- 22.06.2015 00:00
Türkiye’de siyasi yaşam ile ilgili bir analizin başına “Lidere dayalı siyasi kümelenmeler tarihi!” başlığı atılsa çok mu yanlış olur? Sanmıyorum. Siyasi kültürümüzün belirli yaşam biçimleri, değer dizileri (paradigmalar) temelinde geliştiğini, bu kültürün kalıcı siyasi kurumlar ortaya çıkardığını, liderlerin bu siyasi gelenekler içinde geliştiğini kim iddia edebilir?
II. Meşrutiyetle birlikte İslamcılık, Batıcılık ve Milliyetçilik tartışmaları içinden iki siyasi eğilim billurlaşmaya başladı. Biri daha Milliyetçi, bağımsızlıkçı, elitçi, merkeziyetçi ama daha otoriter (İttihat Terakki); diğeri daha İslamcı, gelenekçi ama daha dış müdahaleye açık, daha Osmanlıcı ve âdemi merkeziyetçiydi. O zaman da bu eğilimler arkasında derin düşünsel analizler, entelektüel birikimler yoktu. Belirli liderler etrafında kümelenme biçiminde kendilerini gösterdiler. Yıl 2015 bugün de siyasi yaşam içinde durumumuz pek farklı değil.
Siyasi yaşantımızda kurumsal derinliği olan parti olarak gösterebileceğimiz bir tek CHP var (bir ölçüde de MHP). CHP asker sivil bürokrat elit’in (kurtarıcıların) Milliyetçi, Laik örgütü olarak Cumhuriyet’i kurucu kollayıcı rol üstlenmesi ile doğdu ve gelişti. CHP’yi bu güne taşıyanın, ambleminde ifadesini bulan altı ilke olduğunu kim iddia edebilir? Atatürk ile İnönü olmasa bu ilkeler çok partili hayata taşınabilir miydi?
Çok Partili yaşamla birlikte dar Milliyetçi, Laikçi ve Batıcı duruş siyasi birliği sağlamada zorlanmaya başladı. Üzerindeki baskıdan bir ölçüde kurtulan İslamcılık, Milliyetçiliğin dumura uğrattığı dini duyguları halkın bilincinde yeniden uyandırmaya, köyden kente göçle birlikte de bu duyguları kentlere taşımaya başladı. Bu gelişme Milliyetçiliğin İslamcılıkla yeniden buluşma denemelerine (Türk İslam sentezi) yol açtı. Bu koşullarda iktidarı elinden kayan CHP halk nezdinde yitirdiği güveni yeniden elde etmenin yolunu sola açılmakta buldu. Ama bu gelişme sol ve laik çevrelerle mütedeyyinlerin arasındaki uçurumu daha derinleştiren bir rol oynadı. İçine düştüğü kimlik bunalımı içinde CHP, lidere dayalı hizipçi, bazen de popülist politikalarla Cumhuriyet geleneğini yaşatmaya çalışan bir avuç okur yazar beyaz Türk arasında sıkışıp kaldı.
CHP’nin sola açılması ile desteklenen, ithal ikameci politikalarla (Demirel dönemi) ortaya çıkan sanayileşme ve bunun ortaya çıkardığı sendikalaşma içinde yeşeren emek mücadelesi 1970’li yıllarda solun kitleselleşmesine yol açtı. Fakat bütün bu kitleselleşmeye, gençlik ve üniversite temelli hareketlenmelere bakın, bir iki lider etrafında gerçekleşmiş siyasi kümeleşmeler göreceksiniz. Bunların hiç birisi gerçek anlamda sınıflandırılabilecek, tanımlandırılabilecek düşünsel derinliği olan birer örgüt, siyasi hareket, siyasi gelenek, kültür oluşturamadılar. O yüzden 12 Eylül darbesi ile de bu kümelenmeler dağılıp gittiler.
1990’lı yılları arabesk sanayileşmenin, Türk İslam sentezinin, orduya dayalı vesayet kullanımının (28 Şubat süreci) kamu olanaklarının (KİT’ler, kamu bankaları), siyasetin rant devşirme aracı olarak kullanılmasının ve adı konulmamış kanlı bir iç savaşın yol açtığı koşullarda geçirdik. Bütün bu koşullarda ortaya çıkan görev zararlarını halka yıkan geleneksel kurtarıcılar 1990’ların sonu geldiğinde iflas ettiler. Halk yeni kurtarıcı olarak İslamcılara ve Kürt siyasal hareketine yönelmeye başladı. Ve bütün bu kayıp yıllarda siyaset hep liderler etrafında belirli kümelenmeler şeklinde, el yordamıyla yol aldı.
2000’li yıllara doğru ve 2000’lerin başında liderler birer birer değişmeye başladı; ama siyasetin ne mimarisinde, ne de mühendisliğinde köklü bir değişiklik olmadı. Siyasetin bu kadar liderler ve kimlikler üzerinden yürümesinin sosyolojik, sosyal psikolojik bir anlamı olmalıydı.
Göçebe kültürden geliyor olmamız, içinde bulunduğumuz sosyal psikolojiyi anlamamızı bir ölçüde kolaylaştıracak bir açıklama olabilir. Gittiği yerde tutunabilmek, kendini koruyabilmek için göçebenin güvenebileceği kimliğinden ve o kimlikle özdeşleşen liderinden başka kimi var? Bu kültürden gelen kurtarıcı için “korunma ve güvenlik ihtiyacı” çevresindekileri kendine bağlama yolunda kullanabileceği eşsiz ve temel kolektif bir duygu değil mi?
CHP, MHP, Kürt Siyasi Hareketi de sonuçta lider endeksli yapılanmalar; ama daha erken korkulara ve ihtiyaçlara dayalı ortaya çıktılar. Zaten muhalefetteydiler; bu yüzden liderlerini kaybetseler de kendilerini onaracak gücü daha kolay bulabilirler.
AKP’nin durumu ise farklı; diğerlerine göre daha eski bir kaynağa dayanıyor; fakat form haline gelişi oldukça yeni. İktidarda olduğundan yakın geçmişin yükü de sırtında. Bu yük içinde hem sistemde ve iddiasının aksine yerleşik etik değerlerde yarattığı tahribatlar var; yolsuzluk iddiaları, kayırmalar, görevden almalar, haksız yargılamalar, hakaretler, nefret söylemleri, fişlemeler, kamplaştırmalar, kurum deformasyonları var. Hem de İslamcı kesimde ve başlangıçtaki bağlaşıklar içinde yol açtığı bölünmeler var. Bütün bu tahribatın sorumlusu da AKP’nin var oluşunu borçlu olduğu lideri. Paradoksa bakar mısınız? 2015 seçimlerinde takke düştü keli herkes de gördü.
Tahribatı onarmak için lideri R.T. Erdoğan ile parti arasına mesafe koysa gecikmeli de olsa ufukta görünecek erken seçimde kendini ve partisini toparlayamama riski var A. Davutoğlu’nun. Liderine sıkı sıkıya yapışsa bu sefer de kısa süre sonra önüne gelecek sandıkta tahribatın daha da büyümesini önleyememe riski var. Anlayacağınız AKP’nin durumu tam bir “aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” durumu. Yeni liderin ortaya çıkma, çıkamama sancılarını yaşıyor AKP.
Fakat bu sıkıntıları aslında yalnızca AKP yaşamıyor, farklı da olsa aynı kaynaklı karışıklıkları CHP, MHP, HDP de yaşıyor. CHP ve MHP liderlerinden ne kadar memnunlar? Anketlere bakılırsa buralarda sıkıntılar var. HDP İmralı ve Kandil ile kurduğu ilişkiler ile Batı’da kitleselleşme, Türkiyelileşme hedefleri arasında bir gerilim yaşıyor. %13’ün ikisini üçünü Kürt seçmeni dışındaki seçmenlerden alıyor olmanız, Türkiyelileşme iddianızı güçlendirecek bir sonuç sayılmaz. Oyunu arttırırken MHP’nin de Batı’da oyunun artmasına yol açmayacağı bir imaj yenilenmesine ihtiyacı var HDP’nin, Kandil ve İmralı’dan bağımsız bir duruş gibi.
Uzun sözün kısası şu: Siyasi geleneğimiz bir kez daha kendi ürettiği ayak bağlarından kurtulamamanın sıkıntılarını yaşıyor.
Yorum Yap