- 19.03.2012 00:00
Geçtiğimiz hafta konferans vermek üzere Lund Üniversitesi, Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nin (CMES) davetlisi olarak İsveç’e gittim. Tarihî bir kent olan Lund, İsveç’in güneyinde bulunuyor. Üniversite 1666 tarihinde kurulmuş ve 45 bin öğrencisi var. Şehrin nüfusu 100 bin civarında. CMES Müdürü olan Prof. Leif Stenberg ve orada “Misafir Öğretim Üyesi” olarak bulunan Prof. Umut Özkırımlı merkezin gelişmesi ve “Modern Türkiye Araştırmaları Kürsüsü” kurulması için çaba gösteriyorlar. Bilge insan, Ingmar Karlsson’u da görmek benim için güzel bir sürpriz oldu. Eskiden İsveç’in eski İstanbul Başkonsolosu olan emekli Büyükelçi Karlsson da Lund’da oturuyor ve CMES’in gelişmesi için katkıda bulunuyor. Daha önceki ziyaretlerime nazaran, bu kez İsveç’te ülkemize karşı özel bir ilginin gelişmekte olduğunu gözlemledim.
İstanbul’un hayhuyundan uzakta, Lund’un sakin sokaklarında gezinirken Bülent Ecevit’i hatırladım. Merhum Ecevit her fırsatta İsveç’i ziyaret etmekten büyük keyif alırdı. Hatta o kadar ki 1977 seçimlerinden sonra AP’den 14 milletvekiline bakanlık vererek ikna edip (!) mahalle gayreti ile bir hükümet kurduktan sonra bile Bülent ve Rahşan Ecevit yine İsveç’e gitmişlerdi.
O günlerde bendeniz İngiltere’de öğrenciydim. Canterbury şehrindeki Kent Üniversitesi’nde arkadaşlarımız Ayşe Güneş Ayata, eşi Sencer Ayata ve Hurşit Güneş de öğrenci olarak bulunuyorlardı. Ayşe ve Hurşit, rahmetli Dışişleri Bakanı Prof. Turan Güneş’in çocuklarıydı. Turan Hoca her fırsatta çocuklarını görmeye gelirdi. Ziyaretlerinde çantasında “Meclis” sigaraları ve Kulüp Rakısı bulunduğu için bizler bayram ederdik. Turan Hoca geldiğinde bendeniz Ayşe’nin mutfağını işgal eder, sofrayı donatmak için elimden geleni yapardım. Sohbetin tadına doyulmazdı.
O günlerde Türkiye’de siyasi karmaşa yaşanırken Ecevit yine İsveç’e gitmişti. Ben de dayanamayıp Turan Hoca’ya “Ecevit’in niye hep İsveç’e gittiğini” sordum. Turan Hoca’nın Ecevit ile arası açıktı. Bıyık altından gülerek “Ayhan, sen CHP’nin İsveç’te ciddi bir oy tabanı olduğunun farkında değilsin galiba, oradaki seçmenlerimizi de ihmal etmemek lazım” demişti. İkimiz de kahkahayı patlatmıştık.
Robert Kolej mezunu olan, Londra’da yaşamış ve Anglosakson kültürüne aşina olan Ecevit’i İsveç’e çeken neydi acaba? Samimi bir Kemalist olan Ecevit’in İsveç sevgisinin altında İsveç’in siyasi kültürünün bazı özelliklerini aramak lazım gelir diye düşünüyorum.
İsveç siyasal kültürünün en belirgin özelliklerinden birisi “eşitlikçi” olmasıdır. İngiltere’de olduğu gibi İsveç’te de kraliyet ailesi vardır, fakat İngilizlerin tersine İsveçlileri kraliyet ailesi bir reklam aracı olarak kullanmazlar. İngiltere’de olduğu gibi saray hayatının debdebesi, düğünleri, prenseslerin aşkları İsveç’te çok fazla magazin malzemesi olmaz. İsveç’te toplumsal hiyerarşi vardır, ama bu gözlerden uzak tutulur.
İsveç kültürünün eşitlikçi yapısının temelinde gösterişçi tüketime karşı olmak vardır. İsveçlilerin hayat tarzında egemen olan tevazu, itidal ve gösterişten uzak olma duygusu o kadar egemendir ki evinin garajında son model bir Volvo otomobili olan bir İsveçli yağmur veya kar yağmadığı zaman işine bisiklet ile gitmeyi tercih eder. Evlerde ve kamu binalarındaki mimarlık ve dekorasyon anlayışı da basit, fonksiyonel ve gözü rahatsız etmeyecek bir üslupla tasarlanmıştır.
İsveçli siyasetçiler de gösterişten uzak yaşarlar. Örneğin, 1986 yılında Başbakan Olof Palme, Stockholm’de eşiyle birlikte gittiği sinemanın çıkışında vurulmuştu. Yanında koruma polisi yoktu! O günlerde necip Türk basınında kalem oynatanlar, “koskoca başbakan öyle tek başına sokakta gezerse, olacağı budur” gibilerden alaturka yorumlar yaptılar. Bu hazin olaydan sonra bile İsveçli siyasetçiler kendilerini koruma duvarı ile çevirmediler. Aynı şekilde, 2003 yılında Dışişleri Bakanı Anna Lindh, Başkent Stockholm’de bir mağazanın kadın reyonunda tek başına alışveriş yaparken öldürüldü. İsveçliler yine alışkanlıklarını değiştirmediler.
Samimi bir Kemalist ve mütevazı bir insan olan Ecevit de, sanıyorum İsveç’teki gösterişten uzak yaşama kültürüne hayran olmuş olmalı. Ama merhum Ecevit’in içinden çıktığı Osmanlı/Türk toplumu gösterişçi tüketim ve debdebeye ziyadesiyle düşkündür. Geçenlerde Başbakan Erdoğan Cuma namazı için bir polis ordusu refakatinde Süleymaniye Camii’ne gelmişti. Mübalağa etmiyorum, o gün Beyazıt ve çevresinde hayat birkaç saat için durdu.
Tarihçi ağabeyimiz Mehmet Genç, 18. yüzyılda Osmanlıların kendileri hakkında şöyle bir tesbit yaptıklarını söylemişti:
Kumaş, Hindustan’da
Akıl, Frengistan’da
İhtişâm Osmanlıda!
Galiba bu üç satır siyasi kültürümüzü ve hayat tarzımızı çok güzel özetliyor.
ayhanaktar@gmail.com
Yorum Yap