- 10.01.2012 00:00
Gerek tutuklanma talebiyle sevk edildiği mahkemedeki savunması, gerekse de tutuklandıktan sonra gazetecilere hitaben yaptığı kısa konuşma, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da savunma hattını –benzer davalarda hep karşılaştığımız gibi– mahkemeden çok kamuoyuna yönelik olarak kurmaya karar verdiğini gösteriyor.
Bu “savunma hattı”nı “Ergenekon savunmalarının özü” başlıklı yazımda (Taraf, 13 Temmuz 2010) şöyle izah etmiştim:
“Ergenekon ve darbe davalarındaki savunmalara yakından bakıldığında bir şey çok net görünüyor: Bu savunmaların sahipleri, gerçekte yargıya değil kamuoyuna (daha doğrusu ne söylerlerse kendilerine inanmaya eğilimli kamuoyuna) sesleniyorlar ve yargıyı değil o kamuoyunu ikna etmeye çalışıyorlar. Savunmalar çok basit iki ilkeye dayanıyor. 1. Bütün suçlamaları reddetmek, 2. hukuken hiçbir karşılığı olmayan argümanlar öne sürerek kendilerine inanmaya eğilimli kamuoyunun zihnindeki şüpheleri çoğaltmak.”
Bu çerçevede çok yazdım, çok örnek verdim... Burada, bunlardan birkaçını hatırlatarak bu çizginin pratikte nasıl işlediğini gözünüzde canlandırmaya çalışacağım.
Ankara Zir Vadisi’ndeki silahlara evinde bulunan bir krokiden yola çıkılarak ulaşılan Yarbay Mustafa Dönmez, dava boyunca krokinin de silahların da kendisine ait olmadığını savundu ve silahlardaki parmak izleriyle aramayı yapan polislerin parmak izlerinin karşılaştırılmasını istedi. İddiasına göre silahları oraya polis koymuştu. Fakat Jandarma Kriminal Dairesi Başkanlığı raporu istediği gibi çıkmadı ve askerî mahkeme kendisini mahkûm etti. Ergenekon davasından tutukluluğu devam eden Dönmez ordudan da atıldı. Ne var ki Dönmez, askerî mahkemenin kararından sonra dahi “silahları polis koydu” savunmasını dillendirmeye devam etti.
En akıllıca savunma çizgisi...
Ben ilk kez o zaman, bunun Ergenekon ve darbe sanıkları açısından mümkün en etkili savunma hattı olduğunu ve devamının da geleceğini düşünmüştüm. Bu kuvvetli ve sürekli inkâr çizgisi kamuoyunda bir şüphe tortusu bırakabilir, böylece mahkemelerde alınan “teknik” yenilgiler kamuoyunda yaratılan bu “psikolojik” tortuyla dengelenebilirdi.
Tam tahmin ettiğim gibi oldu: Sanıklar ve avukatları bu çizgiyi izlediler ve zaman zaman da aşırı, gülünç noktalara varabildiler.
Mesela “İrticayla Mücadele Eylem Planı” davasında, avukat Celal Ülgen, planın altındaki Dursun Çiçek’e ait imzanın sahte olduğunu, imzayı iki parmaklı eliyle taklit eden bir adamın videosunu mahkeme heyetine izlettirerek “kanıtladı...” Ülgen, arada espri bile yapabilmişti: “İmza atan arkadaşın elinde iki parmak var. İmza atmak için yetenekli olmak yeterli...”
Böyle, bir fiskede yıkılıverecek argümanlarla savunma yapmanın her şeyden önce içinde bulunulan çaresizliğe işaret ettiği muhakkak. İş görüyor mu peki? Bence görüyor. Önemli olan zihinlerde bir tortu bırakmak ve o tortu bırakılıyor.
Hatırlayacaksınız, bir de meşhur “imza makinesi” vardı, Melih Âşık ve Sözcü yazarlarının bir ara pek rağbet ettiği... O da, “Kafes Eylem Planı” davasının hâkimi tarafından patlatılmış, bir daha da kimse ağzına almamıştı... Son örnek bu olsun:
Davanın sanıklarından emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın avukatı, mahkemede gerçekleştirdiği bir barkovizyon gösterisiyle, davanın savcısı Ercan Şafak’ın imzasını, müvekkilinin suçlandığı “Kafes Planı”nın altına atmış, böylece imzaların kopya edilmesinin mümkün olduğunu “göstermişti”.
Gözle fark edilmese de bu imzaların sahte olduğunun bilimsel kurullarca tesbit edilip edilemeyeceğini avukata sorup da “edilir” cevabını alan hâkimin son cümlesi, imza makinesi tartışmalarının da çanına ot tıkayan son cümle olmuştu: “O zaman sorun yok. Aksi halde ticaret hayatı çökerdi.”
“İmza makinesi” gündemimizden çıktı çıkmasına da, ne tortular bırakarak çıktı... Şimdi gidip sorun sıradan insanlara, epeyce bir kısmının hâlâ kusursuz imza atan makinelerin varlığına inandığını göreceksiniz.
İlker Başbuğ’un savunmasının özü
Umarım dikkatiniz dağılmamıştır... Yine de ipin ucunu kaçıranlar için hatırlatayım: Bunları, Ergenekon ve darbe davalarında savunmaların mahkemeleri ikna etmekten ziyade kamuoyunda bir tortu bırakmak üzere yapıldığını örneklemek için anlattım.
Böylece geldik, İlker Başbuğ’un savunmasına...
Yukarıda da dediğim gibi, ben, Başbuğ’un savunmasının da esasen kamuoyuna yönelik olarak oluşturulduğunu düşünüyorum. Tabii, kendisine yöneltilen somut suçlamaya da cevap veriyor, fakat hiç ikna edici değil bu cevap... Zaten savunmada ağırlığın “kamuoyu”na verilmesinin nedeni de bu...
Şimdi önce savunmanın kamuoyuna yönelik “hamasi” bölümüne, ardından da zayıf bulduğumu söylediğim “somut” bölümüne bakacağız...
Kamuoyu, Başbuğ’un mahkemede yaptığı savunmadan önce gazeteciler aracılığıyla “Türk milleti”ne yaptığı açıklamayı duydu ki, bu da, öne sürdüğüm şeyin sembolik bir göstergesi gibiydi: “Türkiye Cumhuriyetinin 26. Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmaktan ve yönetmekten tutuklandı. Takdir yüce Türk milletinindir.”
Biliyorsunuz, Başbuğ’a yönelik iki suçlama vardı. “Terör örgütü kurmak ve yönetmek”bunlardan ikincisiydi. Birincisi ise şöyleydi: “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmaya kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek...”
Eski Genelkurmay Başkanı’nın, birinci suçlamadan hiç söz etmeyip bütünüyle ikinciye abanması, bence çok şey söyleyen bir tercihti...
Söyleyin, bu tercihte, birinci suçlamadan çok da rahatsız olmadığını, hatta belki ifade edilen şeyi bir suçtan çok “görev” gibi gördüğünü imâ eden bir şeyler yok mu?
Mesela Başbuğ, “terör örgütü kurmak” suçlaması kadar “hükümeti ortadan kaldırmak”suçundan da duyduğu rahatsızlığı dile getirseydi, “Ben, asla böyle bir girişimde bulunmadım, demokratik bir ülkenin genelkurmay başkanı olarak hükümetin emrinde hareket ettim” deseydi...
Fakat demedi, diyemedi, diyemezdi...
Yine kamuoyuna yönelik, psikolojik bir ilk etki sağlamak üzere öne sürülen “Beni bu hükümet atadı” argümanı da bence “totoloji”den başka bir şey değil... Önceki darbe heveslisi (ve darbeci) bütün generalleri de yıkmaya çalıştıkları ya da yıktıkları hükümetler atamamış mıydı?
Somut suçlamalar bahsi...
Biliyorsunuz, bu bahiste meselenin kökü, Genelkurmay’ın, 2000 yılında Başbakan Bülent Ecevitimzasıyla yayımlanan bir kararnameyi “işine geldiği gibi” yorumlayıp, internette hükümete karşı onlarca kara propaganda sitesi kurmasına dayanıyor.
Bu siteler 4 Şubat 2009 tarihli Taraf gazetesinde fâş edilince siteler kapatılıyor. Fakat sadece iki hafta sonra dört yeni site için bir “andıç” hazırlanıyor.
Andıçta, tam 12 rütbeli subayın parafı vardır ve 12. paraf, “komutana arz” notuyla birlikteGenelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız’a aittir.
Soru şu: Bu andıç Komutan olarak İlker Başbuğ’a arz edildi mi? Başbuğ, “edilmedi” diyor. Hasan Iğsız da avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, fiilen arz etmenin kendi görevi olmadığını, bu görevin çalışmayı hazırlayan grupta olduğunu, onların da arz edip etmediğini bilmediğini açıkladı.
Başbuğ, hazırlık aşamasındaki bu dört siteden ancak konuyla ilgili yeni gelişmelerin Kasım 2009’da basında yer almasından sonra haberdar olduğunu ve derhal emir vererek hazırlıkları durdurduğunu söylüyor.
Şimdi bir an için andıcı hazırlayan grubun, aradan geçen yedi ayda ikinci başkanın imzasına rağmen andıcı Genelkurmay Başkanı’na arz etmediğini düşünelim.
Bu durumda, kasım ayında Genelkurmay’daki durum şöyledir: Genelkurmay Başkanı, gazetede okuduklarından sonra meseleye eğilir ve 12 paraflı “yasa dışı” (Başbuğ’un kendi sözleri) andıcın varlığını öğrenir... Ve tabii yedi ay boyunca kendisine arz edilmediğini de...
Peki, hakikati öğrenince ne yapmıştır Başbuğ? Hiçbir şey. Soruşturma? Hayır. Çünkü yapsaydı, bunu savunmasında mutlaka söylerdi.
Bu durumda ben, Etyen Mapçupyan’ın tahmininin gerçeğe en yakın tahmin olduğunu düşünüyorum: Andıç Başbuğ’a arz edilmiştir, fakat o kendini korumak için imzalamayıp bir kenara ayırmıştır. Yani bir tür, “yapın ama ben görmeyeyim” tavrı...
Toparlarsam: Başbuğ’un andıçta imzasının bulunmaması keyfiyeti, tek başına onun bu faaliyetten habersiz olduğunu kanıtlamaz. Hâkimlerin kanaati, buna rağmen onun andıç konusunda bilgi sahibi olduğu yönünde tecelli edebilir.
alpergormus@gmail.com
Yorum Yap