‘Milli’ habercilik...

  • 8.03.2013 00:00

 Milliyet gazetesinin yayımladığı “İmralı notları”, kadim bir gazetecilik tartışmasını bir kez daha bütün ağırlığı ve karmaşıklığıyla önümüze seriverdi.

Sözünü ettiğim “kadim tartışma” kabaca şu sorunun cevabını arar: Gazetecinin eline geçen gerçek bir haber “milli çıkar”larla çelişki içindeyse, gazeteci o haberi ne yapmalıdır? Yayımlamalı mıdır, yayımlamamalı mıdır?

Tartışmanın “yayımlamamalıdır” tarafında yer alanların argümanı açık, o nedenle işin o kısmını geçiyorum.

Tartışmanın “yayımlamalıdır” tarafında yer alanlar ise, “milli çıkar” diye bir şeyi tümüyle inkâr ettiklerinden değil, belli bir tarihsel anda “milli çıkar”ın hangi gazetecilik tutumuyla örtüştüğünün bilinemeyeceği gerçeğinden hareket ederler.

Bir başka argüman da şudur: Ortada kamusal nitelikli (yani hepimizin hayatını ve geleceğini ilgilendiren) bir haber varsa, bunun birkaç kişinin bilgisi dahilinde gizli kalmasındansa, kamusal bilgi hâline gelmesi, hepimizin hayrınadır. Çünkü bu sayede o hakikat üzerinde tartışabilir, anlamını çözebilir, etki mekanizmalarını yönetebiliriz... Aksi takdirde, “toplumsal iyi”nin ne olduğuna karar verecek sınırlı sayıda insanın iradesini kabul etmek zorunda kalırız.

Elbette bunu da mutlaklaştırmamak gerekir... Bazen karşımıza öyle haber örnekleri çıkabilir ki, yayımlanmaması, yayımlanmasından daha hayırlı toplumsal sonuçlar üretebilir. Fakat buna da ancak, gizlenmek istenenin fâş edilmesini izleyen tartışma sürecinin ardından karar verebiliriz.


Uç örneklerle tartışmak...


“Milli çıkarlar gazeteciliği”
ni “uç örnekler” üzerinden savunanlar da var...

Bence, muhatabını böyle örnekler üzerinden sıkıştırmaya çalışan biri, basın özgürlüğünün sadece“milli çıkarlar” nedeniyle değil daha birçok gerekçeyle kısıtlanmasından yana olan biridir; basın özgürlüğüne karşıdır, fakat bunu “milli çıkarlar” gibi hassasiyetler üzerinden gizlemektedir.

Basın özgürlüğünün “milli çıkarlar” gerekçesiyle sınırlanabileceğini, yahut gazetecilerin bu gerekçeyle kendi kendilerini sınırlamaları gerektiğini savunanların bu çerçevede başvurdukları “uç örnek”lerden biri kabaca şöyle bir şeydir:


“Savaş muhabirisin, ülkenin deniz kuvvetleri bir adaya çıkarma yapıyor ve sen çıkarmanın ne zaman nereden yapılacağını öğrendin; yazar mısın yazmaz mısın?”

Siyasi-ideolojik tartışmalarda, bilhassa da özgürlükler ve haklar bahsinde uç örneklerin demokratik-insani prensipleri savunanların karşısına çıkartılması tesadüf değildir. Çünkü bu prensipleri doğrudan inkâr etmek ya da onlara karşı çıkmak zordur.

Uç örnekler bahsini tartıştığım eski bir yazımda “mesela” kabilinden bir örneğe başvurmuştum:


“Mesela, gerçekte işkencenin zaman zaman başvurulabilecek bir araç olduğuna inanan, fakat bu fikrini açıklıkla ifade edemeyen biri için uç örneğe başvurmak, tartışmada kurtarıcı olabilir. Şöyle der mesela: ‘Tamam, ben de karşıyım işkenceye, fakat söyle bakalım: Büyük bir kentin içme suyuna zehir katacak ve böylece onbinlerce insanın ölümüne yol açacak bir çetenin elemanı geçti polisin eline... Söyle şimdi, polis bu adamı işkenceyle konuşturmaya kalksa itiraz eder misin buna?’


“Benim için işkencede ‘uç örnek’ arayışına girmiş biri, ağzındaki baklayı çıkarmış biridir. O kişi o ağızla kuş tutsa, beni işkenceye gerçekten karşı olduğuna inandıramaz.”

Aynı şeyi, “milli çıkar” deyince akan suların durması gerektiğine inananların verdiği çıkartma gemisi-ada örneği için söylüyorum...

Diyeceğim şu ki, bu meseleyi de tıpkı işkencede olduğu gibi uç örnekler üzerinden tartışamayız... Uç örnekler üzerinden hiçbir şeyi tartışamayız, hiçbir ortak değer üretemeyiz.


Erdoğan “milli basın” isteyen ilk başbakan değil!

Öte yandan şunu da belirtmeliyim: “İmralı notları” etrafında öyle bir atmosfer doğdu ki, sanki Başbakan Erdoğan dünyada basından “milli hassasiyet” isteyen ilk başbakandır ve bu da bir kez daha onun otoriter-baskıcı yanlarını gözler önüne sermiştir.

Bu da yanlış.

Basın özgürlüğünün en ileri olduğu ABD ve İngiltere gibi ülkeler, “iktidarların ‘milli’ politikalarına ters düşen” haberleri nedeniyle başkanların, başbakanların hışmına uğramış gazetecilerle doludur.

Buna en iyi örnek, bugünlerde sıkça sözü edilen Domuzlar Körfezi Çıkarması’dır (1961):


ABD Başkanı Kennedy
, ABD’deki Kübalı mültecileri kullanarak Küba’ya müdahale kararı alır.Washington Post kararı istihbar eder, haber hazırlanırken Kennedy’den bir ulak gelir: “Bu, milli bir meseledir, yayımlarsanız sizi mahvederim...” Haber yayımlanmaz, Domuzlar Körfezi Çıkarması başarısız olur, ABD büyük bir utanç içine girer... Yıllar sonra Kennedy, Washington Post’u ziyaretinde“Keşke o haberi yayımlasaydınız” der, “böylece biz çıkarmadan vazgeçmek zorunda kalsaydık ve o utancı yaşamasaydık... Meğer ABD’nin çıkarı o haberin yayımlanmamasında değil, yayımlanmasındaymış...”


BBC
 de tarihi boyunca İngiltere başbakanlarınca “milli hassasiyetleri gözetmemek”le suçlandı: İkinci Dünya Savaşı’nda Churchill tarafından “faydasından çok zararı olmakla”, Süveyş Kanalı krizinde Eden tarafından “gayrı milli bir tutum takınmakla”, Falkland savaşında Thatcher tarafından “İngiliz yayın kanalı mı, Arjantin yayın kanalı mı olduğunun anlaşılamamasıyla...” itham edildi.

***


Selim Yavuz’un ‘mektup’a cevabı


1 martta bu köşede, 9 Mart 1971 “solcu” darbe girişimine katılan bir askerin damadının, Balyoz davası hükümlüsü Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’un oğlu ve avukatı Mehmet Selim Yavuz’a benim aracılığımla gönderdiği mektubu yayımlamıştım.


Selim Yavuz, o mektuba kendisinin verdiği cevabı da yayımlamamı istedi benden. İsteğini yerine getiriyorum...


Sevgili (...) Bey,

Mailiniz için teşekkür ederim. Tabii ki mailinizde belirttiğiniz gibi isim ve olaylar aramızda kalacaktır.

İki olay arasında paralellik kurmanızı anlıyorum. Çok benzer iki davada yakın gördüğünüz iki davranışın sözkonusu olduğunu (olabileceğini) söylüyorsunuz. Haklı da olabilirsiniz. Sonuçta herkes kendi bilgi ve tecrübesi ile olayları değerlendirir.

Sizin yanılmış olmanızı dileyerek beni asıl ilgilendiren şu kavramları dikkatinize sunmak istiyorum:

Aklı ve kalbi ile hareket eden hiç kimse “bu soruşturmalar yapılmamalıydı” diyemez. Dememelidir. Darbe bir suçtur ve sonuna kadar kovuşturulmalı ve yargılanmalıdır.

Ancak yine aklı ve kalbi ile hareket eden hiç kimse darbe yargılamalarında “şüpheli deliller ile mahkûmiyet kararı verilebilir” veya “tanıklar dinlenmeden mahkûmiyet kararı verilebilir” veya “ayağıyla mahkemeye gelen sanıklar tutuklanmalıdır” da diyemez. Dememelidir. Göz göre göre adaletsizlik üretmek de en az darbe kadar kötü bir şeydir. Çünkü o adalet hepimize lazımdır. “Ulvi” amaçlar için bile olsa adaletin su katılmışının kimseye faydası yoktur.

Balyoz davasının yargıcı Ömer Diken’e aynen şu sözleri telaffuz ettim : “Eğer ki siz tanıkları dinleyip şüpheli delilleri bilirkişiye göndermiş olsaydınız, buna rağmen ben bu vicdani kanaate ulaştım deseydiniz benim size söyleyecek hiçbir sözüm yoktu. Dönüp arkamı giderdim. Ama bunları yapmadınız, dolayısıyla vereceğiniz karar ne adil ne de meşru olacaktır.”

(...) Bey,

Ben bu davada babamın haksız yere düşürüldüğü durum kadar adaletin düşürüldüğü durumdan da rahatsızım. İnsanların böyle olaylar karşısında kamplaşıp hiçbir günahı olmayan “adalet”i es geçmelerinden rahatsızım. Takım tutar gibi taraf tutmalarından rahatsızım.

Umarım bir gün karşılaşırız ve size bunları yüzyüze anlatma fırsatım olur.

Görüşmek dilekleriyle. (Mehmet Selim Yavuz)


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums