- 1.02.2015 00:00
Padişah-Kul, Şeyh-Mürit, Millet-i Hâkime- Millet-i Sâdıka ilişkileri içinde kendine yol arayan bir kültürden geliyoruz. O yüzden ne kadar özensek de demokrasi anlayışımız bize özgü.
Demokrasi istiyor muyuz, insan haklarına saygılı mıyız, elbette. Peki, Türk’ün yanında Kürt’ün, Ermeni’nin, Süryani’nin, Romanın olduğu yerde devlet ille de Türk iken demokrasi nasıl olacak? Kökeni Kürt olan, Laz olan sonuçta Türk vatandaşı olduğunu kabul edecek. Türkçe konuşacak, Türkün Tarihini tarihi, Türkün Edebiyatını edebiyatı bilecek. İstiklal Marşını söylerken “Kahraman ırkıma bir gül” diye haykıracak.
İyi de adam Türk değil; “Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmek” için “muhtaç olduğu kudret”i “damarlarındaki asil kanda” nasıl bulacak? Azınlık olan da haddini bilecek, yoksa bildireceksin öyle mi? Dilim de, dinim de, kültürüm de, tarihim de farklı diyeni ne yapacaksın? Bu bölücülüktür, ihanettir, savaş çıkar deyip terbiye etmek zorunda mı kalacaksın, demokrasi bu mu?
Bırakın MHP’yi, AKP’yi; CHP bu geleneksel tutumu aşabildi mi, 1982 Anayasasının değiştirilmesi gereken maddelerini değiştirmeye yanaşıyor mu? Adına “Kürt” koyduğumuz, aslında kaynağında Türkün olduğu bu sorunu CHP bize demokrasi içinde çözmeyi vaat ediyor, iyi de nasıl? Daha olmazsa olmaz anayasal bu adımı atmaya hazır değil, demokrasi vaadinin anlamı ne?
Cumhuriyet Türk’ten Cumhurbaşkanlığı R.T. Erdoğan’dan soruluyor. Kalkıyor Cumhurbaşkanını eleştiriyorsun. Makamını eleştirene Cumhurbaşkanı hükümet kurma görevini niye versin? Seçimle geldi mi, geldi; öyleyse Devlet de o, hükümet de; Vali’de onun, muhtar da, polis de, hukuk da. Dün çözüm der bu gün olağanüstü hal, yetkiyi millet vermiş bir kere karışabilir misin?
Seninle koalisyon kurmam. Peki, ötekilerle kur. Onunla bir araya hiç gelmem. Destek ver azınlık hükümeti kurayım. Onu da vermem. O zaman gel seçim hükümetine gir. Ona da girmem. Peki, ne istiyorsun be mübarek?
Cumhurbaşkanı, Davutoğlu ile top çevirdi, koalisyon istemiyor, seçime gidecek belli. Ülkeyi seçime götürecek hükümete girmek anayasal hakkın, üstelik seçimin güven içinde yapılabilmesi için bu hükümette yer alman partin için, sana oy veren insanlar için çok önemli. Ülkede kan akıyor, belki bunu durdurma şansın var. İstemese de Davutoğlu senin partinden birilerini bakan yapmak zorunda. Yani ülkede öyle bir durum var ki kayıtsız kalman sorumsuzluk olur, sen ne yapıyorsun?
Ama durun, bizim demokrasimizde siyasi davranış yaşanan gerçekliğin analizi temelinde, sağduyu ile belirlenmez ki. Bizim davranışlarımızı duygularımız belirler, kızdık mı tam kızar, küstük mü tam küser, pire için yorgan yakarız. Ülkeyi seçime AKP mi götürüyor, biz de ona bakan vermeyiz. İyi de insanlar sorumluluk alması gereken yerde verdiğim yetkiyi kullanmıyor bu nasıl muhalefet demeyecekler mi?
Bir milliyetçimiz Parti kararına karşı, dinci partiye kolunu gönüllü kaptırmış, partisi içinde Truva atı rolüne soyunuyor. Milliyetçi Parti durumu fark etmiş gece başına bela olmadan Truva atını başından atmaya çalışıyor. Sonra anlıyoruz ki o partiyi “oğlum siyaset yapsın” diye babası kurmuş; “Babam kurdu, beni partimden atamazsınız diyor milliyetçimiz. Demokrasimiz bu, haksız mı?
Bir solcumuza da Türkiyelileşme yolunda yürüdüğü yoldaşları görev vermiş, seçim hükümetinde bizi temsil et demişler. “Bu hükümet savaş hükümeti, ben bu hükümette yer almam” diyor solcumuz, solculuk ağır basıyor.
Anayasa, ülke seçime giderken hükümeti elinde tutan parti seçim sırasında bir takım manipüle işler içine girmesin diye hiç olmazsa İçişleri, Adalet gibi icracı bakanları tarafsızlarıyla değiştirme hükmü getirmiş. Hal böyle iken kalkıyorsun seçime götürecek hükümeti kurma işini, koalisyonu kuramayan en çok oyu almış partinin başına, eski başbakana, silah arkadaşına veriyorsun. Burası Türkiye, bu da Türk işi demokrasi!
Fırsat eşitliği, düşünce, inanç, kendini ifade ve yaşama biçimi ve eğitim alma özgürlüğü hukukla güvence altında alınmamışsa orada demokrasiyi arama. Ortak paydalar, kurallar etrafında bir araya gelenler, birlikte geliştirdikleri kuralları açık ve şeffaf işletebiliyor, denetleyebiliyorlarsa orada demokrasi yaşama biçimi olarak işliyor, olgunlaşıyor demektir. Kendi kendinin güvencesi hale gelir. Gerçekçilik, açıklık ve objektiflikle dayanışma ve kardeşlik hukuku bütün toplumu kucaklıyorsa orada huzur da olur, demokrasi de.
Kafa Türk işi olunca kimlikler değişse de anlayış pek değişmiyor anlayacağınız. Çünkü pederşahi ilişkiler içinden geliyoruz, serde duygusallık var. Aldığımız eğitim sonucu el birliği ile bugünümüzü inşa etmeye değil, ahret imarını mamur etmeye alışmışız. Gönül penceresinden bakınca aidiyetlerimiz, ideolojilerimiz, tutkularımız, kaprislerimiz, kızgınlıklarımız ya da bağlılıklarımız ağır basıyor. Birine bağlandık mı gözümüz başka birini görmüyor.
O yüzden bu hamura daha çok su taşır, bu fırından daha çok ekmek yeriz.
Yorum Yap