Karayılan’ın mektubu

  • 11.10.2011 00:00

 PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan’ın Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a gönderdiği mektup, Altan’ın da isabetle kaydettiği gibi kişiye özel görünse de gerçekte kamuoyuna hitaben yazılmış bir mektuptu...

Bugün, kanımca çok önemli noktalar içeren mektubun iki önemli temasına; a) savaşı kimin başlattığına,b) nihai bir barış için gerçekçi temellerin ne olduğuna dair Murat Karayılan’ın dile getirdiği yaklaşımlarla ilgili görüşlerimi yazacağım...

Fakat ondan önce böyle bir mektubun yazılmış olması ve mektubun Taraf üzerinden kamuoyuyla paylaşılması hususları üzerinde birkaç şey söylemek istiyorum.

Her şeyden evvel, bir gerilla liderinin, hem de bir tarafını teşkil ettiği savaş kızışmışken kamuoyuna“Silaha ve savaşa âşık değiliz” diyen bir mektup yayımlaması son derece önemli... Karayılan’ın kendisi ve örgütü adına “takiye” yaptığını düşünenler olacaktır; ben onlardan değilim...

Barış ihtimalinin, iktidarını silahtan devşirenler üzerinde her zaman bir tedirginlik yarattığını bilmiyor değilim. Fakat bunun her şeyi açıklayan bir argüman olarak öne sürülmesini ve buna dayanarak“PKK’nın barış istemesi ontolojik olarak mümkün değildir, istiyor gibi görünse de bu bir taktiktir” türünden mutlakçı sonuçlara varılmasını barışın önündeki en büyük engellerden biri olarak görüyorum.

Mektubun sahibinin kibirden uzak, alçakgönüllü üslubunu ise savaştan çok barış isteyen bir siyasi liderin yaklaşımı olarak değerlendirdim ben.

Mektubun, kamuoyuna Taraf üzerinden yansıtılmasına gelince...

Bence bu özellik her şeyden önce Taraf’ın, çatışan taraflar karşısında aldığı pozisyonun ve izlediği gazetecilik çizgisinin genel hatlarıyla doğru olduğunu gösteriyor... Özetle, barış hedefine odaklanan, bu hedef doğrultusunda kendisini çatışan taraflardan birine “düşman” ya da “yandaş” hissetmeyen ve her iki tarafa karşı da “eleştirel” olabilen bir gazetecilik çizgisi bu...


Savaşı kim başlattı?

Karayılan’ın mektubunun ağırlıklı bir bölümü, Taraf’ın, çatışmaların yeniden tırmanmasında esas olarak PKK’yı sorumlu tutan editoryal çizgisine yönelik eleştirilerden oluşuyor...

Karayılan’a göre, Ahmet Altan müzakerelerin kesilmesini ve savaşın yeniden başlatılmasını “PKK kararları”na bağlarken yanılıyor... O da tıpkı Yasemin Çongar’a mektup yazan Aysel Tuğluk gibi, bunun “nüanssız” bir bakışın ve tek yönlü bir bilgilenmenin ürünü olduğu hususunda ısrarlı...


“Sizler tam da devletin Kürtlerin taleplerini karşıladığı aşamada işi bozduğumuzu iddia ediyorsunuz ama gerçekler böyle değildir. Savaşı başlatan taraf biz değiliz”
 diyen Karayılan, iddiasını temellendirmek üzere PKK’nın ateşkesi sürdürdüğü dönem boyunca (mart, nisan, mayıs 2011) askerlerin giriştiği muhtelif operasyonları sıralıyor ve bu operasyonlarda 49 PKK’lının hayatını kaybettiğini hatırlatıyor.

Türk medyası ne yazık ki çatışan taraflardan yalnızca birinin ölülerini haberleştirdiği, öbür tarafın ölülerini görmezden geldiği için, Türk kamuoyu seçim öncesini gerçekten de çatışmasız bir dönem olarak algıladı... Oysa “ora”yı başka kaynaklardan izleyenler biliyordu ki devletin operasyonları sürüyordu ve PKK birçok kayıp veriyordu.

Bu “çatışmasız” dönem, malum, aynı zamanda İmralı’da PKK lideri Öcalan’la görüşmelerin sürdüğü ve bir noktasında Öcalan’ın “Devletle anlaşmaya vardık, çatışmaya gerek yok” açıklamasını yaptığı bir dönemdi. Keza sonradan öğrendik ki aynı dönemde PKK ile devlet arasında başka görüşmeler de olmaktaymış.

Karayılan’a göre, bu operasyonlara ve ölümlere rağmen PKK yine de savaşı tırmandırmayabilirdi... Hatta, öne sürüldüğü gibi devlet “özerklik vereceğiz, anadil hakkı vereceğiz, Apo’yu serbest bırakacağız” noktasına gelmiş olsaydı Kürt sorunu “bir hafta içinde çözüm yoluna girer”di... (İlave edeyim: Karayılan mektubunda “bir hafta içinde...” öngörüsünü hem de sırf Öcalan’ın koşullarındaki düzelmeye bağlayarak bir kez daha tekrar ediyor.)

Fakat Karayılan’a göre tablo hiç de böyle değildi. Gerek Öcalan’a verilen protokol sözleri gerekse de MİT-PKK görüşmelerinde dile getirilen kimi vaatler sadece sözden ibaret kalmıştı ve tam bir oyalama taktiği devredeydi:


“Protokollerin bu hususları içerdiği doğrudur. Ancak devlet ve hükümet adına görüşmeyi yapan heyet, bu protokollere olumsuz yaklaşmamasına rağmen, hükümet bunlara cevap verme gereği bile duymamış ve üslubunu gittikçe sertleştirmiştir.”

Yani diyor ki Karayılan, evet, kâğıt üstünde bir şeyler yazılıydı fakat hepsi o kadar... Hükümet onların hayata geçirilmesi hususunda en küçük bir adım bile atmadı ve bir süre sonra atacağına dair de bir izlenim vermedi.

Onun yazmadığı fakat ima ettiği şey de şuydu: Biz, protokollerin hayata geçirilmesine dair umutlarımız nedeniyle bir süre tek yanlı kayıplara tahammül ettik, fakat bir noktada bu tahammül anlamsızlaştı ve biz de aptal olmadığımızı göstermek üzere hükümetin canını yakmaya karar verdik ve saldırıya geçtik...

Kürt tarafı süreci böyle okuyor ve bana öyle geliyor ki hakikatin bir bölümü de bu okumada yatıyor...


Gerilla realitesi ve gerçekçi çözüm

Karayılan’ın mektubu, “Kürt sorununun gerçekçi çözümü” masası üzerinde yer alacak ve devletin hazmetmesi gerekecek kimi yemekleri bir kez daha hatırlatması bakımından da önem taşıyor...

Karayılan’ın bu çerçevedeki sözlerine geçmeden önce mevcut duruma ve bu noktaya nasıl geldiğimize bir göz atalım...

Devletin Kürt sorunu karşısındaki tarihini, bu sorunun doğal parçaları olan muhtelif “realite”ler karşısındaki tavrının tarihi olarak da okuyabiliriz... Buna göre; devlet önce “Kürt realitesi”ni kabul etti, fakat uzun yıllar boyunca bu sorunu PKK’yı hiç muhatap almayarak çözebileceğini sandı. Oysa PKK bir realiteydi, Kürtlerin tamamını değilse bile, Prof. Mesut Yeğen’in formülasyonu ile “Kürt sorunu dairesindeki Kürtler”in çok büyük bir bölümünün temsilcisiydi.

Şimdi anlıyoruz ki, devlet PKK’yla beş yıldır gizlice görüşmekteymiş... Başka deyişle devlet aslında o“realite”yi de kabul etmiş durumdadır.

İşler somutlaştıkça zorlaşır... Bana öyle geliyor ki, devlet şimdi de “gerilla realitesi”ni kabul etmekte zorlanıyor.

Devlet nasıl ki Kürt realitesini kabul ettiği yıllarda Kürtlerin PKK’sız bir çözüme razı olabileceğini düşünüyordu; tıpkı onun gibi şimdi de PKK’nın, “gerilla”sız bir çözüme razı olabileceğini düşünüyor... Mesela şöyle bir şey: Öcalan ve PKK liderliği ile bir anlaşmaya varılacak, fakat içine girilecek barış döneminde yıllardır dağda savaşan gerillaların öne çıkmayacağı, hatta adeta buharlaşacakları bir formül bulunacak...

Ya da: PKK liderliği bir yandan devletle müzakereleri sürdürecek, bir yandan da devletin gerillaya karşı girişeceği operasyonlara ses çıkarmayacak, öyle ki bir gün bir uzlaşma noktasına varıldığında, gerillanın gücü önemli ölçüde kırılmış olacak.

Karayılan’ın mektubundaki şu satırlar, bütün bunların gerçekçi bir çözümün parçası olamayacağını açık bir biçimde bir kez daha gösteriyor:


“(...) Kürt sorununun çözümüyle gerillanın birbiriyle çok yakından bağlantısı vardır. Bunu görmeyenler gerçekçi çözüm yolunu da bulamazlar. Bu güç, özgürlük için dağa çıkmış, herhangi bir yenilgiyi yaşamadığı gibi, davasını milyonlara mal etmeyi başarmış bir güçtür. Böyle bir konumda olan bir gücün kendiliğinden dağıtılmasını bekleyemezsiniz. Ancak ve ancak Kürt sorununun çözümü temelinde bu gücün toplumsal yaşama dâhil edilmesi düşünülebilir. Bu da ancak diyalog ve bir toplumsal uzlaşmayla mümkündür.”

Başbakan Tayyip Erdoğan, partisine oy veren Kürtlerin sayısının yüksekliğine bakıp çok yanlış sonuçlara varıyor... Başbakan, “Kürt sorunu dairesindeki Kürtler”in bu “daire”de yer almayan ve AK Parti’ye oy veren Kürtler gibi düşünüp davranabileceğini mümkün gördüğü için olmayacak çağrılarda bulunuyor: Kâh BDP’ye “PKK’ya terörist demezseniz elinizi sıkmam” diyor, kâh Kürtleri BDP’den uzaklaşmaya çağırıyor.

Oysa bunların hiçbiri gerçekçi değil ve o nedenle hiçbirinden sonuç alamadı.

Gerçek şu ki, devlet, Kürtlerin legal partilerini kapatarak, önde gelen bütün siyasi figürlerini tutuklayarak ve PKK’yı kırarak Kürtlerin gönlünü kazanamaz, dolayısıyla Kürt sorununu çözemez.

Her zaman söylüyorum, benim anladığım şu: Hükümet ve devlet hâlâ Türklerle Kürtleri eşit göremiyor ve dolayısıyla Kürtlerin gerçek temsilcileriyle eşit bir müzakereyi içine sindiremiyor.

Bu hazımsızlık sürdüğü müddetçe Kürt sorunu çözülemez.


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums