- 20.03.2011 00:00
11 Mart 2011 tarihinde uğradığı deprem ve tsunami felaketi ile yüreklerimizi dağlayan Japonya şimdi de nükleer felaket ile karşı karşıya. Tüm dünya başlarına gelen onca olaya rağmen metanetlerini, disiplinlerini kaybetmeyen Japon halkına merhamet, saygı ve hayranlık karışımı bir duygu ile bakarken, bir yandan da yaşananlardan dersler çıkarmaya çalışıyor. Bizde ise tam tersine, Başbakan Erdoğan ve ekibinin nükleer enerji hevesi artıyor. Bedelli askerliği bile referanduma götürmekten söz eden bir iktidarın, nükleer enerji gibi halkın yaşam hakkıyla doğrudan ilintili bir konuda ‘ben yaparım olur’ tavrını takınması çok rahatsız edici. Bu notu düştükten sonra, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihine geçelim.
Hollandalılara benzeyen halk
Japonya’da Osmanlı/Türk algısının 16. yüzyıl sonlarında Portekizli tacirler tarafından Japonya’ya getirildiği sanılan 1571 tarihli İnebahtı Savaşı’nı konu alan bir resimle filizlendiği sanılır. 1695 yılında yayımlanan Kai Tsishiki adlı kitapta ya da 1713 tarihli Sairan İgen (1713) adlı kitapta ‘Turkain’ veya ‘Toruka’ diye söz edilen Osmanlı Devleti’nin ‘çok güçlü’, ‘çevresindekilerin itaat ettiği’, ‘insanlarının Hollandalılara benzediği’ anlatılıyordu.
İki halkın esas tanışması, Japon modernleşmesinin başladığı Meiji Restorasyon Dönemi’nde (1868-1912) oldu. Adını dönemin imparatorundan alan ve Osmanlı Devleti’nde Batı tarzı modernleşmenin hız kazandığı Tanzimat Dönemi’nin (1839-1878) muadili olan bu dönemde, Amerika’yı ve Avrupa’yı incelemek üzere yurt dışına çıkan Japon askerleri, diplomatları ve bilim insanları İstanbul’a da uğramışlardı. İki ülke arasındaki ilk resmî temas 1871 yılında Japon Dışişleri Bakanlığı kâtibi Fukuchi Genichiro’nun İstanbul’a gelmesiyle kuruldu. 1878’de Japon donanmasının eğitim gemisi Seiki, Avrupa gezisi çerçevesinde Haliç’e demirledi. Padişah II. Abdülhamit gemi kaptanı ve üç subaya Yıldız Sarayı’nda madalya verdi. 1881’de İmparator’un akrabalarından Prens Kato Hito’nun gayrıresmî ziyaretinin Abdülhamit tarafından resmî protokolle karşılanması ilişkileri kuvvetlendirdi. 1887 yılı ekim ayında İmparator’un yeğeni Prens Komatsu Akihito eşi ile İstanbul’a geldi. Abdülhamit heyeti Dolmabahçe Sarayı’nda ağırladı. Akihito da Japon İmparatoru’nun en büyük nişanı olan ‘Krizantem’i Abdülhamit’e takdim etti. O zamana kadar hiçbir yabancı devletin nişanını kabul etmeyen Abdülhamit bu nişanı kabul etti.
Pan-İslamist proje
Osmanlı Devleti’nin sıcak ev sahipliği, İmparator Meiji’yi çok etkileyecek ve 10 Mayıs 1888’de II. Abdülhamit’e özel mektubunu ve değerli hediyeleri gönderecekti. Mektupta Abdülhamit’ten İslam dini, tarihi, içeriği, Osmanlı’daki ilmî ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumları gibi konularda Japonca ya da Fransızca bilgiler göndermesini istemişti. Abdülhamit ilk aşamada tezhipli bir Kuran‘ı ve değerli hediyeleri Japonya’ya gönderdi. Diğer istekleri için de süre istedi.
Abdülhamit’in aklında daha kapsamlı bir proje vardı. Bahriye Miralayı Osman Bey komutasındaki Ertuğrul Fırkateyni’ni Japonya’ya göndermek, böylece hem Japonya ile muhabbet arttırmak hem de geminin yolu üzerindeki ülkelerde yaşayan Müslüman halka Halife’nin mesajı ulaştırmak.
Etruğrul Fırkateyni
Seyahat için önce Hamidiye Zırhlısı, Avnillah Korveti ve Asar-ı Tevfik Zırhlısı düşünüldü, sonunda 1854-63 İstanbul- Londra yapımı Ertuğrul Fırkateyn’i seçildi. 79 metre boyunda, 15.5 metre genişliğinde, 2.400 ton ağırlığındaki Ertuğrul, son yirmi yılını Haliç’te demirli geçirmişti. Çeşitli kaynaklara göre 563 ile 655 arasında olduğu sanılan gemi mürettebatını dönemin Bahriye Mektebi mezunları oluşturuyordu. Geminin çarkçıbaşısının geminin uzun yolculuğa elverişli olmadığı yolundaki raporuna rağmen Ertuğrul, 14 Temmuz 1889 tarihinde İstanbul’dan yola çıktı.
Geminin yolda uğradığı felaketleri ayrı bir yazıya bırakarak devam edersek; yolu üzerindeki İngiliz ve Fransız sömürgelerinin limanları olan Bombay, Singapur, Saygon ve Hong Kong’da bölgenin Müslüman liderleri ve halkı tarafından büyük törenlerle ağırlanan Ertuğrul, 11 ay süren zahmetli bir yolculuktan sonra, 7 Haziran 1890 tarihinde Yokohama’ya vardı. Kaptan Osman Paşa, İmparator Meiji’ye Abdülhamit’in özel mektubunu, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin hazırladığı bilgileri ve Osmanlı İmtiyaz Nişanı’nı takdim etti. Bu tarihten sonra gemi personelinin bir günü bile boş geçmedi, törenlere, yarışmalara katıldılar, yöneticilerle ve halkla temasta bulundular.
Gemi fırtınadan batıyor
Temmuz ayında Yokohoma’da baş gösteren kolera salgını sırasında mürettebattan 13 kişiyi kaybeden fırkateyn bir ay karantinada tutuldu. Karantinadan sonra iki ay daha Japonya’da kaldıktan sonra, Japon yetkililerin mevsimin uygun olmadığı yolundaki uyarılarına aldırmadan 15 Eylül 1890 günü dönüş yolculuğuna geçildi. Sonunda, daha işin yolun başında olmasından korkulan oldu ve Ertuğrul, Yokohoma ile Kobe arasındaki Kaşinozaki Feneri’ni geçtiği sırada fırtınaya yakalandı ve kayalıklara çarpıp battı. (Ertuğrul’un batış tarihi olarak çeşitli kaynaklarda 16,18 ve 19 Eylül tarihleri verilir. Sağ kurtulanlardan hesapla 540 ile 587 arasında şehit verildiği tahmin edilir.) Hayatta kalan 69 denizci, kazadan bir ay sonra Japon donanmasına bağlı Hiei ve Kongo savaş gemileriyle İstanbul’a getirildiler. 1891 yılında, kazanın yaşandığı kıyı şeridindeki Kuşimoto’da bir anıt inşa edildi.
1904-1905 Rus-Japon Savaşı
Bu acı olay vesilesiyle kurulan duygusal bağın sonucu olarak, 1904-1905 Rus- Japon Savaşı, Osmanlılar tarafından ilgiyle takip edildi. Osmanlı ordusu adına Albay Pertev (Demirhan) Bey, savaşı izlemek üzere General Nogi’nin komutasındaki 3. Japon Ordusu’na eşlik etti. Pertev Bey, gelişmeler hakkında İstanbul’a düzenli raporlar gönderdi. Savaşı Japonların kazanması Osmanlı ülkesinde büyük sevinç yarattı. Nedenini 1906 yılının haziran ayında İstanbul’da üç gün geçiren Japon yazar Kenjir? Tokutomi ’nin anılarından okuyalım: “Japonlar [Türklerin nefret ettiği] Rusları savaşta yenmiştir; Japonya beyaz Avrupalıların burnunu kıran aynı Asya’nın bir ülkesidir.” Tokutomi, Batılı Hıristiyan devletler tarafından Avrupa’dan tamamen sökülüp atılmak istenen, Osmanlı ile duygudaşlık kurarak şöyle devam eder: “Doğuda Güneş halkı, batıda Ay (Hilal) halkı. Güneş ve Ay her zaman birbirlerine düşünceli davranmıştır. Hilalin artık tamamlanmasını diliyor ve bir ayna gibi parlaması için dua ediyoruz.“
Japonya’da bir İslamcı
Pertev Bey, Japonya dönüşü Abdülhamit’e sunduğu uzun raporda, zaferi Japon toplumunun manevi özelliklerine bağlamıştı. Japonya’yı Batı tipi modernleşmeye alternatif Doğulu bir modernleşme projesi olarak tarif eden ilk Türkçe (Osmanlıca) metin, Sibirya doğumlu bir Özbek olan İslamcı seyyah Abdürreşid İbrahim Efendi’nin âlem-i İslam: Japonya’da İntişar-ı İslamiyet (İslam Dünyası: Japonya’da İslam’ın yayılması) başlıklı eseridir. 1908-1910 arasında Japonya’yı ziyaret eden ve orada tanıştığı sivil ve asker bürokratların İslamiyet hakkındaki sorularına muhatap olan Abdürreşid İbrahim Efendi, ileriki yıllarda kaleme aldığı hatıralarında Türk ve İslam âleminin geri kalmasının nedenini cehalet ve Batı emperyalizmi olarak tespit eder. Ancak, ilerleme için de Batı’ya ihtiyaç vardır. Bu açıdan kendi örf ve âdetlerini koruyarak Batı’nın bilim ve teknolojisini alan Japonya, Osmanlı için iyi bir örnektir.
İttihatçıların Japon hayranlığı
Japon modernleşmesini öven bir diğer İslamcı aydın, Abdürreşid İbrahim Efendi’nin çok yakın dostu olan Mehmet Akif (Ersoy), bilim ve sanatın milliyeti olmadığını düşünüyor ve 20. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin varlığını koruyabilmesi için ‘tek dişi kalmış canavar’ diye tanımladığı Batı medeniyetinin bilim ve tekniğinin ithal edilmesini şart görüyordu. Mehmet Akif, bu açıdan çok olumlu bir örnek olarak gördüğü Japonya’ya beslediği duyguları ‘Japonlar’ başlıklı şiirinde cömertçe ifade etmişti.
Benzer ifadeleri Ömer Seyfettin ve Halide Edip (Adıvar) de kullandı. Ziya Gökalp Genç Kalemler dergisinde ‘Kaya Alp’ takma adıyla yazdığı bir makalede şöyle dedi: “İlk tanıdığımız zaman nasıl küçük, ince, zayıf görünüyor ve insanlardan, bizden başka bir mahlâk gibi telakki ediyor idiysek sonra da büyük, pek büyük, kavi, korkunç ve yine de insanlardan, bizden pek başka bir mahlâk olmak üzere tanıyorduk. Hâlâ bu büyük Japonya’nın terakkiyatını (gelişmesini) hayretle, fakat ibretle görmeliyiz. Garbın en müterakki (gelişmiş), en mütemeddin (dini bütün) milletlerini kıskandıracak derecede ileri giden, en kuvvetli, en müthiş hükümetleriyle boy ölçüşen bu Aksa-yı Şark İngilizlerinin nasıl ilerlediklerini öğrenmeliyiz.” Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde de günümüze kadar cazibesini koruyacak formülü açıkladı: “Japonlar dinlerini ve milliyetlerini muhafaza etmek şartıyla garp medeniyetine girdiler. Bu sayede, her hususta Avrupalılara yetiştiler. Japonlar böyle yapmakla dinlerinden, milli harslarından hiçbir şey kaybettiler mi? Asla! O halde, biz niçin tereddüt ediyoruz? Biz de Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı muhafaza etmek şartıyla garp medeniyetine kati’ olarak giremez miyiz?”
Yeni dönem, yeni ilişkiler
Bütün bu hayranlığına karşı iki arasında, resmi ilişki kurulmadı. Bunun esas nedeni, Osmanlı Devleti’nin Çin’le Asya’da stratejik çıkarları çatışan Rusya Çarlığı’nı rahatsız etmekten endişe etmesi idi. Birinci Dünya Savaşı’na İtilaf Güçleri’nin yanında katılan Japonya ile Osmanlı Devleti fiilen savaşmadılar, 1922-1923 tarihli Lozan Barış görüşmelerinde Japonya, yeni Türkiye aleyhine bir tutum takınmadı ve 6 Ağustos 1924’te antlaşmayı imzalayarak Türkiye’yi tanıdı.
Yeni dönemde, Japonya ile ilk diplomatik ilişki, 1925 yılında kuruldu. Türkiye’nin ilk Japonya Elçisi Hulusi Fuat Togay temmuzda, Japonya’nın ilk Türkiye Elçisi Obata Ukichi ekimde görevlerine başladılar. Ancak Japon Büyükelçiliği yeni başkent Ankara yerine, İstanbul’da faaliyete geçti. (Elçilik ancak 1937’de Ankara’ya taşındı.) 1928’de, Ankara’da Ertuğrul şehitleri anıldı, 1929’da Kuşimoto’daki anıt genişletildi. 1930’da karşılıklı ticaret anlaşması imzalandı. 1931’de Japonya’da kurulan Türk-Japon Dostluk Derneği’nin Başkanı Prens Takamatsu, Türkiye’yi ziyaret ederek Cumhurbaşkanı Atatürk ve diğer yetkililerle temaslarda bulundu. 1937’de Japonya Montrö Boğazlar Antlaşması’nı imzaladı.
Yollar ayrılsa da dostuz
Birinci Dünya Savaşı’nın aksine, bu sefer emperyalist çıkarları açısından Almanya’nın yanında olmaya karar veren Japonya 7 Aralık 1941’de ABD donanmasının bulunduğu Pasifik’teki Pearl Harbor Adası’na yaptığı hava baskınıyla fiilen savaşa girdi. Türkiye ise ‘aktif tarafsızlık’ politikası izleyerek savaştan uzak kalmayı başardı. Ancak, bu dönemde, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler devam etti. Halkın ve yöneticilerin, Nazi yanlısı gazetecilerin) Japon hayranlığı sürdü. Türkiye Müttefik Güçlerin zorlamasıyla 23 Nisan 1945’te göstermelik de olsa Almanya ve müttefiklerine savaş ilan edince, iki ülke teorik olarak ‘savaşan ülkeler’ haline geldiler. Bu durum Müttefiklerle Japonya arasında imzalanan 8 Eylül 1951’de San Francisco Barış Konferansı’na kadar sürdü.
Japon modeli tartışmaları
Japonya’nın ABD vesayetine girdiği savaş sonrası dönemde Türkiye’deki Japon hayranlığı biraz gerilediyse de, 1958’de Başbakan Adnan Menderes’in Japonya’yı, 1963’te Prens ve Prenses Takahito Mikasa’nın Türkiye’yi ziyareti ile ‘Japon modeli’ tartışmaları yeniden alevlendi. Gazetelerde ve dergilerde Japonya hakkında dizi yazılar çıktı. Savaş sonrası dönemde Japonya’da gözlemler yapan Amerikalı antropolog Ruth Benedict’in Japon toplumu hakkındaki önemli eseri Krizantem ve Kılıç Türkçeye çevrildi. 1970’lerde yüksek bürokrat Cafer Tayyar Sadıklar, Japon mucizesi hakkında yayınlar yaptı. Doğan Avcıoğlu, 1973 tarihli Türkiye’nin Düzeni adlı çalışmasında “Japonya kalkındı, Türkiye neden kalkınamadı?” “Japon Mucizesi’nin Sırrı” başlığını taşıyan bölümlerle tartışmaya katıldı.
Tahran Tahliyesi
1980’lerde bayrağı Turgut Özal devraldı. İran-Irak Savaşı sırasında Tahran’da mahsur kalan Nissan Otomobil Fabrikası’nda çalışan 215 Japon mühendisi ve işçisinin, Özal’ın emriyle 19 Mart 1985’te THY’ye ait bir uçakla kurtarılması, Ertuğrul Faciası sırasında Osmanlı Devleti’nde doğan duyguların bir benzerinin Japonya’da doğmasına neden oldu.
Bu tarihten sonra iki ülke arasında üst düzeyde karşılıklı ziyaretler gerçekleşti. Ancak günümüzde bile Türk-Japon ilişkileri hâlâ Ertuğrul Faciası ve Tahran Tahliyesi ekseninde ele alınıyor. İki toplumun da birbiri hakkında derinlemesine bir bilgisi yok. 2010 yılının Japon Yılı olarak kutlandığının bile farkında olmamıştık. Bu son olayın, bu yüzeysel dostluğa içerik kazandırmasını umuyor, Japon halkına tüm kalbimle metanet ve sabır diliyorum.
İz bırakan üç Japon
Tayvan Valisi tarafından, Japon halkının afyon ihtiyacını karşılayacak yeni tedarikçiler bulmak üzere Hindistan, İran ve Osmanlı ülkesine gönderilen Ienaga Toyokichi, Anadolu’nun iç bölgelerine ayak basan ilk Japon olmalıdır. 9,5 ay süren seyahati sırasında 1899 yılının ekimaralık aylarında İstanbul, İzmir, Manisa, Sart, Uşak, Afyonkarahisar, Konya, Sultanhanı, Aksaray, Nevşehir, Kayseri, Sivas, Malatya, Diyarbakır, Siverek, Bilecik, Halep ve İskenderun’u ziyaret ettikten sonra memleketine gitmek üzere Mısır’ın Port Said limanına geçen Toyokichi, izlenimlerini Tokyo’da yayımlanan Kokumin Shinbun‘a (Ulus Gazetesi) yedi mektup halinde göndermiş, Tayvan’a döndükten sonra bu mektupları
Nishi-Ajia Ryoko-ki (Batı Asya Gezisi Hatıratı) adıyla kitaplaştırmıştı.
Yedi mektuptan ikisi Konya ve Diyarbakır’dan gönderilmişti. Bu mektuplarda rüşvete boğulmuş Osmanlı bürokrasisi hakkında zehir zemberek ifadeler kullanan Toyokichi “Modern çağın bilgilerini Türkiye’ye nasıl getirmek gerektiği sorusuna yanıt aramak için, önce eğitimi ellerinde bulundurarak sürekli Kuran‘ı ezberletmekte olan din adamlarının elinden eğitimi kurtarmak gerekir. Daha sonra, Türkiye’nin düzelmesi için İran ile ilgili olarak da yazmış olduğum gibi, devlet yapısında reform yapılarak, İslamiyet’in etkisinden kurtarılması gerekir” diyordu.
Fahri Konsolos Torajiro
Osmanlı-Japon ilişkilerinde en büyük katkıyı yapanların başında Yamada Torajiro gelir. Japonya’nın 400 yıllık So-henryu- Çay Töreni Okulu’nun ustası Yamada Torajirî, İstanbul’a ilk kez 1892 baharında Ertuğrul Fırkateyn’i şehitlerinin ailelerine Japonya’da toplanan yardımları ulaştırmak üzere gelmişti. Abdülhamit’e Torajiro ailesinin şerefli Samuray geçmişini sembolize eden ve halen Topkapı Sarayı’nda sergilenen bir kılıç hediye eden Torajiro, ülkesine geri dönmedi ve 22 yıl boyunca Nakamura Ejiro ile birlikte Pera’da (Beyoğlu) Nakamura Shoten adlı bir Japon mağazasını işletti, Osmanlı subaylarına Japonca öğretti. Türklerin ‘Japon Oyuncakçı Mağazası’ dediği bu dükkânın müşterileri arasında olan Abdülhamit’le kurduğu kişisel ilişki sayesinde, Osmanlı Devleti ile Japon İmparatorluğu arasındaki fahri konsolos gibi çalışan Torajiro’nun ülkesine dönmezden bir yıl önce, 1911’de kaleme aldığı Toruko Gakan adlı hatıratı, Japonya’daki ‘Türkiye’ bilgisinin oluşumuna büyük katkı sağladı.
Atatürk’le ortak olan Japon
Türkiye-Japonya ilişkilerinin mimarı ise Japonya’nın en büyük Budist kurumlarından olan Batı Honganji Tapınağı’nın 22. Başrahibi Otani Kozui idi. 1898 yılında İmparatoriçe Sadako’nun ablası ile evlendikten çıktığı dünya seyahati kapsamında İstanbul’a 1901 yılında uğrayan Otani, 1925’te Osaka’da iki ülke arasındaki ilk dostluk derneği olan ‘Japon-Türk Dış Ticaret Derneği’nin kuruluşuna önayak oldu, 1926 yılında yatırım yapmak üzere Anadolu’yu gezdi. 1927 yılında üçüncü kez geldiğinde Gazi Çiftliği projesinde Atatürk ile ortak olarak, 20 Nisan 1927’de Ankara Sanayii Zıraiye Limited Şirketi’ni kurdu. Bu yatırım Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan ilk doğrudan yabancı sermaye yatırımıydı. 1929 yılında ise Bursa’da Mehmed Memduh (Gökçen) ve Kavalalı Hüseyin Bey ile şehirde ipek kumaş üretimini canlandırmak için “Bursa Türk-Japon İpek Dokuma Fabrikası’nı kurdu. Bu tarihten sonra da iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi için sürekli çalıştı.
Özet Kaynakça: Cezmi Eraslan, II.Abdülhamid ve İslâm Birliği, Ötüken Yayınevi, 1992; Çetinkaya Apatay, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü, Milliyet Yayınları, 2009; Pertev Demirhan, Japonların Asıl Kuvveti, Japonya Niçin ve Nasıl Yükseldi?, Cumhuriyet Matbaası, 1942; Hüseyin Can Erkin, Geçmişten Günümüze Japonya’dan Türkiye’ye Bakış, Vadi Yayınları, 2004; Selçuk Esenbel, Türk-Japon İlişkilerinin Tarihi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
hurayse@hotmail.com
Yorum Yap