Yalan temelli propagandanın işleyiş ilkeleri

  • 10.03.2015 00:00

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Umut Oran ile Fuat Avni mahlaslı sanal kahraman arasında geçtiği iddia edilen, 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan'a suikast düzenleneceğine dair 'doğrudan mesajlaşmalar', Twitter'ın gönderdiği bilgi ve belgelerle kesin olarak çöktü. Ortada, hakikate tekabül etme ihtimali imkânsız gibi görünen ve bir bölümü muhalefet kanadından gelen başka iddialar da var. Anlaşılan o ki, 7 Haziran 2015 günü yapılacak genel seçimlere kadar, böyle çok sayıda iddia üstümüze boca edilecek.

Bu yazıda, toplumsal algıyı abartılmış ya da düpedüz yalan enformasyonla (dezenformasyon) ve onun üzerine kurulmuş propagandayla (yalan temelli propaganda) şu ya da bu yönde manipüle etme gayretlerinin nasıl ve neden bu kadar sorunsuzca işlediğini analiz etmeye çalışacağız.

Dezenformasyon alanının aktörleri

Dezenformasyon alanının başlıca üç aktörü var: Dezenformasyonun üreticileri (ya da 'haber' kaynakları), dezenformasyonun tüketicileri(toplum) ve 'üretici'nin ürününün 'tüketici'ye aktarılmasında aracılık eden basın yani gazeteciler.

Dezenformasyon üreten kişi ya da gruplar, dünyanın her yerinde ortaya çıkabiliyor. Fakat bu soydan kişi ve grupların işinin en kolay olduğu ülkelerden birinin Türkiye olduğu muhakkak. Söz konusu kolaylık, gerek dezenformasyona mâruz kalan toplumun gerekse de dezenformasyonun topluma ulaşmasında aracılık eden gazetecilerin bu türden "heyecanlı" haberleri alımlamaya aşırı ölçülerde hevesli olmalarından kaynaklanıyor. (Bu hevesin nedenleri ve kaynakları başka bir bahis; bu yazının sınırlarının içinde değil.)

Türkiye'de toplumun aşırı ölçülerde kutuplaşmış olması ise bu hevesi neredeyse ihtiyaç haline getiriyor. Çünkü böyle toplumlarda kutuplar, hakikat yerine yüreklerini soğutacak şeyleri duymak isterler. Keza şu ya da bu kutupta yer alan gazeteciler de böyle dönemlerde hem kendilerinin hem de okurlarının yüreklerini soğutmayı her şeyin önüne koyarlar.

'İlk etki'nin önemi

Yalan temelli propagandaya başvuranlar, elbette propagandalarının temelini oluşturan dezenformasyonun açığa çıkmamasını isterler, ancak bu o kadar da önemli değildir. Çünkü bu faaliyette önemli olan "ilk etki"dir ve yalan ortaya çıksa bile "ilk etki"nin alanı içinde epeyce bir kalabalık kalacaktır. Yani dezenformasyonun "çökmesi", onu pompalayanlar açısından en fazla 'kârdan zarar' anlamına gelecektir. (Fakat unutmamak lâzım, bunun da bir ön şartı var: Gerçek bütün çıplaklığıyla birlikte ortaya çıksa bile onu kabul etmemek; aksi takdirde ortada hiçbir kâr kalmaz, hatta zarar edilir.)

Önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz: Fuat Avni-Umut Oran örneğine rağmen birileri yığınla başka dezenformasyonlar pompalayacaklar, bunlara inanan (ya da inanmanın ‘bizim’ için iyi olacağını düşünen) gazeteciler bulunacak ve toplumda da mutlaka bunların müşterisi olacaktır.

Peki, hangi koşullar bu sonucu doğuruyor? Gazeteciyi ve toplumu yalan temelli propagandaya bu kadar açık hale getiren, yaşanmış onca tecrübeye rağmen bir daha, bir daha aynı yollardan geçilmesine yol açan özellikler neler?

Her şeyden önce, girişte bir cümleyle ifade ettiğimiz kutuplaşma meselesi var. Bu, gazeteciler üzerinde de, toplum üzerinde de benzer sonuçlar üretiyor. Bunun dışında iki önemli noktaya daha işaret etmek gerekiyor:

a) Gazetecilerin, büyük bir haberle karşı karşıya kaldıklarında içine girdikleri çok özel psikolojinin yol açtığı "haberi fazla kurcalamama" şeklindeki meslek refleksi.

b) ‘Propaganda’yı 'yalan' ile bağlantılı bir faaliyet alanı olarak görme şeklindeki toplum algısı. Bu algı, yalan üzerine kurulu propaganda faaliyetlerini kısmen de olsa meşrulaştırıcı bir rol oynuyor.

Söylediklerimin epeyce kapalı olduğunun farkındayım. Şimdi bu üç noktayı sırasıyla açalım.

Kutuplaşma gazeteciye ve topluma ne yapar?

Toplumsal kutuplaşmanın parçası olmak, zamanla gazeteciyi siyasetçiye dönüştürür ve bir noktadan sonra gazeteci, habere hakikat ölçüsüyle değil, ideolojik yarar ölçüsüyle bakmaya başlar. Gazetecinin oradan, ulaştığı (kendisine ulaştırılan) haberin düpedüz dezenformasyon olduğunu bilmesine rağmen öyle değilmiş gibi davranmaya sıçraması hiç zor değildir ve işte o noktada gazeteciliğin en zelil mertebesine ulaşılmış demektir: Gönüllü dezenformasyon. (Dezenformasyonun klasik, 'masum' biçiminde, gazeteci olan bitenin farkında değildir, elindeki haberin doğru olduğuna inanmaktadır.)

Özetle: Toplumdaki kutuplaşmanın parçası haline gelmiş bir gazeteci, dezenformasyon kaynaklarının arayıp da bulamayacağı bir 'araç'tır ve onlar böyle gazetecileri çok severler.

Sarsıcı haberlerde gazetecinin şüphe eşiği düşer

Büyük, sarsıcı haberler, gazeteciler için büyük fırsat kapıları açabildiği gibi, şüphe eşiklerini aşağıya çekerek dezenformasyon kaynakları karşısında onları savunmasız da bırakabilir; dezenformasyon kaynakları gazetecilerin bu ruh halini çok iyi bilirler ve sonuna kadar istismar ederler.

Gazeteci de sonunda bir insandır ve ulaştığı kimi bilgilerle bir haberi nihayet kotarıp yazıişlerine iletme aşamasına geldiği an, haberini dayandırdığı bilgilerin sıhhatine ilişkin son bir kontrol yapma iradesinin en zayıf olduğu andır. (Son örneklerde olduğu gibi, haber doğrudan gazete yönetimine iletilmişse de aynı şey geçerlidir; bu durumda bütün bir yönetim kadrosu aynı ruh haline girer.)

Buradaki kaygı, "Ya haberim düşerse!" kaygısıdır ve bu kaygı, büyük ve sarsıcı haberlerde gazetecinin zihnindeki 'şeytan' rolünü çok daha etkili bir biçimde oynar. O kritik anda, bu kaygının yerini, "Ya yayımlandıktan sonra haberim doğru çıkmazsa!" kaygısının alması, kuşkusuz çok büyük bir olgunluk gerektirir. Bunu yapabilen bir gazeteci, icabında bir manşete imza atma şansını kaçırır ama okurlar karşısında mahçup duruma da düşmez.

Ama yukarıda dediğim gibi bu o kadar garip bir ruh halidir ki, yaşanmış onca tecrübeye rağmen, büyük ve sarsıcı bir haberle karşılaşan gazeteciler ya da gazete yönetimleri, mesleklerinin en büyük koruyucu kalkanı olan 'kuşku'yu devre dışı bırakırlar ve dezenformasyon kaynaklarının tuzağına düşerler.

'İnanma! Propaganda yapıyor...'

Geldik, dezenformasyonların ve onlar üzerinden yürütülen 'yalan temelli propagandalar'ın etkili olmasını sağlayan koşullardan topluma ilgili olanına...

Yukarıda, 'propaganda'yı 'yalan' ile bağlantılı bir faaliyet alanı olarak görme şeklindeki toplum algısından söz etmiş ve bu algının, yalan üzerine kurulu propaganda faaliyetlerini, kısmen de olsa, meşrulaştırdığını öne sürmüştüm.

Gerçekten de, propaganda deyince, malzemesi gerçek olan bir faaliyet alanından çok, malzemesi 'gerçeğin abartılmış hali' ve hatta düpedüz 'yalan' olan bir faaliyet alanı zihnimize geliyor. Özellikle siyasi propagandadan söz edildiğinde, bazı zihinlerde otomatik olarak 'yalan'a ya da en azından 'çarpıtılmış bilgi'ye dayanan bir şeyler canlanıyor; propagandanın hakikat temelli (de) olabileceğini algılamakta zorluk çekiyoruz.

Bu algının ne kadar yaygın ve köklü olduğunu, ünlü Mavi Kitap ile ilgili olarak Aralık 2006'da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yürütülen bir tartışma esnasında anlamıştım. Tartışmayı başlatan gelişme, 1915 olaylarını anlatan Mavi Kitap'ın, Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-18) düşman cephede yer alan Osmanlı İmparatorluğu'na karşı 'propaganda malzemesi' olarak kullanılmak üzere ünlü tarihçi Arnold Toynbee'ye ısmarlandığının İngiltere parlamentosunda dile getirilmesiydi.

Hiç unutmuyorum, dönemin CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ, bu tartışmayı izledikten hemen sonra soluğu TBMM'de almış ve bu ifadeyi Mavi Kitap'ın 'yalan'dan ibaret olduğunun kanıtı olarak sunmuştuMavi Kitap'ın 1915'in gerçeğini anlatmadığını, abartmalı, yalan vs. bir kitap olduğunu öne sürenler var fakat burada olan başka bir şey: Burada, kitabın böyle olduğu, sadece onun propaganda amacıyla yazılmasına dayanarak öne sürülüyor.

Propagandanın yalanla neredeyse bir ve aynı anlamda kullanıldığı bir siyasi ve toplumsal kültürde, propagandasının bir bölümünü yalan üzerine kuran birilerinin, en azından onları destekleyenlerin nezdinde ahlakî bir sorgulamaya tâbi tutulması beklenebilir mi? Beklenemez kuşkusuz. Yalan, böyle bir toplumda propagandanın neredeyse meşru bir parçasıdır çünkü.

Netice: Siyasal ve toplumsal kutuplaşma bu düzeydeyken... Gazeteciler, bu kutuplaşmanın bir parçasıyken ve sarsıcı haber heveslerinde bir azalma gözlemlenmiyorken... Nihayet toplum, propagandayı ‘gerçek’ten ziyade ‘gerçek olmayan’ üzerine kurulu bir faaliyet alanı sayarken, dezenformasyon kaynaklarının bu topraklardan daha çok ekmek yiyeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok.

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/yalan-temelli-propagandanin-isleyis-ilkeleri

.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums