Hayat Bilgisi’nden sınıfta kalmak...

  • 29.08.2011 00:00

Geçen haftaki “Kavanozda yetiştirilen çocuklar” başlıklı yazımla ilgili olarak bir sürü elektronik posta aldım. Galiba, çoğu okurumun gözlemlediği veya varlığından rahatsız olduğu bir meseleyi gündeme getirmişim. Yazıda, “aşırı korumacı” kaygılarla evden dışarı çıkmasına izin verilmemiş, sürekli olarak bilgisayarla oynayan, sokakta hiç top koşturmamış ve hatta Kadıköy vapuruna binmesine izin verilmemiş çocuklardan bahsederek, bunların iyi okulları bitirseler veya birkaç yabancı dili bilseler bile “başarılı” sayılmalarının mümkün olmadığını ifade etmiştim. Kendi dar çevresi dışındaki insanlarla hiç ilişki kurmamış bir gencin meslek hayatında en azından “sorunlu” olacağını iddia etmiştim.

Aldığım elektronik postalardan biri, şimdi emekli olan bir üst düzey yöneticiden geliyordu. Mesajın bazı bölümlerini dikkatinize sunuyorum:

“Ben üç yıl önce emekli olmuş, büyük bir topluluğumuzda, son 13 yılı genel müdür, ondan önceki on yılı ise fabrika müdürü olmak üzere 32 yıl çalışmış ve yüzlerce yüksek tahsilli personeli işe alıp, çalıştırmış bir yöneticiyim. Yıllarca, örnek verdiğiniz sorunlarla mücadele ettim, söz konusu çocukları eğitmek için çaba gösterdim!

Örnek vermek gerekirse; çok iyi yetişmiş –topluluğumuzda sayısı bolca olan Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunları diyelim– birkaç lisan bilen, dünyayı tanıyan, zeki çocuklar, maalesef ürünü satacağımız tüketiciyi ve müşteriyi hiç tanımıyorlardı! Düşünebiliyor musunuz, üretilen ürünü tüketecek halkın yaşadığı şartlar ve ortam, özlemleri, beklentileri, hatta ürünü nasıl kullandıklarını hiç biri bilmiyorlardı! ‘Nereden biliyorsunuz’ derseniz, hep kendilerine soruyordum: Kendisi ve ailesi ile yakın arkadaşlarının tarifini veriyorlardı! Hedef [müşteri] kitlesinin yüzde 99’nun yaşamları ve beklentileri hakkında hiçbir fikirleri yoktu! Diğer yandan, işin daha vahim yönü, bu tür çocuklar ağırlıklı olarak kuruluşların ‘pazarlama ve satış’ bölümlerinde istihdam ediliyorlardı! ... Yani tam bir kaos var. Ve hâlâ da böyle devam ediyor. Çünkü piyasada bir önyargı var. ‘Bu çocuklar daha başarılı olur’ diye ve aksini denemedikleri için sürüp gidiyor. Hâlbuki bu intiba, kuruluşları ölçülemeyen bir biçimde zarara uğratmaya devam ediyor. Tabii ki ‘kârdan zarar’ demek istiyorum.”

Evet, kavanozda yetiştirilmiş çocukların iyi eğitim almış olmalarının veya birden fazla yabancı dil bilmelerinin çalışma hayatında başarıyı getirmediğini, bunların hayat bilgisi derslerinden çakmış olmalarının işyerinde ciddi bir sorun olarak kendini hissettirdiğini bu mektuptan anlıyoruz.

Tabii ki bu gençlerin devam ettikleri üniversitelerin yapacağı çok fazla bir şey yok. Üniversiteler genellikle “hayat bilgisi” vermez. Belki üniversite yönetimlerinden uygulamaya dönük bölümlerde okuyan öğrencilerin staj mecburiyetini ciddi bir biçimde takip etmelerini isteyebiliriz. Bence, mesele öğrencinin üniversiteye adım atmasından önce şekilleniyor. Geçen hafta da ifade ettiğim gibi ailenin tavrı bu konuda çok belirleyici.

Nitekim, yukarıdaki mektubu yazan emekli üst düzey yöneticimiz, ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü’nden 1974 yılında mezun olduğunu, babasının PTT çalışanı, annesinin de ev hanımı olduğunu ifade ettikten sonra şunları belirtmek lüzumunu hissetmiş: “Tahmin edebileceğiniz gibi halk kesiminin her kademesinin içinde yaşadım, onları gördüm ve tanıdım. Fabrikada işe başladığımda yer temizledim, hamallık yaptım, işçiler ve aileleri ile birlikte oldum. Binek arabamıza ise, ancak fabrika müdürü olduktan sonra sahip olduk!”

Yanlış anlaşılmasın, ben 1970’lerde egemen olan ve esas olarak tüketimi ayıplayan, “bir lokma; bir hırka” felsefesini savunuyor değilim! Ama sosyalleşme sürecinin ilk aşaması olan aile ortamında çocuğa kazandırılması gereken değerler bakımından orta sınıf kentli ailelerin çocuklarının Hayat Bilgisi dersinden çaktıklarını iddia ediyorum.

Son yıllarda, Hayat Bilgisi dersinden sınıfta kalmış gençlerin aileleri ile görüştüğünüzde onların sürekli olarak “İmam-Hatip mezunları devlet içinde kadrolaşıyor” diye söylendiklerini duyarsınız. Belki de haklıdırlar, bilemiyorum. Fakat onlara “Sizin oğlunuz acaba işletme okumak yerine neden Mülkiye’ye gitmedi” sorusunu sorduğunuzda çok şaşırırlar. “Kıytırık bir şirkette pazarlama müdürü olacağına vali olurdu, fena mı?” diyerek üstelediğinizde, ne cevap vereceklerini bilemezler. Bir yandan kamu yöneticiliğine “tu kaka” derler, sonra da “başkaları” o işlere girince feveran ederler! Nasıl bir mantık ise, anlamak mümkün değil.

Önümüzdeki yıllarda, büyük şirketler de Hayat Bilgisi’nden sınıfta kalmış gençler yerine imam-hatip mezunlarını satış ve pazarlama elemanı olarak işe alırlarsa ne diyecekler? Çok merak ediyorum.


[email protected]

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.