Sevan Nişanyan / Akıl, enerji, öfke, tutku…

  • 24.01.2014 00:00

sevan-nisanyan

 SUNUŞ

Birkaç yıl önce bana, köye uğramış bir gece kalmıştı. Sabah kahvaltıda ona tam emeklilik hayalimi anlattım:

“Sabah yataktan kalkıyorum, yapacak hiçbir şey yok. İstersem akşama kadar bahçede uzanıp gökyüzünü seyredebilirim.”

Sevan’ın cevabı: “Ben o yataktan kalkamam ki!… Kalktığımda kafamda en az 10 iş olmalı ki o günün akşamını getirebileceğime inanayım…”

Sevan böyle biri… Çalışacak, didinecek, üretecek, sonuç alacak… Ancak böyle mutlu olan, ancak böyle hayatını anlamlı kılabilen biri…

Onun bu yanını çok iyi bildiğim için, şu anda cezaevinde yaşadığı hayatı öğrendiğimde içim cız etti. Hele ki son mektubunun son cümlesini okuduğumda: “Günden güne küçüldüğümü hissediyorum…”

Ona bu cümleyi yazdıran cezaevi hayatını da kendi satırlarıyla özetleyeyim (Sevan’ın, oğlu Tavit’in yönettiği sosyal medya hesapları üzerinden takipçileriyle paylaştıklarını bana gönderen Özlem Yağız’a teşekkürlerimle):

1 Ocak

Yarın hapse giriyorum. Süre belli değil; tahminimce iki yıldan kısa olmayacaktır. Açık cezaevi mi kapalı mı emin değilim. Bilgisayar ve haberleşme imkânları nasıl olacak bilmiyorum.

(…)

4 Ocak

Torbalı Açık Cezaevi’nin kütüphanesini adam etmek için Dersim Ovacık’lı Mehmet ile kolları sıvadık. Bol kitaba ihtiyacımız var. Roman, siyaset, tarih, okul kitabı, çocuk kitabı her şey olur. Özellikle yayıncı dostlarımızın yardımları makbule geçecek. Adres: Torbalı Açık Cezaevi, İzmir.

9 Ocak

Kitap yağmaya başladı. 3 günde 400′e yakın kitap geldi. (…) Nasıl tasnif edeceğiz, nereye sığdıracağız diye tartıştık. Telefonlar ettik, yer karosu gelsin, kitap rafı gelsin, masa sandalye gelsin.

Bugün müdüriyetten çağırdılar. Meğer yasakmış. Müdür beyler tedirgin olmuşlar. “Gerekirse devletimiz gönderir, senin üzerine vazife değil” dediler. Gelenleri de iade edeceklermiş.

Heyhat, güzel kitaplar vardı halbuki.

12 Ocak

Gözümüz aydın, kitap bağışına izin çıktı! Dünkü gazetelerde çıkan haberler burada paçaları tutuşturdu. Üstüne bakanlıktan telefon gelmiş, “Hop, ne oluyor” diye. Havalar birden değişiverdi.

(…)

CEZAEVİ MEKTUBU-4

Bilgisayar kesinlikle yasakmış. Internet? Allah muhafaza! Adam “yazarmış”, yazı mazı yazar, gene amirlerimizden fırça yeriz. Yasakla gitsin.

Kütüphane işine de çok bozuldular. 700 küsur kitap gelmiş. Onları günler boyu tek parmak daktiloyla demirbaş kaydına geçireceğiz diye harcadığı mesaiye mi yansın, bakanlıktan yediği fırçaya mı yansın? Mesai saatleri dışında kütüphaneyi kullanmamızı yasakladılar.

Ne yapalım, biz de koğuşta pinekliyoruz. Mardinli Selman’ın esprilerine gülüyoruz. Cafer Usta’nın Kazablanka maceralarını dinliyoruz. 4. Koğuştaki iktidar savaşını (180. kez) analiz ediyoruz.

Günden güne küçüldüğümü hissediyorum.

Geçtiğimiz yıl bugünlerde Yeni Aktüel için kaleme aldığım Sevan Nişanyan portresinin giriş bölümü şöyleydi:

“’Güzel’ tutkusu, akıl, öfke, mücadele… Bütün bunlar tamam da, Sevan Nişanyan demek, onlardan ve her şeyden önce bitmez tükenmez bir enerjidir: Aktif olmadan var olamayan bir adamla karşı karşıyayız…”

Aktif olmadan var olamayan bir adam günden güne küçülmez de ne olur?

İşte benim gözümden Sevan Nişanyan…

                                                                           ***

O anda acaba başka kim o kadar sakin kalabilir?..

Sevan Nişanyan, Şirince’deki ruhsatsız minik otelini kapatmak için gelen jandarmalara karşı içerde, koltuğuna kurulmuş olarak direnmektedir. Oda dolusu jandarmalardan ikisi Nişanyan’ı kollarından tutmuş kaldırmaya çalışmaktadır. Öyle bir anda, hadi geçtik silahlı jandarmaların insan üzerinde yaratması normal olan gerilimi, insanın suratında, fizikî güç harcıyor olmaktan dolayı bir gerilim oluşur. Fakat hayır, Nişanyan sanki bir film izlemektedir; belki en fazla bir gerilim filmi… Bacak bacak üzerine atılmış, elller -sağ elde bir sigara olmak suretiyle- bilekten birleştirilmiş olarak sakince kucağa bırakılmıştır.

Fotoğrafı görmeseydim ve bana böylece anlatılsaydı, “onu tanıyorsunuz” tüyosunu almak koşuluyla tahminimi hemen yapıştırırdım: Sevan Nişanyan!

Haklılık duygusuyla dopdolu olduğu apaçık fotoğraftaki adamın gerçekte yasal olmayan bir iş yaptığını bildiğini de ekleyeyim ki Nişanyan’ın ne kadar “tuhaf” bir adam olduğu iyice çıksın ortaya.

Peki bu nasıl olmaktadır? Gayet basit: Çünkü o, haklılık duygusunu “yasallıktan” değil, ölçülerini kendisinin koyduğu bir meşruiyet algısından alır. Bu meşruiyet algısının kaynağı “güzellik”tir. “Güzel” bir şey yaptığına inanıyorsa, onun “yasa dışı” olmasının hiçbir önemi yoktur. Nişanyan onu yapar, ceremesini de çeker.

Onun “güzel”le ilişkisini kavramadan “tuhaflıklarını” anlamlandırmak imkânsızdır.

Sondan bir önceki “marifet”i kaya mezarını, son “marifet”i olan otobiyograik kitabı Aslanlı Yol’da anlatırken şöyle sormuştu:

“Seni esir alan nefsini, köle kılan çıkarını ve sosyal mecburiyetleri hepten bir kenara itip bir şeyi sadece ‘güzel’ olduğu için yapabiliyor musun?”

Denklemin unsurları

Fakata sadece “güzel”den giderseniz de anlayamazsınız Nişanyan’ı…  Denklemi çözebilmek için, belki ondan da güçlü başka bir motivasyon kaynağı olan “mücadele” ve “kavga”yı da işin içine katmalısınız. Zaten kaya mezarı projesinini motivasyon kaynaklarını sayarken, “felsefi boyut”tan (güzellik) önce bunu zikreder…

2008′in mayısında Emniyet ve Jandarma, kendisine suikast düzenleneceğine dair çok kuvvetli istihbarat aldıklarını ve artık korumalarla dolaşması gerektiğini söylerler (2011′de Kafes Eylem Planı açığa çıkınca mesele aydınlanacaktır). Kaya mezarını yapmaya işte o günlerde karar verir:

“Öleceksem bari şanımla öleyim, dedim. Amerikan filmlerinde gördüğümüz şık bir el hareketi vardır, ortaparmağı kaldırmak suretiyle yapılır. O el hareketinin kalıcı ve güzel bir örneğini yapmaya karar verdim.”

Muazzam bir enerji

“Güzel” tutkusu, öfke, mücadele… Bütün bunlar tamam da, Sevan Nişanyan demek, onlardan ve her şeyden önce bitmez tükenmez bir enerjidir: Entelektüel boyutlu ya da değil, aktif olmadan var olamayan bir adamla karşı karşıyayız… Sadece kendi bildiklerinin pratiğini yaparak ve bununla yetinerek yaşayabilecek biri değil o. Usanıyor bir süre sonra ve “başkaları olarak” olmayacak yeni maceralara girişebiliyor.

Ben, neredeyse rutine ve monotonluğa övgüler düzecek kadar yavaşlık delisi bir adam olarak bir gün ona, “uyandığımda yapmam gereken hiçbir şeyin olmadığı günlerin gelmesini istiyorum” dediğimde bana verdiği cevabı hiç unutamıyorum: “Öyle bir durumda ben o yataktan kalkamam ki!”

Yeterince açık ve vurguluydu sözleri, fakat ben yine de otobiyografisinden yapıp ettiklerini, girip çıktığı işleri, seyahatlerini, maceralarını okurken nefessiz kaldığımı hissettim. O kadar enerjiyi nereden, nasıl devşirdiğine şaştım kaldım.

Bunlardan sadece birini anlatayım…

1989′da Alman kız arkadaşıyla Mainz kentinde buluşur. Kısa bir süre sonra Berlin Duvarı yıkılır. İkili, “sosyalizmin yıkıntıları arasında” dolaşmaya karar verir. Görürler ki her ulus biribirine düşman, müthiş bir milliyetçilik… Sevan, “barbarlara medeniyeti öğretmek görevimiz” diyerek dili döndüğünce “yanılgılarını izah etmeye” çalışır.  Bu arada şunu da gözler: Bu “milliyetçiler”in çoğu, kendilerini ABD’ye ve Batı’ya atıp paçayı kurtarmanın yollarına bakmaktadır.

“Vize verirler mi bana? Sen yolunu bilirsin!” soruları ânında ışığı yakar zihninde:

“Budur, dedim. İnsanlar hizmet istiyor madem, hizmet edeceksin. Mainz’a döndüm. Bir büro tuttum. Kosova’da ve Bükreş’te yerel gazeteye üçer satırlık bir ilan verdim: Vize danışmanlığı, başka bazı hizmetler. İnanması zor ama altı çuval mektup geldi. (…) İstanbul’a dönüp evimi kapattım. Oradan New York’a geçtim. İki-üç ay kalıp işin oradaki altyapısını hazırladım. Mevzuatı inceledim, gediklerin buldum. Bir çöpçatanlık bürosuyla anlaştım. Küçük ilanlar piyasasını araştırdım. Şirket kurdum, vergi kaydı aldım. Varşova’ya gittim. Orada bir danışmanlık şirketiyle anlaştım. Sonra Prag. Arada Tiflis Erivan, Bakü. Gene Mainz.”

Metin buradan, “sonuçta yapamadım ama” diyen yeni bir paragrafa geçtiğinde rahatladığımı hissettim. Nişanyan’ın enerjisi beni yormuştu çünkü. Paragrafın devamını o memnuniyetle okudum:

“Devamını getiremedim. On sene öncesi olsa getirirdim, uluslararası yalnız kurtluk kariyerine intibak edemeyecek kadar yorgundum artık.”

Bu yorgunluk ve evsiz barksızlık duygusuyla Türkiye’ye kesin dönme kararı alır. Bir yıl sonra da Müjde Tönbekici’yle tanışacak, hayatında yeni bir sayfa açılacaktır.

Evlilik ve Şirince

Tanışırlar, çok kısa bir süre içinde evlenirler (1992), üç yıl sonra da Şirince’ye yerleşirler.

Sevan-Müjde evliliğine biraz daha yakından bakmamız gerekiyor, çünkü buradan, Sevan Nişanyan’ın yalnız siyasal otoritelerle ilişkilerinde değil, özel ilişkilerinde de haklılık duygusu çok yüksek ve otoriter bir şahsiyet olduğunu çıkartabiliyoruz.

Sevan Nişanyan, görünüşünden anlaşılması bile aslında duygusal kapasitesi çok yüksek bir adam… Fakat hayatını kurarken duyguları pek iplemez, akıl her zaman ön plandadır.

Otobiyografisinde anlattığı evlilik öncesi Sevan-Müjde diyalogları, aklın onun hayatındaki yerini ve önemini çok güzel betimliyor:

“(…) Bu evliliği bir sanat eserine çevirmemiz lazım, beraber büyük işler yapmamız lazım, bir hayat tarzı yaratmamız lazım, öyle ki bırakıp gitmenin bedeli dayanılmayacak kadar ağır olsun. Buna var mısın? Varım.”

Evliliğini -kendi kelimeleriyle- “kusursuz evlilik” olarak, örneği görülmemiş bir “güzellik” olarak kurmak istiyordu. Tasarladığı şey bir tür “inşaat”tı. Harcını “akıl” ve “enerji”nin oluşturduğu “güzel” bir inşaat!

Fakat bir yerde Sevan varsa, orada “öfke”nin olması da kaçınılmazdır. Aslında, evlilik öncesi diyaloglarda bu da vardı:

“Senden bir tane büyük ricam var dedim. Yalvarırım benimle kavga etme. Asla etme. Bir kere bile etme. Çünkü ben kavgada acımasızım. Köprüleri çok kolay yıkarım. Terk edip gitmenin özgürlüğüyle sarhoş olan birini kavgada yenemezsin. Seni sıfırlar geçer. Sırf zevki için kavgayı tırmandırır, tahmin bile edemeyeceğin seviyelere taşır.”

Ardından, “Yazık ki anlaşma öyle yürümedi. Belki de imkânsızdı, kim bilir?” diyor Sevan Nişanyan.

Tabii ki imkânsızdı. Nitekim on beş yıl sonra Müjde Nişanyan’a karşı o dramatik eylemi gerçekleştirecek ve ipler kopacaktı.

Müjde Nişanyan, ayrılmalarından sonra bu olayı anlatırken şöyle demişti: “Geçen gün Sevan bana, ‘aynı şeyi sen yapmış olabilirdin, sence benim tepkim böyle mi olurdu?’ dedi. Çok komik bulurmuş, güler geçermiş. Ben de döndüm dedim ki, ‘böyle bir şeyi ben sana yapsaydım, sen beni silahla kovalardın Sevan!’”

Doğrusu ben, öyle bir durumda Sevan’ın ne yapacağı hususunda Tönbekici’nin sözlerinin gerçeğe çok daha yakın olduğunu düşünüyorum.

Sevan, diyorum, keşke o muazzam enerjisinin bir bölümünü de kendisini tanımaya ayırabilseydi.

http://serbestiyet.com/sevan-nisanyan-akil-enerji-ofke-tutku/

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • LUCY
    LUCY
    19.01.2012 14:02

    ELLERINIZ SAGLIK SAYIN MIROGLU LUTFEN YILMAYIN KALEMINIZI SUSTURMAYIN SIZIN GIBI ZIHNIYETE HERZAMANKINDEN DAHA COK IHTIYACIMIZ VAR BIZLERIN SESI SIZ VE SIZINGIBI AYDINLAR BU ARADA GECENLERDE ASKERDE ARKADASI TARAFINDAN ERMENI OLDUGU ICIN SAKA JLE VURULUP KATILI KORUNAN GENCI DE UNUTMAYALIM

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums