Göçük altında Cumhuriyet Bayramı

  • 30.10.2011 00:00

 

 
Göçük altında Cumhuriyet Bayramı

Cumhuriyet’in 88. Yıldönümü’nü, aynen geçen yıl olduğu gibi, daha önceki yıl olduğu gibi, hatta beş yıl önce olduğu gibi Kürt Meselesi, Ergenekon Davası, anayasa tartışmaları, insan hakları ve demokrasi önündeki engeller, AB ile tıkanan ilişkiler, komşularla bozulan ilişkiler.. gibi çok temel ve derin sorunların gölgesinde ‘kutladık’.


Bu yılın evvelki yıllardan farkı, bu sorunların aslında ne kadar önemsiz, ne kadar anlamsız olduğunu bir tokat gibi yüzümüze çarpan Van depreminin acısı, çaresizliği, utancı idi. Başta Van halkı olmak üzere herkese baş sağlığı diliyorum.


22 Ağustos 2010 tarihli “İstanbul depremini beklerken” başlıklı yazımda hikâyesini anlattığım 1966 Varto Depremi’ne kıyasla devletin tavrı çok olumlu. Ama aynı devletin KCK tutuklamalarına, PKK’nin ise misillemeye devam etmesi ülkenin tamamını deprem yerine çevirmek üzere. 
Böyle bir ortamda ilginizi çeker mi bilmiyorum ama bu haftaki yazım, AKP’nin deprem bahanesiyle iptal ettiği Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının tarihçesine dair.

***

İlk Cumhuriyet Bayramı, sanıldığı gibi 1924’te değil, 1925 yılında kutlanmıştı; çünkü 1924 yılı, devletin kuruluşunu Meclis’in açılışı mı yoksa Saltanat’ın kaldırılması mı sembolize ediyor meselesini tartışmakla geçmişti. Sonunda Cumhuriyet’in İlanı’nda karar kılınmıştı. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) 1925’teki kutlamaları (ki Hipodrom’da resmigeçit, TBMM’de kabul töreni, Ankara Palas’ta balodan ibaretti) “tereddütlü”, 1926’dakini “biraz gevşek”, 1927’dekini “dâhili vakalardan dolayı mahzun” diye nitelemişti. 1928 yılı “geçen yıllardan daha iyi” olduysa da, 1929-1932 arası, dünyayı saran ekonomik buhran yüzünden mi yoksa henüz Cumhuriyet’in faziletleri idrak edilmediğinden midir bilinmez, pek sönük geçmişti. Yine de 1928’de törenlere Yunanistan Başbakanı Venizelos’un katılımı ve Türkiye ve Yunanistan futbol takımları arasında maç yapılması; 1931’de törenlere Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Litvinof’un katılımı, 1932’de ise İran Dışişleri Bakanı Furugi Han’ın katılımı pek memnuniyet yaratmıştı.


Efsanevi kutlamalar

Cumhuriyet’in ilanının 10. yılı olan 1933’te bütün bu kötü tarihçeyi temize çekmek ve rejime iman tazelemek için kollar sıvandı. Bugünden baktığımızda anlamakta güçlük çekeceğimiz bir heyecanla ele alınan 10. Yıl kutlamalarının çalışmaları aylar önce başlamıştı. 9 Haziran 1933 günü Abdülmuttalip (Öker), Hakkı Tarık (Us), Hasan Cemil (Çambel), Hasan Reşit (Tankut), Necip Ali (Küçüka) beylerin hazırladığı 12 maddelik “Cumhuriyet İlanı’nın 10. Yıl Dönümü Kutlama Kanunu” uyarınca, kutlamalar üç gün sürecek, hükümet kutlamalardan 10 gün önce ve 10 gün sonra devlete ait ulaşım araçlarında indirim yapacak, kutlamalara ilişkin kitap ve broşürlerden posta ücreti alınmayacak, diğer gönderiler indirimli olacak, memurlara maaşları ayın 28’inde ödenecekti.

Kutlamalar için o günler için çok büyük miktar olan 230 bin liralık bir bütçe ayrılmış, 10. Yıl Dönümü Kutlama Komitesi’nin başına CHF Genel Sekreteri Recep (Peker) Bey getirilmişti. Erzurum Milletvekili Nafi Atuf (Kansu) Bey ile Milli Savunma Bakanı, İçişleri ve Milli Eğitim müsteşarları da komitenin üyeleriydi. Recep (Peker) Bey, parti örgütüne 31 Ağustos 1933 tarihinde gönderdiği yazıda, yapılacak işlerin büyük boyutta, hareketli, renkli, zekâ ürünü, anlamlı çalışmalar olması gerektiği belirtmiş; partililerin kendilerine, ailelerine ve çocuklarına yeni elbise, şapka, palto gibi giysileri alma işini Cumhuriyet Bayramı’na denk getirmeleri istenmiş; bunun gelenekselleştirilmesinin “maksada büyük hizmet olacağı” eklenmişti.

Komite ayrıca “olayın büyük heyecanını halka duyurmak için her vasıtadan yararlanmak”, “yurdun her tarafında en az bin konferans ve beş yüz temsil vermek”, “büyük meydanlarda radyo yayını yapmak”, “gazetelerde inkılâbın anlamı ve büyüklüğünü anlatan sözler, grafikler, temsili resimler” yayımlamaya da karar vermişti. Ayrıca konferans, basın, dekorasyon, tören, temsil ve radyo komiteleri kurulacaktı.

Komiteler hemen işe koyuldu. 10. Yıl anısına hatıra paraları, pullar bastırıldı. Milli Eğitim Bakanlığı 200 bin adet madalya ve 200 bin adet broşür hazırlattı ve belediye teşkilatı olan yerlere gönderdi. Köylere ayrıca 20 bin Türk bayrağı gönderildi. CHF de kendine kırmızı zemin üzerine her biri ayrı uzunlukta olan, beyaz renkli mızrakla süslü bayrak hazırlattı. Mızraklardan her biri ‘Cumhuriyet’in bir ilkesini’ (yani CHF’nin altı okunu) temsil ediyordu. Halk arasında CHF bayrağının ilerde milli bayrakla yer değiştireceği dedikoduları yapılıyordu...

 


Kemalist güzelleme: 10. Yıl Marşı

Komite ayrıca Cumhuriyet’in simgesi olacak bir marş hazırlanmasına karar vermişti. (İddialara göre bu marş söylenmesi pek zor olan ve milli temalardan çok dinî temalara yaslanan İstiklal Marşı’nın yerine ısmarlanmıştı.) Sonunda güftesini Behçet Kemal (Çağlar) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel) beylerin, bestesini Cemal Reşit (Rey) Bey’in yaptığı 10. Yıl Marşı seçildi. Tüm dünyaya bir zamanların ‘Hasta Adamı’nın nasıl dirildiğini ve 10 yılda ne büyük işler başardığını anlatmayı amaçlayan marş önce Halkevi’nde Recep Bey ve diğer mühim şahısların önünde; sonra 500 kişilik bir topluluğun önünde, nihayet 14 Ekim 1933 günü Mustafa Kemal’in huzurunda Müstakil Jandarma Taburu’nca seslendirildi ve Mustafa Kemal’in marşı çok beğendiğini söylemesi üzerine ülkeye takdim edildi. İlk ağızda İstanbul’da Şehir Bandosu tarafından Beyazıt Meydanı’nda kamusal alana çıkan marş ardından Taksim Meydanı’nda icra edildi. Ardından tüm ülkede benzer talimler yapıldı. Marş okuma kursları açıldı, on binlerce kişi bu kurslarda marşı ezberledi.

 


Durmayalım, düşeriz!

Marş ezberlenirken, ülke boydan boya Mustafa Kemal’in vecizeleri ve CHF’nin sloganlarını içeren afişlerle donatılmıştı. Küçük kâğıtlara yazılarak uçaklardan halkın üzerine de atılan bu vecizeler arasında şunlar vardı: “Durmayalım, düşeriz”, “Biz bize benzeriz”, “Dağılan çöker, daima bir, daima toplu”, “Türk’üm, ne mutlu bana”, “Ne mutlu milletimize, kendi bağrından bir Mustafa Kamâl çıkardı”, “Sekiz yılda dört bin kilometre demiryolu!”, “Türk ordusu! İnkılâbı, istiklali koruyan ve kollayan sensin. Sana saygı”, “Türk ordusu milletin özüdür”, “Sevr, ölüm; Lozan, hayat. Sevr saltanatın, Lozan Cumhuriyet’in”, “Devletin yapıcılık kuvvetine inan”, “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir milletiz”, “Demiryollarile; kömüre, bakıra varıyoruz: Akdenizi Karadenize bağladık. Balıkesire vardık, Sivası aştık, yarın Erzurumdayız”, “İktisad savaşı devam ediyor; uzun sürecektir, fakat bunda da mutlak muzaffer olacağız” ve bütün bunları özeti olarak: “Türk inkılâbı eşsizdir”!..

10. Yıldönümü şerefine kısmi af ilan edilerek (yüz kızartıcı suçlular ve 150’likler dışarıda tutulmuştu) milletin yüzü biraz daha güldürüldükten üç gün sonra beklenen gün geldi. 29 Ekim 1933 günü Kemalist rejimin yarı resmî gazetesi Cumhuriyet’in başyazarı Yunus Nadi, “Türkün Kulağına Akseden Ses: Kalk Kurtulacaksın” başlıklı yazısında “Modern Ergenekon’dan nasıl çıkacağımızı ızdırap ve hayretle düşünürken memleketin içerisinden fışkıran kuvvetli bir ses duyuldu –Kalk kurtulacaksın!” diye yazıyordu. Ahmet Refik (Altınay), Mustafa Kemal’i Sezar’la, İskender’le, Napolyon’la karşılaştırıp hepsinden yüce bulurken, başka gazetelerde Mustafa Kemal adeta bir ilah gibi tasvir ediliyordu.

 


Ne Mutlu Türküm Diyene!

TBMM’deki törenden sonra, geçit töreni için yüz binlerce kişi İstiklâl Marşı’nı söyledikten sonra Mustafa Kemal’in radyolardan tüm yurda naklen yayınlanan tarihî konuşmasını dinledi. Hani “Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık” diye başlayan; “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir” diye devam eden ve “Ne mutlu Türküm diyene!” diye biten o ünlü konuşmayı... Mustafa Kemal, konuşma metninde olduğu halde şu cümlenin üzerini çizmiş ve okumamıştı: “Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden [Türk milletinden] ve bütün medenî beşeriyetten dileğim şudur: Beni hatırlayınız.”

O günün akşamı devlet erkânı ve yabancı konuklar Ankara Palas’taki yemekte buluşmuşlardı. Almanya’nın resmî heyet gönderme teklifi “sadece Sovyetler Birliği’nin katılacağı söylenerek” reddedilmişti ama törene Sovyet Rusya’nın yanı sıra (Mustafa Kemal’in hayalini kurduğu Balkan Paktı’nın ön çalışması olarak) Balkan ülkelerinden heyetler kabul edilmişti. Sovyet Rusya’nın ayrıcalığı ise Milli Mücadele yıllarında Kemalist hareketi silah, para ve cephane ile desteklemesinden geliyordu.


50 kilo havyar ithal ediliyor

Taraflar 1925 yılında bir Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamışlar, bu antlaşma 1929 yılında uzatılmıştı. Bu yakınlığın nişanesi olarak Kızılordu Süvari Umumi Müfettişi Budiyeni (ki kendisi Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’le Samsun’da temas kuran Ruslardan biriydi), Maarif Komiser Muavini Krijanovski, Sovyet Harbiye Komiseri Varoşilof ve bazı üst düzey yetkililerden oluşan Sovyet Heyeti, yanlarında Sovyet Rusya Halk Komiserleri Meclisi Başkanı Molotof’un telgrafıyla başkente ulaştıklarında büyük sevinç yaşanmıştı. Heyete öyle önem veriliyordu ki, Bakanlar Kurulu “kontenjana bakılmaksızın 50 kilo havyar ithal edilmesine” bile izin vermişti! Heyet daha sonra İzmir, Çanakkale, İstanbul ve Bursa’yı da ziyaret edecek ve buralarda binlerce kişi tarafından “Priyazdim” [Safa geldiniz] pankartlarıyla ve alkışlarla karşılanacaktı.


Toplu marş talimleri

İstanbul’da ise, Beyazıt Meydanı’nda toplanan 150 bin kişilik grup, hoparlörlerden Mustafa Kemal’in 10. Yıl Nutku’nu dinledikten sonra hep bir ağızdan 10. Yıl Marşı’nı söylemiş, ardından Taksim’e doğru yürüyüşe geçmişti. 29 ekim gecesi Boğaz’da demirleyen 300 parça gemiden oluşan donanmanın ışık seli ile “Nurdan taç giymiş” olan Dolmabahçe Sarayı’nda Cumhuriyet Balosu yapılmış, şehir halkı Onuncu Yıl İktisat Sergisi, Resim Sergisi, Maarif Sergisi gibi sergileri gezmiş, günün anlam ve ehemmiyetini anlatan konuşmalar dinlemiş, piyesler izlemişti.

Yurdun diğer bölgelerinde de benzer törenler yapılmıştı elbet. Kutlama Komitesi’nin aldığı karar uyarınca “Cumhuriyeti seven her vatandaş” gündüz evine bir bayrak, gece de bir fener astı. Şehirlerin değişik yerlerinden hoparlörle yayınlar yapıldı, kule, minare, köprü gibi yüksek yerlere ışıldaklar yerleştirildi, anıtlar aydınlatıldı, gemilerden havaifişekler atıldı, gazeteler her zamankinden kalın basıldı, konferanslar verildi, şiirler okundu, kısacası ülke boydan boya devlet güdümlü kutlama furyasına girdi.


Altı İnanç İlmihali

Köylerde Cumhuriyet’le ilgili piyesler (Faruk Nafiz’den Kahraman, Nahit Sırrı’dan Sönmeyen Ateş, Aka Gündüz’den Mavi Yıldırım gibi), tek yapraklı ‘Cumhuriyet destanları’, Cumhuriyet şiirleri okundu. Sokaklara “yerden en az yarım metre yüksekte” kürsüler kuruldu (adları “Cumhuriyet Halk Fırkası Halk Kürsüsü” idi) ve halk Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerini söylemeye çağrıldı. “Köyle kenti buluşturmak için” devlet araçları ile şehirlere taşınan köylüler devlete ait konukevlerinde ve şehirli ailelerin evlerinde misafir edildiler.

Ülke çapında verilen konferanslarda okunan metinlerden biri İslam dinindeki ‘İmanın Altı Şartı’ndan esinlenildiği anlaşılan ‘Altı İnanç Kaynağı’ (İnkılâbın İlmihali) başlıklı broşürde şöyle deniyordu:

“İnanışlarımızı bir defa daha sıralayalım, dil ile ikrar ve kalp ile tasdik edelim;

1) Cumhuriyet’e inanıyoruz: Kayıtsız ve şartsız hâkimiyet milletindir.

2) Milliyete inanıyoruz: En geniş ve kucaklayıcı camia şuuru milliyet şuurudur.

3) Halka inanıyoruz: Ayırt etmeksizin, halk içinde herkes lazımdır.

4) Devlete inanıyoruz: Devlet hepimizden üstün ve hepimizin bütünüdür.

5) Laikiz: Görüşte bilgiye, gidişte ülküye inanıyoruz.

6) İnkılâba inanıyoruz: Büyük değişikliğin işleyicileri bizleriz.”

 


Bir avuç toprak töreni

İkinci ve üçüncü günlerde, tarihçi Enver Behnan Şapolyo tarafından “hiçbir millette görülmemiş bir buluş” diye nitelenen bir tören (aslında sivil bir ayin demek lazım) yapılmıştı. Ülke çapında kutlamaların yapıldığı tüm meydanlardan alınan birer avuç toprak (ki nasıl alınacağı yönetmelikle kesin kurallara bağlanmıştı) Ankara’ya gönderilmiş, Diyanet İşleri Başkanı, Ankara Valisi, Halkevi Başkanı, iki yüksekokul öğrencisi ve bir şehit annesi “Türk milletinin bütünlüğünü” temsil eden bu yığından aldıkları birer avuç toprağı Türk bayrağının içine sararak Mustafa Kemal’e teslim etmişlerdi. İstanbul’da bu “bir avuç toprağı” çıkarırken kullanılan kazma, kürek, mühür, mum ve tutanak, yazılırken kullanılan kalem bir gün açılacak olan “İnkılâp Müzesi”ne konmak için saklanmıştı.


Dost, düşman bize hayran

10. Yıldönümü kutlamaları Avrupa ve ABD basınında da geniş şekilde yer aldı. Bükreş, Brüksel, Washington, (Buda)Peşte, Varşova, Stockholm, Londra, Kahire, Bern, Lahey gibi merkezlerde 10. Yıl’la ilgili programlar yapıldı. ABD, Fransa, Rusya, Romanya, Almanya ve Balkan ülkelerindeki Türk sefaretlerinde 29 ekim günü törenler yapıldı, konferanslar düzenlendi. Bu konferanslarda, merkezden gönderilen ve 19 Mayıs 1919 gününden beri yaşanan her olayın, her yeniliğin, her hamlenin övünerek anlatıldığı metinler okundu. Almanya’da Hitler teşkilatından bir kıta Türkiye’nin Berlin Sefareti önünde resmigeçit yaparken, Ermenistan Sovyeti’nin Kızıl Şafak gazetesi “Türklerin emperyalizme karşı verdiği mücadeleyi” övdü. Venizelos, “Türk İnkılâbının şaşırtıcı gelişiminden” ve “Türk-Yunan dostluğundan” bahsederek Mustafa Kemal’e hayranlığını belirtti. Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansı’nın anısına Mustafa Kemal’in Selanik’te doğduğu eve 4 Kasım 1933 günü Fransızca, Yunanca, Türkçe “Bu evde büyük Türk reformisti Mustafa Kemal oturmuştur” yazan bir plâket çaktı.


Coşkunun söndüğü yıllar

1934-1937 arasında 10. Yıl yönetmelikleri aynen uygulandı ama hiçbir zaman 1933 coşkusu yaşanmadı. Örneğin 1934’ün en renkli olayı Irak’tan gelen dört uçağın yaptığı gösterilerdi. 1935 törenleri, 150’likler faslından sürgünde bulunan Çerkes Ethem ve Urfa Milletvekili Ali Saip Ursavaş’ın içinde olduğu bir ekibin Atatürk’e suikast girişiminde bulunduğu iddialarının gölgesinde geçti. (İddia ispat edilemediğinden sanıklar beraat edeceklerdi.) Bir de “Bir Avuç Toprak” töreni için toplanan bazı topraklar “usulüne uygun toplanmadığından” alındıkları yerlere geri gönderildiği için üzüntüler yaşanmıştı. Neyse ki, 1936’da Romanya ve Yugoslavya başbakanlarının teşrifiyle; 1937’de Selanik Belediyesi’nin Atatürk’ün doğduğu evi Atatürk’e hediye etmesiyle ve beş bin kişilik Cumhuriyet Balosu ile sevindik.

Cumhuriyet’in 15. Yıldönümü tahmin edileceği gibi Atatürk’ün hastalığı yüzünden neredeyse bir matem havasında geçti. 25. Yıldönümü savaş yorgunluğuyla; 50. Yıldönümü ekonomik ve siyasal krizlerin ve silahların gölgesinde geçti. Kürt Meselesi’nin akut hale geldiği Cumhuriyet’in 75. Yıldönümü 38 milyon dolar dolarlık projelerle birazcık şenlendirildi ama sorunlar devam etti. 88. Yıldönümü ise Van Depremi bahanesiyle törensiz geçti. Dileyelim ki Cumhuriyet’in 100. Yıldönümü Ergenekonsuz, darbesiz, “Tek Adam”sız, krizsiz, harekâtsız, tutuklamasız, yıkımsız, “göçük altında kalan”sız, “şehit”siz, “etkisiz hale getirilen”siz geçsin! Bu belalardan kurtulduğumuzda tören olsa da olur olmasa da. Çünkü o zaman hayatın kendisi bir şölen olur...


ÖZET KAYNAKÇA:
 Bengül Salman Bolat, “Milli Bayram Olgusu ve Türkiye’de Yapılan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları”, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü’nda 2007 yılında kabul edilmiş doktora tezi; Hakkı Uyar, “CHP Genel Sekreterliğinin Parti Örgütü ile Yazışmaları: Durmayalım, Düşeriz”, Toplumsal Tarih, S. 118, Ekim 2003, s. 80-83, Enver Behnan, Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümü Ankara’da Nasıl Kutlandı, Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1934.


hurayse@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums