Şerafettin Elçi için...

  • 28.12.2012 00:00

 Ümit Fırat, “Kürtlerin bu memlekette bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabildikleri; durum böyleyken hâlâ ayrımcılıktan söz etmelerinin anlaşılmazlığı” üzerine yürütülen mugalâtaya yıllar önce şu şahane cevabı vermişti:


“Doğru, Kürtler bu memlekette cumhurbaşkanı olabilirler ama Kürt olamazlar!”


Şerafettin Elçi 
bu memleketin ilk “hem Kürt hem bakan”ı olmaya kalktı, fakat olamadı; sırf buna yeltendiği için cezaevini boyladı.


Şerafettin Elçi en çok bu yanıyla bilindi, bir de dillere destan zarafetiyle...


2011 seçimlerinden önce 
Aktüel’de ona dair bir portre yazmıştım. Vefatı vesilesiyle, o portrenin kısaltılmış versiyonunu Taraf okurlarının dikkatine sunuyorum.


Barış ve Demokrasi Partisi
’nin (BDP) 12 Haziran seçimlerinde destekleyeceği bağımsız adaylardan biri olan Şerafettin Elçi, 1970’lerin sonunda Ecevit hükümetinin Bayındırlık bakanıydı... “Bakan, başbakan yahut cumhurbaşkanı” iken bir de “Kürt olmaya” kalkan bir Kürdün başına neler geleceğini en iyi onun hikâyesinden öğrenebiliriz:


“1970’lerin sonunda daha PKK yok, Kürt milliyetçiliği dalgası henüz başlamamışken, bir bakan olarak makamında Kürtçe konuşmuş olması Türk siyasetini uzunca bir süre kilitlemişti. Ecevit hükümetinde Bayındırlık bakanıyken 1979’da ‘Ben Kürdüm; Türkiye’de Kürtler var’ sözü ise, o dönem yeri göğü inletti. 12 Eylül darbesinden sonra bakanlık koltuğundan alınarak apar topar cezaevine götürüldü. 27 ay ‘bölücülükten’ yattı.”
 (Aslı AydıntaşbaşMilliyet, 14 Nisan 2011.)

Şerafettin Elçi, yalnız devletten değil, PKK’dan ve ona yakın legal partilerden de dertli bir siyasetçi olageldi: Devlet karşısında “Kürtlüğü” sorun teşkil ederken, PKK karşısında “dindarlığı” sorun teşkil ediyordu, bir de tavizsiz şiddet karşıtlığı...

Dindarlığı aileden geliyordu... Baskıya karşı direnmeyi, fakat direnirken asla şiddete başvurmamayı ise ortaokul çağlarında okuduğu bir kitaptan öğrenmişti:


“Ortaokul’da okurken müdürüm bana Finlandiya’nın kurtuluşunu anlatan ‘Beyaz Zambaklar Ülkesinde’ adlı kitabı tavsiye edip verdi. Kitabı okuduktan sonra çok etkilendim. İlk defa Finlandiya’nın İsveç’in sömürgesi olduğunu öğreniyorum. Romanın kahramanı bir öğretmen silaha başvurmadan halkı sivil olarak örgütleyerek, bilinçlendirerek önderlik yapıyor. Kitabı okuduğum dönem bilinçli biri değildim ama Kürt halkının içinde bulunduğu perişanlığı görüyordum. O günden sonra kitaptaki kahraman benim idolüm oldu ve bu halkı nasıl bilinçlendiririm, nasıl yardımcı olurum diye düşünmeye başladım. O anlayışla büyüdüm.”

Şerafettin Elçi’nin, yıllarca mücadele ettiği PKK çizgisinden bağımsız milletvekili adayı olması şaşırtıcı bulundu; bu davranışıyla, bugüne kadar kıskançlıkla koruduğu temel siyasi yaklaşımlarına ihanet ettiği ileri sürüldü.

Oysa o ne dindarlığından vazgeçmişti ne de şiddet karşıtlığından... Tam tersine, PKK çizgisi bir yandan dindarlığa yaklaşmış (daha doğrusu dindarlıkla uzlaşmak zorunda kalmış), bir yandan da silahlı dönemin kapanmakta olduğunu kabul etme noktasına gelmişti. Yani, adaylığın hangi siyasi koşullarda gerçekleştiğine bakmaksızın bir değerlendirmede bulunmak yanıltıcı olacaktır. Bana sorarsanız, bel kemiğini PKK’nın oluşturduğu siyasi çizgi bu adımları atmadan Elçi aday olsaydı, eleştiriler haklı olurdu. Şimdi ise değil.

Burada, portrenin “güncel” bölümünü kapatıyorum ve hayatı boyunca sadece inandığı değerler doğrultusunda hareket eden bu çileli siyasetçinin başına gelenler bölümüne geçiyorum...


Hayalden gerçeğe...

Şerafettin Elçi, ilk hapishane tecrübesini, “Beyaz Zambaklar Ülkesi” hayallerini belki de en yoğun biçimde kurduğu üniversite yıllarında yaşadı.

Elçi’yi Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki dersliklerinden alıp İstanbul’daki Harbiye hücrelerine taşıyan süreçte ilk kıvılcımı, dönemin Akşam gazetesi, 15 Nisan 1959 tarihli manşetiyle çakmıştı: “102 üniversiteli, Kürtlük iddiasında bulundu...”

Mesele şuydu...

1959’da, aynı yıl sürgünden Irak’a dönen Molla Mustafa Barzani’nin peşmergeleri ile Irak askerî güçleri arasında şiddetli çatışmalar olmuş, bu arada iki Türkmen de ölmüştü.

Haberler Türkiye’ye ulaşınca, CHP Niğde Milletvekili, emekli asker Asım Eren hükümeti “aynı sayıda Kürdü öldürerek mukabelede bulunmaya” çağırdı.

İşte bunun üzerine 102 üniversite öğrencisi bu çağrıyı protesto etmek üzere bir metin kaleme aldılar. İmza yerinde “Türkiye Kürtleri” ibaresi vardı ki, Ankara’yı çılgına çeviren şey aslında buydu.

İkinci kriz beş ay sonra geldi: Musa Anter, Diyarbakır’daki İleri Yurt gazetesinde “Kımıl” adlı Kürtçe mizahî bir şiir yayımlamıştı. Cumhuriyet gazetesi bu “kriminal” gelişmeyi, “Doğu illerimizden birinin merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir neşrediliyor”başlığıyla duyurdu.

Eh, bu kadarı da fazlaydı artık:

Elli kişilik bir liste hazırlandı, rastgele tutuklamalar başladı. O sırada henüz 20 yaşında olan Şerafettin Elçi de tutuklananlar arasındaydı. Dava, ilk tutuklamalardan ancak 14 ay sonra başlayabildi. Sanıkların tümü ilk duruşmada tahliye edildiler.

Elçi, Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra memleketi Cizre’de avukatlık yapmaya başladı. Fakat 12 Mart 1971 darbesinin ardından Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi üyeliği suçlamasıyla yargılandı, mahkûm oldu ve Diyarbakır Askerî Cezaevi’nde sekiz ay yattı.

Elçi’nin kaderi 12 Eylül’de de değişmedi. Bakanlığı dönemindeki “Kürtler var, ben de Kürdüm”sözleri ona 27 aylık bir fiili mahkûmiyet getirmişti.


Liberal-demokrat-barışçı

Şerafettin Elçi, Kürt meselesinin çözümünü federasyonda gören bir siyasetçi... Bu yanıyla, BDP çizgisinden ayrılsa da son günlerde verdiği söyleşilerde önemli olanın “kendi kendini yönetme”araçları olduğunu söyleyerek bunun çok da önemli olmadığını vurguluyor. Bence de öyle... Zaten Şerafettin Elçi’nin asıl önemi, içine girdiği siyasi harekete taşıyacağı muhakkak olan liberal-demokrat-barışçı çizgisinden geliyor.

Bitirirken, “ikbal için ilkelerini sattı” suçlamasının yersizliğine tekrar dönmek istiyorum... Elçi, 2007-2008’den itibaren verdiği söyleşilerde PKK çizgisinin şiddetten uzaklaşması durumunda onlarla ittifak yapılabileceğini, buna kapalı olmadığını sürekli olarak tekrarlıyor.

Bence, “Şerafettin Bey eli kanlı teröristlerin arasında ne arıyor” gibi ucuzluklardan kurtulup, onunla ittifaka razı olan bir hareketin değişme-dönüşme potansiyeli üzerine kafa yorsak hepimiz için daha hayırlı olur.

***


“Gayrı kardeşlik bir teranedir bu coğrafyada”

Mehmet Rumet Soylu, “Roboski” adlı şiirini bana da göndermiş. En çok şiirin son bölümündeki şu satırlar koydu bana:


“Ve, Kardeş Bellediklerimiz/ Keyif Çattılar Daha Kanımız Sımsıcak Yerdeyken/ Roboski; Sözün Bittiği, Yazının İşlemediği Coğrafya/ Gayrı Kardeşlik Bir Teranedir Bu Coğrafyada.”


Ümit Kıvanç
’ın Roboski İçin Bir Filmindeki 31 Aralık 2011 gecesi Türkiye televizyonlarının hâli de benzer bir etki yaratmıştı üzerimde.

Bugün 28 aralık, üç gün sonra 31 aralık...

Bana öyle geliyor ki, yara soğudukça ve mesele siyasetten topluma kaydıkça, o gece “Kürtlerin kardeşleri”nin televizyondaki hâli, Başbakan’ın özür dilememesinden bile daha derin bir etki yapacak.

Yeri gelmişken...

Madem koca bir yıl geçti katliamın üzerinden, basındaki “yargı süreci devam ediyor, sabredelim”cilere soralım bakalım:

Birinci haftada da böyle diyordunuz... O zamanlar, “Peki, sonuç için ne kadar beklememiz makul olur” diye sorulsaydı, “bir yıl” diyebilir miydiniz?


alpergormus@gmail.com


Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums