski öğretmeni Mustafa Hamit Bey idi. Karşı çıkanlar arasında Avram Galanti, I·brahim Necmi (Dilmen), Halil Nimetullah (Öztürk) gibi Kemalist kültür devrimine bas¸ından itibaren inananlar oldugˆu gibi, Bas¸bakan I·smet Paşa de harf degˆis¸ikligˆine taraftar degˆildi. Ona göre bu konudaki bir degˆis¸iklik devlet hayatını felce ugˆratırdı. İşin ilginç yanı Hüseyin Cahit, Celâl Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Cenap Şahabettin beyler gibi koyu Latin harflerini savunanlar ankete katılmamıştı. Mehmed Fuat (Köprülü) Bey ise Millî Mecmua’da görüşlerini (sadeleştirilmiş dille) şöyle ifade ediyordu:

Latin harflerinin kabulüne taraftar olanlar, zannediyorlar ki Batı medeniyetine bu suretle daha çabuk ve daha kolay uyabiliriz. Hâlbuki Batı medeniyetine uymak, harflerimizin değiştirilmesi ve Latin harflerinin kabulüyle olamaz... Alelade mantık ve alelade akıl yürütme ile elde edilen teoriler, hayat sahasında büyük bir tatbikat kabiliyeti gösteremezler. Sosyal olaylar üzerinde etkili olmak için, katî surette sosyal kurallara uymak mecburiyeti vardır. Bu kurallara kayıtsız kalanlardır ki ancak Latin harflerinin kabulüne taraftar olabilirler.

Türkçü-Turancı liderlerden Zeki Velidi (Togan) da Türk Yurdu dergisinde yayımlanan “Türklerde Hars Buhranı” yazısında (sadeleştirilmiş dille) daha sert konuşuyordu:

Kesinlikle bilmeliyiz ki Latin harflerinin lisanımıza tatbiki imkânsız ve zararlıdır (…) Bunu uygulama ya da zorla bir kerede yahut yavaş yavaş terbiye yoluyla olabilir. Zorla olduğu vakit meselâ Arap harflerinin kullanımı kesinlikle yasaklanır. Ahali bilsin bilmesin Latince yazılır. Harfler meselesi Latin harflerini kabul etmek suretiyle halledilecek olursa bu yolun bir devlet içerisinde dört beş aydan fazla ömrü olmaz.

Ancak aynı yıl davet üzerine Türkiye’ye gelen dilbilimci Dr. Alfred Kühne’nin önerisi ile Mustafa Kemal, Macar alfabesini incelemeye bas¸ladı. Bu tarihten sonra, çalıs¸malar birden hızlandı. 8 Ocak 1928’de Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, Türk Ocakları Merkez ve Hars Heyetleri’nde verdigˆi bir ziyafette, Latin harfleri konusundan söz açtı. 8 Mart’ta Türk Ocagˆı Hars Heyeti’nde I·smet Pas¸a, Latin harfleriyle ilgili bir danıs¸ma toplantısı yaptı. Mayıs ayında CHP Genel Sekreteri ve Erzincan Milletvekili Saffet (Arıkan) Bey ve üç milletvekili “beynelmilel erkam” (uluslararası rakamlar) sistemine geçilmesini önerdi ve bu degˆis¸iklik Haziran ayında uygulamaya kondu. Artık sıra harflere gelmis¸ti. Mustafa Kemal, bu günlerde konuya açıkça dâhil oldu. Mayıs ayının sonunda Heyet-i Vekile kararıyla “lisanımızda Latin harflerinin suret ve imkân-ı tatbikini düs¸ünmek üzere” Dil Encümeni olus¸turuldu. 24 Mayıs’ta ise Latin rakamlarının kullanılmasına ilis¸kin kanun kabul edildi.

Harfler nasıl seçildi?

Falih Rıfkı’ya göre, komisyondaki ilk tartıs¸ma, Osmanlıcadaki yabancı kelimelerin bütün ses haklarını veren bir alfabe mi, yoksa Türkçe ve Türkçeles¸en kelimelerin hakkını veren bir alfabe mi hazırlamak gerektigˆinde çıkmıs¸tı. Bu bagˆlamda, kaf, kef, gayın harflerini gereksiz bulanlarla gerekli bulanlar arasında epey ates¸li tartıs¸malar olmus¸tu.

Falih Rıfkı, Çankaya kitabında bu tartışmalara dair şunları söylüyor:

Bir prensip anlaşmazlığı şöyle çıktı: Osmanlıcadaki yabancı kelimelerin dahi bütün ses haklarını veren bir alfabe mi alacaktır, yoksa Türkçe ve Türkçeleşen kelimeleri mi esas tutacaktır? Arabın “ayın”ı, “s”si, “zel”i, “tı”sı, “zı”sı gibi yeni alfabede ayrı ayrı harfler olacak mıydı? Bu harfler Türklerin ağzında kaybolmuştur. “Osman”daki “s” ile “esmek”deki “sin” arasında, “ağız”daki kalın “ze” ile “haz”daki “z” arasında hiçbir fark yoktu. Bundan başka yeni alfabede yalnız Türkçe kelimeleri düşünmekle yabancı kelimelerin de Türkçeleştirilmesini sağlamış olacaktır. Ayrı harf, yabancı kelimeye imtiyaz vermek ve onu daima yabancı kıldıktan başka eski imla zorluklarını yeni yazıda da bırakmak demekti.

Sağ anlayış, Türk söyleyişinde kalmayan, fakat fasih (doğru) Arap söyleşisinde devam eden bütün ses haklarını vermekti. Biz milliyetçiler sağ anlayışın iddialarını yendik.

Türkçe kelimeler için “kaf” ve “kef”, “gef ve “gayın” harfleri lüzumsuzdu. İstisnasız bütün Türkçe kelimelerde “k” ile “g” harfleri ince seslilerle “kef” ve “gef”, kalın seslilerlerde “kaf” ve “gayın” dırlar.

ekran-resmi-2022-10-24-02-01-28.png

“Ya Kazım kelimesini nasıl okuyacağız?” diyorlardı. Bir radikal fikir şu idi: Böyle kelimeler gitgide Türk söylenişine uysa ne çıkar? Fakat bu fikir yürümedi. İki ayrı harf almak yerine Arapça kelimeler için “k” ve “g” harflerinin önüne bir “h” koymakta uyuştum. “Kazım=Khazım” yazılacaktı. Tasrif (fiil çekimi) ve terkipler (tamlamalar) için tire usulünü kabul etmiştik! “Gelmiyorum” kelimesi “Gelmiyor-um” şeklinde yazılacaktı.

Yeni alfabede Latin yazısı dünyasının ortaklaşa değerlerini değiştiren acayipliklerin kalmasına hâlâ esef duymaktayım. Bunun başlıcası “c” harfidir. Türkçede “j” sesi yoktur. Yabancı dillerden alınma kelimelerde bu ses “c”ye değişmiştir: Candarma, curnal gibi. “Ejderha” ile “ecnebi” kelimeleri pek farklı söylenir. Bir teklif “c” sesi için “j”yi almak ve “c” harfini “ç” sesi için bırakmak, “ç”yi, “ş” karşılığı kullanmaktı. Herhalde bugünkü bazı aykırılıklardan kurtulabilirdik.

Bu tartışmalar, 26 Haziran 1928 tarihinde çalışmalarına başlayan, Falih Rıfkı, Fâzıl Ahmed, Ruşen Eşref, Ragıp Hulusi, İbrâhîm(?), Ahmet Cevat, Yakup Kadri, Mehmet Emin, Mehmet İhsan beylerden oluşan Elifba Encümeni’nde bilimsel bir ton kazanmış, Encümen sonuç olarak aralarında Q, X, W harfleri olan, buna karşılık, Ğ, Ö ve Ü harfleri olmayan 29 harfli “Türk Alfabesi” önerisini yapmıştı. Ancak daha sonra Q, X, W harfleri çıkarılarak, Ğ, Ö ve Ü harflerinin katılımıyla bugün kullanılan alfabede karar kılındı. Her harfle ilgili değişiklik gerekçelerini tespit etmek zor ama Falih Rıfkı’ya göre “Q/Kü” harfi “tehlikesi” s¸öyle atlatılmıs¸tı:

Biz Türkçe kelimelerde (k)nın ince seslilerde daima (ke), kalın seslilerde (ka) okunduğunu düşünerek (q-kü)yü alfabeye almamıştık. Ben yeni yazı tasarısını getirdigˆim günün aks¸amı Kâzım (Özalp) Paşa sofrada, “Ben adımı nasıl yazacagˆım, ‘Kü’ harfi lazım” diye tutturdu. Atatürk de “Bir harften ne çıkar? Kabul edelim,” dedi. (...) Ben sofrada sesimi çıkarmadım. Ertesi gün yanına gittigˆimde meseleyi aniden Ata’ya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini (büyük harf) bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâgˆıdı aldı, Kemal’in bas¸ harfini küçük (kü)nün büyütülmüs¸ü ile sonra da “K”nın büyütülmüs¸ü ile yazdı. Birincisi hiç hos¸una gitmedi. Bu yüzden “kü” harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk “kü”nün majüskülünü bilmiyordu. Çünkü o “K”nın büyütülmüs¸ünden daha gösteris¸li idi.

Q harfi ile ilgili bir başka anı, Mustafa Kemal’in, halka yeni harfleri öğretmek için çıktığı yurt gezisinden Ankara’ya dönerken, 20 Eylül 1928 gecesi Kırşehir yakınlarındaki Yerköy İstasyonu’ndaki gece dersine katılan Kırşehir’in tanınmış münevverlerinden Cevat Hakkı (Tarım) Bey’e aittir. Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı (İçöz) Fransızcada olduğu gibi “Q” harfinin niçin kabul edilmediğini Mustafa Kemal’e sormuş, Mustafa Kemal’in cevap vermekte bir süre tereddüt etmesinden cesaret alan Cevat Hakkı Bey şöyle demişti: “Kâmil, katil, gaip, gar, gardiyan…gibi yabancı menşeli kelimeleri Türkçeleştirmek için.” Cevat Hakkı Bey’in bu cevabı üzerine Mustafa Kemal de gülerek “Evet, doğru,” diyerek kendisini onaylamıştı. Mustafa Kemal, beş saat süren bu imtihan ve mülakattan sonra gitmeye hazırlanırken “Başka sorusu ve önerisi olan var mı?” diye son defa sorunca, Cevat Hakkı Bey tekrar söz almış ve konumuzla ilgili şunu rica etmişti: “Yeni Latin alfabede Ş sesini Fransızcadaki gibi CH yazarak veriyoruz. Bu karışıklığa sebep oluyor. Biz S harfinin altına bir virgül koyarak bunu Ş olarak okursak bu halk için çok daha kolay olacak.” Mustafa Kemal CHF Genel Sekreteri Saffet Arıkan’a dönerek “Bunları not al,” demişti. Muhtemelen, C harfine kuyruk eklenerek alfabeye Ç harfi eklenmesi bu öneriye bağlı olarak yapılmıştı.

“Sarayburnu Nutku” okunuyor

“Harf I·nkılabı”nın bas¸lamak üzere oldugˆuna dair bir is¸aret, 3 Agˆustos 1928 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan, Latin harfleriyle yazıldıgˆı için çok az kis¸inin anlayabildigˆi s¸u fıkra oldu: “Gazi, geçenlerde yeni harflerin kabul ve tatbikinden bahsedilirken etrafında bulunanlara s¸öyle dedi: Büyük Taarruz’a karar verdigˆim zaman I·smet Pas¸a’ya, ‘Göreceksin, neler olacak,’ demis¸tim. S¸imdi size söylüyorum. Göreceksiniz neler olacak.”

Mustafa Kemal, “uygun vaktin” geldigˆine kanaat getirmis¸ olmalıydı ki, 9 Agˆustos 1928 günü, Sarayburnu Parkı’nda sahneledigˆi bir “mizansen” ile Harf I·nkılabı’nı bas¸lattı. “Shakespeare’nin kralı[nın] başvekilini tacını bırakıp vatandaş olmakla tehdit ettiği gibi, Mustafa Kemal de kızdıkça: ‘-Millete giderim’ derdi,” diyen Falih Rıfkı’nın anlatımıyla, o gün parkta, bir kös¸ede caz, bir kös¸ede Mısırlı Müniretü’l Mehdiye Hanım ve saz arkadas¸larının Arapça s¸arkı ve kasideleri seslendiriliyordu. Bu ikinci konseri dinleyen halka es¸lik eden Mustafa Kemal, “Arap musiki takımının biteviye, agˆlayıs¸lı ve inleyis¸li melodileri” üzerine, yanındakilere dönmüs¸ ve “Kimde bir defter var?” diye sormus¸tu. Ardından bulunan küçük deftere bir s¸eyler yazıp Falih Rıfkı’ya vermis¸ti. Defterde yeni yazı ile bugün “Sarayburnu Nutku” diye bilinen hitabın ilk bölümleri vardı. Mustafa Kemal önce halka kendi seslenmis¸, ardından notlarını orada bulunan bir gence vermis¸, gencin okuyamaması üzerine de şunları demişti:

Vatandas¸larım, bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıs¸tır. Kardes¸iniz bunu derhâl okumaya tes¸ebbüs etti. Biraz çalıs¸tıktan sonra birdenbire okuyamadı. S¸üphesiz okuyabilir. I·sterim ki, bunu hepiniz bes¸ on gün içinde ögˆrenesiniz. Arkadas¸lar, bizim ahenkdar, zengin lisanımız yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarınızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlas¸ılmayan ve anlayamadıgˆımız is¸aretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz.

Ardından, Falih Rıfkı’yı, nutkun devamını okumakla görevlendirmis¸ti. Bu konus¸madan anlas¸ıldıgˆı üzere, Cumhuriyet’in yeni yönetici kadroları, Türklük duygusunu yaratmak için “eskiyi”, “hurafeleri”, “geriligˆi”, “Dogˆulu olmayı” temsil eden Osmanlı geçmis¸inden kendilerini farklılas¸tırmaya çalıs¸ırken, ilk darbeyi alfabeye vurmaya karar vermis¸lerdi. O gece, âdeta bir “donanma gecesine” döndükten sonra Mustafa Kemal ve yanındakiler, motora binip Büyükada Kulübü’ne gitmişlerdi. Bahçede ana binaya doğru ilerlerken, tuvaletli hanımlar ve fraklı erkekler bir grup halinde heyetin üzerine doğru gelirken Mustafa Kemal, Falih Rıfkı’ya dönmüş ve “Çocuk, orada yaptığımızı burada yapamazdık,” demişti. Falih Rıfkı, anısını şöyle bitiriyor: “Bu bir Tanzimat dekorudur. Garp medeniyetçisi ve Türk milliyetçisi Atatürk bu dekora bir türlü ısınamamıştır. O bir cilacı değil, bir yontmacı idi.”

harf-inkilabi-1.jpeg

Ya üç ayda olur ya hiç!

Falih Rıfkı eski yazıyla yeni yazının bir süre yan yana kullanılmasını önerdiğinde Mustafa Kemal şöyle demişti:

Bu ya üç ayda olur ya hiç olmaz. Çocugˆum, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldıgˆı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir iç harb, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver’in yazısına döner. Hemen terk olunuverir.

Mustafa Kemal, 23 Ağustos 1928 tarihinde Tekirdağ’a gitti, 25 Ağustos’ta İstanbul’a dönüp Dolmabahçe Sarayı’ndaki harf derslerine katıldı. Ardından Ertuğrul yatıyla Bursa, Çanakkale, Maydos (Ecebat), Gelibolu’yu ziyaret etti, tekrar İstanbul’a döndü. 15 Eylül’de, gezinin Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Şarkışla ve Kayseri safhası başladı. Mustafa Kemal gezi boyunca sokaklarda, kahvelerde, dükkanlarda halkı sınava çekti, Sivas’ta daha sonra meşhur olacak fotoğraftan bildiğimiz gibi kara tahta başında halka ders verdikten sonra 20 Eylül günü Ankara’ya döndü. 22 Eylül 1928 tarihli gazetelerde, Mustafa Kemal’in Başvekâlet’e gönderdiği tezkere vardı. Tezkerenin ilk iki maddesi günümüzde dahi oturmayan bazı imla kurallarına dairdi:

1. İstihfam [soru] edatı olan (mı, mi, mu, mü) umumiyetle ayrı yazılır. Meselâ: Geldi mi? gibi. Fakat kendinden sonra gelen her türlü lâhikalarla (ekler) beraber yazılır. Meselâ: Geliyor musunuz? Ben miydim? gibi. 2. Râbıta edatı olan (ki) ve dahi mânasına gelen (de, da) müstakil kelime olarak ayrı ayrı yazılır. Meselâ: Görüyorum ki sen de iyisin, gibi.

29 Eylül 1928 günkü Cumhuriyet gazetesinde güftesini (29 harfin sırayla sayılmasından ibaretti) Mustafa Kemal’in; bestesini (1,20 dakikalık hicaz makamında) Osman Zeki (Üngör) Bey’in yaptığı “Harfler Marşı”na dair haber çıktı. Nihayet, Mustafa Kemal 1 Kasım 1928’de TBMM’yi açılıs¸ konus¸masında s¸öyle dedi:

Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lâzımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir. (...) Milletler ailesine, münevver (aydın), yetis¸mis¸ büyük bir milletin dili olarak elbette girecek olan, Türkçeye bu yeni canlılıgˆı kazandıracak olan Üçüncü Büyük Millet Meclisi, yalnız ebedi Türk tarihinde degˆil, bütün insanlık tarihinde mümtaz (seçkin) bir sima kalacaktır.

Konus¸manın ardından, TBMM’de “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” kabul edildi. Dikkat edilecegˆi gibi, kanun metninde harflerin adı “Latin” degˆil, “Türk” harfleri oldugˆu belirtiliyordu.

3 Kasım’da Resmî Gazete’de yayımlanan 1353 Sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’a göre, yeni harflere geçis¸ 1 Ocak 1929’u geçmeyecek; ancak mahkemelerdeki tahkik evrakının, fezlekelerin; basılı evrakın ve defterlerin eski harflerle yazılması Haziran 1929’a kadar sürebilecekti. Eski yazı ile yazılan dilekçeler de bu tarihe kadar kabul edilecekti. Devlet dairelerinde kullanılan eski harfli kitap, talimatname, defter gibi malzemelerde ve devletin bazı muamelelerinde, 1930 Haziranı’na kadar eski harfler kullanılabilecekti. Para, pul, bono gibi degˆerli kâgˆıtlar, degˆis¸tirilinceye kadar geçerli olacaktı.

Millet Mektepleri

Bu tarihten itibaren, yeni harfleri halka ögˆretmek için âdeta bir seferberlik bas¸latıldı. Matbaalar yeni kalıplar hazırlıyor, daktiloların tus¸ları degˆis¸tiriliyor, yol ve is¸yeri tabelaları, vapur isimleri, araç plakaları, afis¸ler, hatta cami içindeki süsleme yazıları bile degˆis¸iyordu. Ordu, polis, parti, cemiyetler, ögˆretmenler, din adamları, milletvekilleri, hatta bizzat Mustafa Kemal bu seferberlikte görev aldı. Halkın eğitiminde kullanılmak üzere 25 bin sözcüğü kapsayan İmla Lugatı hazırlandı; hiç okuma bilmeyenlerin dört, diğerlerinin iki ay mektebe devam etmelerini şart koşan 24 Kasım 1928 tarihli talimatnameden 15 bin adedi tüm yurtta dağıtıldı. 1 Ocak 1929’da büyük törenlerle açılan Millet Mektepleri’nde sadece I·stanbul’da ilk gün 50 bin kis¸i egˆitime bas¸ladı. Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü’nün 1935 yılında basılan kitapçığına göre, 1928-1929 yılları arasında 20 bin “Millet Mektebi Kursu&rdq

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums