Dağdan onurlu iniş...

  • 12.02.2013 00:00

 Şimdi adını hatırlayamayacağım bir Avrupalı reklamcı, “Reklamcılar mutlu insanları sevmez”diye yazmıştı bir kitabında, “çünkü mutlu insanlar çok az tüketirler”.

Acaba diyorum, benzer bir şey gazeteciler için de öne sürülemez mi? Yani, yapılan işin niteliğinin belirlediği bir “meslek doğası”ndan gazetecilik mesleği için de söz edilemez mi?

Gazetecilerin huzurlu, sakin, kendi hâlinde insanların dünyasından değil de kavgacı, gürültücü, saldırgan insanların dünyasından beslendiği, bir vakıa... Eh, bu durumda reklamcıların “mutlu insanlardan hoşlanmamaları”na benzer biçimde, gazetecilerin de huzurdan, sakinlikten hoşlanmamaları “normal” değil mi?

Bakmayın böyle kuşku duyuyormuş da sorularla yoklama çekiyormuş hâllerime: Tabii ki gazetecilerin kahir ekseriyeti huzurdan çok huzursuzluktan; sessizlikten çok gürültüden; barıştan çok savaştan hoşlanır.

Medya, dünyanın her tarafında böyle, fakat galiba bazı ülkelerin medyası daha fazla böyle; bizimki dâhil....

Bir savaş ihtimali belirdiğinde (ille “bizimkilerin” savaşı olması gerekmiyor) hangi ülkenin medyası birinci sayfalarını savaş uçaklarıyla, komandolarla, “teknoloji harikası” silahlarla donatıyor?

Otuz yıldır süren kendi iç savaşımıza bakalım... Medyanın barışçı bir inisiyatif aldığını hiç gördünüz mü? En fazla, siyaset bir inisiyatif aldığında ona köstek olmamak anlamında “barış yanlısı” olabiliyor.

Neyse ki iyi, vicdanlı şairler var, ruhları gazetecilere benzemeyen; huzur, sakinlik ve barış diye inleyen...

Onlardan biri, belki de başta geleni, her pazartesi gazetemizde şiirlerini sizlerle paylaşan Cahit Koytak...

Cahit Koytak’ın önceki pazartesi yayımladığı Dağdan Onurlu İniş adlı şiiri yalnız şair şefkatinin değil, politik cesaretin de bir örneğiydi bence.

Şiir, Taraf’ta ne yazık ki bir hata nedeniyle Dağdan Onurlu İniş adıyla değil, Koytak’ın Taraf’ta yayımladığı şiirlerin ortak başlığı olan Yoksullar ve Siviller İçin Tezler adıyla yayımlandı.

Hem bu hatayı düzeltmek için, hem de ola ki o gün okuyamayanlar vardır diye bu harikulade şiiri bir kez de bu köşede yayımlamaya karar verdim...


Dağdan Onurlu İniş

                  
Gülün, gülün, gülün ne olur!
Yüksek sesle, kahkahalarla gülün!
Gülün, çünkü gülmeyi kimse yasaklayamaz.
Balkonlara, pencerelere çıkın ve gülün!
Sokaklara, meydanlara dökülün
Ve gürül gürül yüksek sesle,                                     
katıla katıla gülün!

Gülün, çünkü gülmek herkesin ana dili,
Gülün, çünkü gülmek ve ağlamak, 
Kandil’den Ankara’ya, Zaho’dan Ankara’ya, 
Çin’in Sincan’ından Gazze’ye,
Gazze’den Arizona’ya kadar herkesin anadili!

Dağlardan inin ve inerken gülün!
Mağaralardan çıkın 
Ve çıkarken gülün, kocaman                            
kocaman kahkahalarla!
Dağdan taş yuvarlar gibi değil ama,
Yoksul ve cefakâr halkınıza
Balya balya düş yuvarlar gibi gülün,
Kimsenin bozamayacağı düşler!

Dağ gibi kahkahalarla gülün, dağ gibi gülün!
Dağları yürütür gibi gülün!
Dağları kahkahalarınızın içine gömün
Ve şehre dağlarla yürüyün, 
Yürüyen dağlarla, 
Yürürken gülen, gülmekten kırılan dağlarla!
Yürüyen dağ gibi kahkahalarla!

Silahlarınızı dağda bırakın,
Öfkelerinizi, kinlerinizi dağda bırakın,
Yitip giden yıllarınızı dağda bırakın,
Yahut dağda bırakmayın, yolda bırakmayın, 
Kahkahalarınızın içine gömün onları da,
Dağ gibi kahkahaların içine gömün!

Ve her gülüşünüzde, her kahkahanızda, 
Her gülerek hayata katılışınızda,
Bir göğüs dolusu hıncı, 
Cıgara dumanını dağıtır gibi şöyle 
Başınızın üstünde dağıtıverin ellerinizle! 
Ve sonra daha iştahla gülün, daha gürül gürül,
Gülmekten daha çok tad alarak!

Baharda ses sese katarak dağlardan inen                                         
coşkulu derelerle, 
Derelerin şen kahkahalarıyla,
Ergen kıkırdayışlarıyla inin ovaya!

Gençliğinizi, yaşanmamış hikâyelerinizi,
Yaşanmamış sevdalarınızı,
Ümitlerinizi, ülkülerinizi, türkülerinizi
Dağ gibi ulu, dağ gibi soylu,
Dağ gibi sessiz kahkahaların içine gömün;
Ve gülün, gülün, gülün, katıla katıla gülün,
Çağlaya çağlaya gülün,
Çoğala çoğala, gülün!

Gülerek inin şehirlere!
Kiminiz gönlün mekteplerine,
Kiminiz gönlün mabetlerine,
Kiminiz gönlün meyhanelerine!

Ve hepiniz, hepiniz koyunlarınızda, asla,
Kahır yaraları, TNT kalıpları,                            
cehennem pas’portları 
Panayırlarda ölüm satmaya değil,
Hayata hayat katmaya,
Hayata onur ve değer katmaya,
Daha çok onurla, daha çok sevdayla                                     
yaşamak için inin
Gönlün bağlarına, bağçalarına!

1 Şubat 2013


Yoksullar Ve Siviller İçin Tezler
 Kitabı

***


Seçimde “koyun”lardan yine medet umacak mı?

Bekir Coşkun, halka “koyun” demeyi çok seviyor... 12 Haziran 2011 genel seçimlerinin ardından, çok sinirlendiği halkı şöyle paylamıştı:


“(...) Yine de AKP oyları arttığına göre... Nasıl anlatılır?.. Bazen anlatamazsın... Yani anlatılacak gibi değilse, neresini anlatacaksın?.. Bocalarsın... Uykusu kaçar insanın... O durumda koyunları sayacaksın...”
 (Cumhuriyet, 14 Haziran 2011).

Bekir Bey geçenlerde kaleme aldığı bir yazısında koyun esprisini yeni ilavelerle zenginleştirdi. AK Parti’nin “AK”ıyla, “AK”ın ardından giden “koyunlar” esprisi üzerinden Türkiye’ye yeni bir ad bile önerdi: Akkoyunlular devleti...


“Akkoyunlular... Anadolu’da ilk Türk devletlerinden birisiydi... Kafkaslar’dan gelip Mardin, Urfa, Bayburt civarına
 yerleştiler... 1400’ler... Yeni yani... Bayraklarının üzerinde koyun resmi vardı... ‘Ak’ zaten var... ‘Koyunlar’ı arkasına koyun... Yepyeni oldu size...” (Cumhuriyet, 6 şubat).

Bekir Bey’in son “koyun” esprisi eminim Cumhuriyet okurlarının yağlarını eritmiştir... Olsun, helalleri hoş olsun.

Bu arada Bekir Bey de hakaret ettiği özne anonim olduğu için hiçbir hukuki riske katlanmadan yaşadığı“katharsis”in keyfini sürüyordur... Olsun, onun da helali hoş olsun...  

Fakat bu hikâyede benim anlayamadığım bir şey var: Bekir Bey, seçim sonrası hakaret ettiği“koyun”ların seçim öncesi kendisi gibi (yani insan gibi) davranmasını ve iktidardaki “kurt”a haddini bildirmesini bekliyor.

Mesela 12 Haziran 2011 seçimden iki gün sonra ancak “koyunları sayarak” uyuyabilen yazar, seçimden beş gün önce “koyun”lara şöyle seslenebilmişti:


“İyi bakın... Görün... Bilin... Direnin... Herkese söyleyin... Bu kez daha farklı; son yumruğu vurmak, son gözü oymak, son başı koparmak, son sesi boğmak için geliyor nefret... Kazanmasına izin vermeyin nefretin...”
 (Cumhuriyet, 7 Haziran 2011).

Bir önceki seçime, 29 Mart 2009’daki yerel seçimlere bakalım... Sonuçlardan yine memnun olmayan Bekir Bey, halktan intikamını bu defa “akılsız”la almıştı:


“Seçimler sadece akılsız insanlar ile akıllı insanların sayımıdır, genelde birinciler kazanır...”

Oysa aynı Bekir Coşkun, seçimden bir gün önce “Orada kimse var mı” diye soruyor, “koyun”lardan medet umuyordu. (Hürriyet, 28 Mart 2009).

İşte ben bunu anlayamıyorum... Bu halk “akılsız”sa, “koyun”sa, Bekir Coşkun ile onun yazdıklarından bir tür orgazmik haz duyanlar nasıl oluyor da her seçimin arifesinde ümide kapılabiliyorlar?

Öyle ya, madem seçmen “bidon kafalı”“göbeğini kaşıyor”“akılsız”, ve “koyun”... Eh, o zaman Bekir Bey’in ve takipçilerinin, onların yeni seçimde de “yanlış parti”ye oy vereceklerini kabul etmeleri gerekmez mi?

Koyun olmadıklarına ve insan gibi muhakeme yapabilme yeteneğine sahip olduklarına göre?

alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums