- 16.04.2012 00:00
Bilinen hikâyedir. Uğraşıp didinip sonunda muradına ermiş adam, doğup büyüdüğü yere vali olarak atanmış. İçinde de uhdeymiş, emir vermiş, iki de bir “sen adam olamayacaksın.” diyen babasını ayağına getirtmiş. “Başıma ne iş gelecek” diye kaygı, korku içinde makamına girmiş valinin baba; karşısında oğlunu görünce şaşmış kalmış. Vali karşılamış babasını gülerek, “adam olamayacaksın der dururdun hani, vali oldum işte bak.” deyince acı acı gülümsemiş baba. “Vali olmasına olmuşsun ama adam olamamışsın a oğul.”demiş.
O hesap, bizim devlet de, muktedir oldu ama hikâyede ki gibi bir türlü deyim yerindeyse adam olamadı. Yani bir türlü normalleşemedi, çağdaşlaşamadı, demokratikleşemedi.
İslam geleneği ve örf aracılığı ile gaza ilkesine dayalı biçimde var oluşun eskisi gibi hanedan elinde sürdürülemeyeceği ayan beyan ortaya çıkınca; çok milletli yapı “Osmanlıcılık” ile ayakta tutulmaya çalışıldı. Ama olmadı. Olmayınca, on dokuzuncu yüzyılın ulus devlete dayalı modernleşme süreci içinde Çarlık Rusya’sından ithal edilen “Türkçülük” akımına bir umut sarıldık.
“Misak-ı milli” sınırları içinde Türk etnik kültürü etrafında siyasi birliği korumak için elden gelen yapıldı. Anadolu Türkleştirilmeye çalışıldı. Ermeni tehciri, Dersim kıyamı, varlık vergisi uygulamaları, 6-7 eylül olayları, darbeler, sürgünler, asmalar, işkenceler, faili meçhuller, 1 Mayıs, Maraş, Çorum derken Anadolu savaş alanına döndü. 12 Eylül darbesi de geldi tüy dikti. Rüzgar eken fırtına biçti, askerin elinde yara kangrene dönüştü. PKK ile mücadele adı altında 30 yıldır akan kanın hadi, hesabı yok.
Milli kurtarıcılar her zaman haklıydı. Peki, ama her şey halaskarın elindeydi. Madem haklıydınız, ne oldu da süreç kontrolden çıktı, şirazeden çıktı. Bu hallere niye geldik. Tutukevleri sabık kurtarıcılarla niye doldu.
Mazeret hazır. Suçlu emperyalizm, onun işbirlikçileri eliyle sergilediği oyunlar olmasa böyle olmazdı, öyle mi? Züğürt tesellisi bu.
İşin açıkçası şu: Toplum mühendisliği işe yaramıyor. Düşüncenin, haklı olup olmadığı sonuçta hayata geçip geçmediğine bağlı. Bir program yaşama dönüşemediği oranda başarısızdır; bu kadar basit. Bu da programın yaşama biçimini belirlemeye çalıştığı insanıyla ne ölçüde buluşup buluşmadığına bağlı. Daha kusurlu da olsa uygulayanların el birliği ile hazırladıkları bir programın hayata geçme şansı; ustaca hazırlanmış da olsa uygulayıcıların dışında hazırlanmış ve zorla dayatılan bir programa göre daha fazladır. Yaşam bunun örnekleriyle dolu.
Bunun farkına vardığımız ölçüde olgunlaşacağız; demokratikleşecek, insanileşeceğiz. Huzur içinde yaşamı birlikte kurmanın anahtarı burada gizlidir.
Cemil Çiçek mayıs ayında yeni anayasanın yazılmaya başlanacağını müjdeledi. Bu kez olsun meclis “seçilmiş” olduğunu hatırlasın diyorum. Barış için, huzur için, çağdaş demokratik bir Türkiye için el ele verin; uzlaşın diyorum. Gelin bu sefer, gerçekten sivil bir anayasa hazırlayalım; halkın devletiyle barışmasının, devletin halkıyla helalleşmesinin önünü açalım.
BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş “ Biz, anadilde eğitim istiyoruz. Türkiye’nin tamamında yerel yönetimlere yetki istiyoruz. Ezilen, yok sayılan bütün kimliklerin tanınmasını ve anayasal güvence altına alınmasını istiyoruz. Anayasal vatandaşlık istiyoruz. İfade, basın özgürlüğü ve örgütlenme hakkı istiyoruz. Bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları için istiyoruz.” diyor.
Gelin bu sese kulak verelim. İl özel idarelerini yerel parlamentolar haline getirelim. Eğitimi, sağlığı, sosyal hizmetleri, bayındırlık işlerini hatta Demirtaş’ın önerdiği gibi yerel güvenliği yani polisi bu yerel parlamentoların tasarrufuna bırakalım. Verginin bir kısmı bu işleri finanse etmek için yerelde toplansın. Vali bu yerel parlamentolarını başı değil ama işlemleri merkezi devlet adına denetleyen olsun. İnsanımıza güvensek, bir de bunu denesek, kıyamet mi kopar. Tam tersi bence bu kıyamet günleri sona erer. Ülke rahatlar.
12 Eylül anayasasını niye değiştiriyoruz. Yeni anayasa, Kürt sorununu çözecek şekilde devletin demokratik yeniden örgütlenmesine yol açmayacaksa, anayasal vatandaşlık getirmeyecekse ne değişecek. Okullarda okutulacak tarih sadece Türk’ün tarihi, edebiyat Türk’ün edebiyatı olacaksa; bu güne kadar olduğu gibi Anadolu’da Türk’ten başkası yok sayılacaksa; çocuklarımızın önemli bir kısmı kendi ana dillerinde eğitim göremeyecekse bu topraklara barış, huzur nasıl gelecek. Bunlar olmadan huzuru sağlayacaktınız da bu güne kadar neden beceremediniz.
Bireysel olarak bencillik neyse, toplumsal boyutta da etnik milliyetçilik odur. Benim verdiğimle yetin, eğitimi benim dilimden al, benim söylediğim sınırlar içinde davran; barışın dili, kardeşliğin dili bu olamaz.
Yok efendim ben Türk derken seni de kastediyorum. İyi de, sözlüğünde yokum, tarihinde yokum, edebiyatında yokum, nerem Türk diyor adam; ne diyeceksin?
Deniz bitti, karaya ha oturduk ha oturacağız. Mızrak çuvala artık sığmıyor; laf ebeliği ile, topla tüfekle, ya da üç beş Kürt ağasının desteğini alarak Kürdü kürde kırdırarak; yani ne eski köylü kurnazlığı ile, ne de zor kullanarak bu iş olmuyor. Olacağı da yok.
Öyleyse şapkayı öne koyup “ben niye adam olamadım” diye düşünmenin artık zamanıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş demokratik bir devlete dönüştürmenin önünü açacak bir anayasa değişikliği; bugüne kadar yapılanlarla yüzleşme, halka olan borcu ödeme, bir tür helâlaşma anlamına gelir. Gelin bu fırsatı da heba etmeyelim. Bu ülkenin demokratlarına, liberallerine, sosyal demokratlarına, sosyalistlerine, gerçek Müslümanlarına bugün büyük görev düşüyor.
El birliği ile barışa destek olmak.
Yorum Yap