Lafla ‘editoryal bağımsızlık’ gemisi yürümez (2)

  • 22.11.2011 00:00

 

 
Lafla ‘editoryal bağımsızlık’ gemisi yürümez (2)

Hiç düşündünüz mü: Editoryal gerekçelerle istifa alanı neden bir çöl gibi bomboştur Türk medyasında? Manşete koymayı planladığı haberi patron tarafından “tehlikeli” bulunup engellendiği gerekçesiyle istifa etmiş kaç genel yayın yönetmeni hatırlıyorsunuz? Ya da köşe yazısına iradesi ve onayı dışında müdahale edildiği için istifa etmiş kaç köşe yazarı var hafızanızda?

Hatta, bırakın gerçek durumu ifşa edip istifa etmeyi, “nötr” bir tutumu benimseyip “sessiz kalanlar”a bile rastlayamıyoruz pek... Tam tersine, kulaklarımız, bilmem hangi patronla “tam bir özgürlük içinde” habercilik yaptığını söyleyen genel yayın yönetmenlerinin ya da yazılarına hiçbir zaman müdahale edilmediğini tekrarlayan köşe yazarlarının beyanlarıyla dolu değil midir?

Mesela “sözünü sakınmayan cesur yürek” Emin Çölaşan örneği çok trajiktir bu açıdan... Çölaşan, Hürriyet yazarlığı döneminde, Fehmi Koru’nun bazı yazılarına yönetimler tarafından müdahale edildiğini diline dolamış, onunla girdiği polemiklerde, kendi yazılarından tek bir satırın değiştirilmesi durumunda Hürriyet’te bir gün bile durmayacağını yazmış durmuştu. Ta ki Hürriyet’ten gönderilene kadar... İşe tazminat meseleleri ve mahkemeler girince Çölaşan’ın dili çözülmüş, ErtuğrulÖzkök’ün kendilerini hükümetle “papaz edeceği” gerekçesiyle gazeteden çıkarttırdığı yazılarını bir bir sıralamıştı.

Hafta içi her gün Türkmax’taki Heberler programıyla Türk medyasının haberciliğini ti’ye alan Mehmet Ali Alabora geçenlerde CNNTürk’teki Medya Mahallesi’nde Ayşenur Arslan’ın konuğuydu. Arslan, sözü, medyadaki “hükümet baskılarından kaynaklanan oto-sansür”e getirince Alabora patladı ve bu anonim edebiyatın yazarlarının ortaya çıkıp bütün bildiklerini anlatmalarını istedi. Alabora, orada burada olan bitene “göz tanıklığı” yaptıklarını öne süren gazetecilerin varlığından söz etti ve onların artık susmamaları gerektiğini söyledi. Bence tamamen haklı. Bu yapılmadığı sürece, ortaya düşüp “korkuyoruz Başbakan’dan, özgür gazetecilik yapamıyoruz” diye ağlaşmak, olmaz! (Dikkatimi çekti: Ayşenur Arslan, Alabora’nın “çıksınlar, açık açık söylesinler” talebine nedense hiç destek vermedi. O sanki, bu edebiyatın “anonim” kalmasından memnun gibiydi.)


Kişisel tecrübe...

Bu köşe-dizinin son bölümünü, “editoryal bağımsızlık” konusundaki kendi kişisel hesap vermeme ayıracağımı söylemiştim. Çünkü diziye başlarken, bu eleştirileri yapan birinin o eleştiriler karşısındaki kendi kişisel pozisyonunun ne olduğunu bilmeniz gerektiğini düşünmekteydim, şimdi de öyle düşünüyorum.

Elbette anlatacaklarım benim hatırladıklarımla şekillenecek; dolayısıyla bunları benimle birlikte yaşayanların eleştirilerine, itirazlarına ve hatta yalanlamalarına da açıktırlar.

Artık başlayabilirim...

Kronolojik gideceğim için, editoryal bağımsızlığın gerek siyasi güç odaklarına gerekse de patrona karşı neredeyse “mutlak” anlamda kullanıldığı ve bence Taraf öncesinde bu açıdan eşsiz olan Nokta (2006-2007) tecrübesini en sona bırakacağım...

Meslek hayatımda editoryal gerekçelerle dört kez istifa ettim. Tümünde manevi açıdan çok yıprandım; ikisinde ise yalnız manevi açıdan değil maddeten de çok güçlük çektim. Her durumda beni, istifanın getireceği belirsiz gelecekten ürküp, zamanının geldiğine inandığım bir istifanın kararını verememiş olmanın ıstırabından kendimi uzak tutabilmiş olmam kurtardı.


1989: Nokta’dan “toplu” istifa

1986-1990 arasında –bir yıllık Ana Britannica dönemini saymazsak– Nokta dergisinde çalıştım.

1990’ın sonlarında patronumuz Ercan Arıklı başımıza bir Ankaralı gazeteci getirmeye karar verdi. Biz hemen anladık; Ercan Bey’in aklında ne vardı bilmiyorduk ama (muhtemelen Nokta’nın bir yıl sonraki satışıyla ilgiliydi bu), Nokta belli ki artık bizim bildiğimiz dergi olmayacaktı. Yani şu soruyla karşı karşıyaydık: Sırf eve ekmek götürelim diye kesinlikle benimsemeyeceğimiz bir yayın çizgisine“evet” diyecek miydik, demeyecek miydik?

Toplam altı ya da yedi arkadaş “hayır” demeye karar verdik ve istifa ettik. Öbür arkadaşlarımı bilmiyorum ama, benim birikmiş tek kuruşum yoktu. Bir hafta kadar sonra o zamanki eşimle birlikte gidip nikâh yüzüklerimizi sattık.

Bir yıl sonra Ercan Arıklı ile yeniden yollarımız kesişti. Büyük iddialarla başlattığı Aktüel dergisinin kuruluşuna katıldım. Bölüm editörlüğü ve yazıişleri müdürlüğünden sonra 1994 baharında genel yayın yönetmeni oldum.

Yayın yönetmenliğimin başında çok acı verici bir arkadaş hançeri yedim...


Aktüel
’in ilk genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, bir buçuk yıl kadar önce yanına bazı başka arkadaşlarımızı da alarak rakip dergi Tempo’ya transfer olmuşlardı. Bu arkadaşlarımız, benim yayın yönetmenliğimin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti ki, Tempo’da, Ercan Arıklı’nın ortağı veSabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin’e hitaben bir “uyarı” yazısı kaleme aldılar. Uyarı, dinci, şeriatçı ve Refah’çı olduğu apaçık birinin Aktüel’i yönetmesine nasıl izin verildiğine dair sorulardan ibaretti. (Suçumuz, Mart 1994’teki büyük seçim zaferiyle herkesi şaşırtan Refah Partisi’nin başarısının altında nelerin yattığına dair bir ek hazırlamamızdı.)

Hiçbir tepki göstermedik, güldük geçtik; Ercan Arıklı’nın bana tavsiyesi de o doğrultudaydı. Fakat ertesi hafta, aynı şikâyet bu defa Sabah’ın yeni ortağı Karamehmet Grubu’na yönelik olarak yapıldı. Yani arkadaşlarım açık açık benim işten atılmamı talep ediyorlardı... Patronlar, memleketteki “şeriat geliyor” paranoyasına kapılıp beni kapı önüne koysalardı yeni bir iş bulmam neredeyse imkânsız olacaktı. Yalnızca yiyeceğim damgadan dolayı değil... O sırada Başbakan Tansu Çiller 5 Nisan kararlarını açıklamış, en büyük darbeyi basın sektörü yemiş, gazetecilerin yüzde 20’si işten çıkartılmışlardı.

Bunları, ikinci istifa kararımla bağlantılı olduğu için anlattım...

Sonra şöyle oldu: Mehmet Yılmaz birkaç ay sonra bu defa Aktüel’in de dâhil olduğu bütün dergilerin direktörü olarak yeniden Sabah grubuna döndü. Ben, Ercan Arıklı’dan bir randevu alıp istifamı verdim. Kendisine, benimle ilgili meseleyi görmezlikten gelsem bile (ki göremezdim), Mehmet Yılmaz’ın magazinci yayın çizgisi doğrultusunda dergi yönetemeyeceğimi söyledim. Oysa, bizzat Ercan Arıklı’nın bana söylediği gibi derginin okur kitlesi değişmiş, Aktüel çok daha itibarlı bir dergi haline gelmişti.

Arıklı, istifamı kabul etmedi, git evde otur, benden haber bekle dedi. Öyle yaptım, bir süre sonra meseleyi anladım: Mehmet Yılmaz grupta bir buçuk ay kadar kaldıktan sonra yeniden Hürriyetgrubuna dönmüştü. O gittikten sonra da ben Aktüel’e tekrar döndüm.

Ne var ki sadece altı ay kadar sürdü bu dönem. Arıklı, 1994 aralık ayında satış rakamlarından memnun olmadığını söyleyip benden “Sekreter Ayşe’nin okuyacağı dergi”yi yapmamı isteyince kesin olarak ayrıldım Aktüel’den.

1990’lar karanlığının tam ortasındaydık ve aslında ortada gazetecilik diye bir şey kalmamıştı. Bunun üzerine gazeteciliği de İstanbul’u da terk edip bir çocuklu, üç kişilik bir aile olarak Ayvalık’a yerleştik.

Planımız şuydu: Ben “ev erkeği” olacak, eşim de İngilizce öğretmenliği yaparak evi geçindirecekti. Fakat olmadı, evi çekip çevirecek kadar kazanamayacağımızı anlayınca üç yıl sonra yüz geri edip İstanbul’a geri döndük.


“Muhabir atılır, yayın yönetmeni devam eder”

Dördüncü istifa, 2005’te ikinci kez Aktüel genel yayın yönetmenliği yaparken gerçekleşti... Eski bir Diyanet İşleri başkanının eski bir Ermeni patriğiyle kardeş olduğunun iddia edildiği kapak haberimizin doğru olmadığı ortaya çıktı. “Bir iddiayı yayımlamadan önce, onu doğrulatmak için yapılması gereken her şeyi yapmak” prensibini çiğnemiş, hata etmiştik. (Bu hikâyeyi ayrıntısıyla öğrenmek isterseniz, bu köşede 11 Nisan 2008’de yayımlanan yazıma bakabilirsiniz.) Sorumluluğu üzerime alıp istifa ettim.

Bu davranışım “editoryal sorumluluk”la aldısı verdisi olmayanlarca epeyce abartılı bulundu.Haluk Şahin’in, biraz da bu tavırla dalga geçmek üzere bir sohbetimizde bana “Abarttın sen de; Türk basınında böyle durumlarda muhabir işten atılır, yayın yönetmeni devam eder”dediğini hatırlıyorum.

Onu izleyen son yöneticilik tecrübemi Nokta’da (2006-2007) yaşadım. Orada “istifa” yok ama çok büyük dersler var.

Ne var ki bugün yerim kalmadı, onu da cuma günkü köşenin bir bölümünde anlatacağım.

***


NOT. 
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) Radikal’e yapılan açıklamalar, ilk bakışta bu sayfada başlattığım “kum saati”ni geçersizleştiriyor gibi görünse de durum öyle değil. O nedenle devam ediyorum, neden öyle yaptığımı da cuma günü açıklayacağım..


alpergormus@gmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums