1994’ten 2012’ye Erdoğan (2) (2012: ‘Ben her şeyden sorumluyum’)

  • 8.06.2012 00:00

 Aslına bakarsanız, Başbakan Erdoğan’ın kürtajla ilgili olarak sarf ettiği, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, altında “dinî inanç imalı çapanoğlu” aranacak bir cümle değildi. Fakat biliyorsunuz, ben salı günkü yazımda aradım!

Çünkü bu cümle bana, Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yeni başladığı günlerde sarf ettiği bir başka cümleyi hatırlatmıştı.

Size de hatırlatayım: Erdoğan, bundan 18 yıl önce Belediye’nin mekânlarından birinde açılan bir resim sergisinin kokteylinde içki sunulmasına izin vermemiş, bunu da, “Ben bu şehrin yalnızca belediye başkanı değilim, aynı zamanda imamıyım ve başkalarının günahlarından da sorumluyum” diye savunmuştu.

Bu savunma, çiçeği burnunda Belediye Başkanı’na bizzat benim sorduğum bir soruya cevaben geldiği için onu hiç unutmamıştım ve ilk bakışta hiçbir sorun içermiyormuş gibi görünen “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesi, benim için bir anda alarme edici bir cümle hâline gelivermişti.

Nedeni açık: Başbakan’ın bu cümlesi, tıpkı 1994’te ifade ettiği gibi kendisini “yönettiklerinin günahlarından da sorumlu” bir lider olarak gördüğü anlamına geliyorsa, bunun derin toplumsal gerilimlere yol açacağı kuşkusuzdu.

Geçen yazıda, bunun hiç de yabana atılamayacak bir ihtimal olarak önümüzde durduğunu söylemiş, kesin ifadeler kullanmaktan özellikle kaçınmıştım. Elbette şu anda da sadece bir “ihtimal”den söz ediyorum ve bu ihtimalin gerçek olmamasını diliyorum.

Fakat söylemek zorundayım ki, “Bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum”cümlesi, hiçbir dinî referans içermiyor olsa dahi sorunlu bir cümledir ve tek başına bu cümle bile Başbakan’ın otoriter yönelimlerin fâş edecek bir içeriğe sahiptir.

İşte bugünkü yazının konusu, Başbakan’ın o cümlesi...


Otoriter zihniyet – demokratik zihniyet

Başbakan Erdoğan’ın cümlesi sorunlu, çünkü bu cümle bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler çerçevesindeki “meseleler”e dair olarak sarf edildi... Yoksa, makro siyasi ve iktisadi meseleler çerçevesinde söylenmiş olsaydı, bundan kimse rahatsızlık duymazdı.

Tek tek bireysel kararlar ve ilişkiler, içinde yer aldıkları toplumun yaşam biçimini de belirliyor. Bu bireysel karar ve ilişkiler ne kadar zenginse, toplumsal yaşamın yelpazesi de o kadar geniş oluyor.

Siyasi iktidarların bireysel kararlar ve bireysel ilişkiler alanına karışmamaları çok sık tekrar edilse ve bu demokratik bir standart olarak benimsense de, hepimiz biliyoruz ki bütün iktidarların bir de toplumsal yaşam tahayyülleri vardır. Her iktidar, nihai başarısını oradaki değişikliklere bakarak ölçer.

Bu söylediğim, otoriter ya da demokratik, bütün zihniyetlerden iktidarlar için geçerlidir.

Fark şuradadır: Otoriter zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini, ellerinde tuttukları siyasi iktidarın gücünü kullanarak gerçekleştirmeye çalışırlar.

Buna karşılık demokratik zihniyet sahibi iktidar yapıları, kendi toplumsal yaşam tahayyüllerini tartışma, ikna vb. gibi araçlarla hayata geçirmeye gayret ederler.

Yani sorun, iktidarların bir toplumsal yaşam tahayyülüne sahip olmalarında değil, iktidarların onu gerçekleştirmeye çalışırken başvurdukları araçlardadır.

Tahayyülün hâlisliği konusunda hiçbir tartışma olmasa bile, onu siyasi iktidarın gücünü kullanarak hayata geçirmeye kalktığınızda “demokratik haklılığınız” biter... Mesela kabilinden: Diyelim bir partinin, her ikisi de çalışan eşlerin ev işlerini eşit olarak paylaşması yönünde bir tahayyülü vardır. Bu parti iktidara gelsin ve söz verdiği gelişmeyi sağlamak üzere, evlerdeki durumu denetlemek amacıyla“aile müfettişliği” kurumu ihdas etsin. Buyurun size, son derece demokratik bir talebin, onu gerçekleştirmek için devreye sokulan aracın antidemokratik niteliği nedeniyle bütün meşruiyetini kaybetmesine dair bir örnek...


Başbakan’ın “toplumsal iyi”si...

Geçmişin sosyalizm deneyleri, tartıştığımız konu açısından öğretici örnekler teşkil ediyor... Oralarda da birtakım “hâlis” amaçlar uğruna devlet iktidarları bireysel ilişkiler alanlarına müdahale etti ve sonuç hepimizin bildiği şekilde tezahür etti.

Yani, “bu ülkenin başbakanı olarak her meseleden sorumluyum” cümlesini, dindar bir başbakan olan Tayyip Erdoğan değil de tümüyle seküler kaygılarla hareket eden bir başbakan sarf etseydi de durum değişmeyecekti. Çünkü “her mesele”nin bireysel kararlar ve ilişkiler çerçevesini de kapsaması durumunda, bu sözün otoriter yöntemler ve sonuçlar üretmemesi imkânsızdır.

Sâikleri ister dinî olsun ister seküler, Başbakan Erdoğan’ın bireysel ilişkileri kendi toplumsal tahayyülü doğrultusunda biçimlendirme yönünde güçlü bir arzusunun ve iradesinin olduğu bence açık.

Acaba Tayyip Erdoğan’ın çevresinde, bu türden arzuların demokratik bir yönetim tarzıyla bağdaşmayacağını söyleyecek cesarette danışmanlar var mı?

Acaba Adalet ve Kalkınma Partisi’nin nomenklaturasında, Başbakan’la aynı toplumsal tahayyülü paylaşsalar bile, o tahayyülü “emir komuta zinciri içinde ve emirle” hayata geçirmenin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini bilen parti büyükleri var mı?

Nihayet, eskiden kendilerini dışlayan siyasi iktidarlar tarafından tesbit edilen “toplumsal iyi”yi benimsemeleri için zorlanan Türkiye’nin dindarları... Acaba Türkiye’de, kendilerine yakın bir iktidar tarafından tesbit edilen yeni “toplumsal iyi”nin zorla yerleştirilmesinin toplumun hiç değilse bazı kesimleri için “zulüm” anlamına geleceğini haykıracak ve buna karşı çıkacak dindar entelektüeller var mı?

Bakalım önümüzdeki dönem, bu sorular ne türden karşılıklar bulacak?

-

Dink cinayeti ve yargılanmayan kamu görevlileri

Hrant Dink davası da tıpkı Uludere gibi, vicdanları tatmin edecek bir hukuki sonuç üretmediği sürece bitmeyecek. Kararı veren hâkimin bile “vicdanım rahat değil” dediği bir dava sonucundan söz ediyoruz. Böyle bir dava biter mi hiç?

Dink Ailesi’nin avukatlarının, cinayette sorumluluğu bulunan kamu görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na geçtiğimiz günlerde verdikleri iki ayrı dilekçe, bu davanın neden bitemeyeceğini bir kez daha gösterdi.

Avukatlar ilk dilekçede soruşturmanın genişletilmesine yönelik taleplerini iletirlerken, ikinci dilekçede kamu görevlileri hakkında artık dava açılması gerektiğini ve davayı açmak için yeterince delilin mevcut olduğunu anlattılar.

Avukatların, kamu görevlileri hakkında dava açılmasına yönelik ilk dilekçelerinde vurguladıkları hususlar, bir kez daha “bu davalar nasıl açılmaz” sorusunu gündeme getiriyor.

Dile getirilen ve hiç kimsenin hiçbiri için “hayır, öyle değil” itirazında bulunmadığı maddelerden bazıları şöyle (bazılarını kısalttım):


1. Hrant Dink’in hedefte olduğu biliniyordu:
 Hrant Dink, Sabiha Gökçen ile ilgili haberinHürriyet gazetesinde yayımlandığı 2004 Şubat ayından başlamak üzere “hedefe” alınmıştı. Bu durum devletin tüm birimlerince bilinmekteydi.


2. Trabzon Emniyeti ve Jandarması cinayet planlarını biliyordu.


3. İstanbul Emniyeti ve Ankara İstihbarat Daire Başkanlığı da haberdardı:
 Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti tarafından cinayet tasarılarından haberdar edilen İstanbul Emniyeti ile İstihbarat Daire Başkanlığı, cinayeti önlemek için bir şey yapmadı.


4. Trabzon Emniyeti ve Jandarması Hayal’e göz yumdu:
 Trabzon Emniyeti ile Jandarma görevlileri, Yasin Hayal’in cinayet hazırlıklarından haberdar oldukları 2006 ve sonrasında, Hayal’in il dışı çıkışlarını takip etmedi veya elde ettikleri bilgileri raporlaştırmadı.


5. Jandarma cinayet silahını biliyordu:
 Trabzon Jandarma görevlileri, cinayette kullanılan silah ele geçirilmeden, silahın Ardeşen el yapımı silah olduğu bilgisine sahipti.


6. Bildikleri halde operasyon yapmadılar.


7. İstanbul Emniyeti tehditleri bildiği halde korumadı.


8. İstanbul Valiliği de sorumlu:
 Hrant Dink’e yönelik koruma tedbirlerinin alınmamasında, Dink hakkında 2004’ten sonraki tehditleri bilen İstanbul Valiliği de sorumluydu.


9. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) da bu gerçekleri işaret ediyor.

Başta da dediğim gibi: Gerek Hrant Dink cinayeti gerekse de Uludere katliamı devlet içindeki birtakım güçler tarafından kapatılmak isteniyor ve bu yönüyle iki olay arasında büyük bir benzerlik var.

Bu yönleriyle benzeşen iki büyük olaydan birinin Ermeni öbürünün Kürt 
meselesiyle ilgili olması da hiç şaşırtıcı değil.


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums