- 15.06.2015 00:00
1965 Genel Seçimleri (Türkiye İşçi Partisi meclise 15 milletvekili sokmuştu) hariç CHP’nin solunda bir partiyi meclise taşıyan bir seçim hiç yaşamamıştık. HDP 2015 Genel Seçimlerinde barajı yıkıp solu yeniden mecliste görünür hale getirdi. Yaşadığımız seçim sürecinin önemli sonuçlarından biri bu oldu. Bunun başkanlık sistemi adı altında ülkeye otoriter deli gömleği giydirme girişimi boşa çıkarılırken gerçekleşmiş olması ayrıca önemli. Gezi Parkı direnişi ve onu takip eden 2015 Seçimlerde bu ülkede sol adına yaşananların boşuna olmadığı bir biçimde ortaya çıktı. Her türlü provokasyona, kışkırtmaya, kuşatmaya, devlet olanaklarının kullanılmasına karşın parlamenter sisteme, farklı yaşam biçimlerine sahip çıkıldı. Bu sonucun ortaya çıkmasında sol liberallerden sosyalistlere, Kürt siyasi hareketinden Laiklere kadar demokrasi güçlerinin (bir araya gelmeseler de) dik duruşları belirleyici oldu.
“Her ulus kendi kaderini tayin etmeli” Solun savunduğu ilkelerden biridir bu. Ezilen uluslara esin kaynağı olmuştur. Fakat kendisi için istediği özgürlük, fırsat eşitliği gibi duyarlılıklara diğerlerinin sahip olup olmadığıyla Milliyetçi, ezilen kendi olsa da ilgilenmez. Hatta diğer aidiyetlerin bu duyarlılığa eşit oranda sahip olmalarını kendine dönük bir tehdit olarak da görebilir. Bunu herkes için isteseydi zaten Milliyetçi olmazdı. Bu yüzden Milliyetçi “ortak vatan” gibi bir algıya, bir kavrama özünde sahip de değildir.
Her bireyin kimliği ile kendini özgürce ifade edebilmesi, yaşama biçimini özgürce seçebilmesi, diğerlerine karşı sorumluluğu olması, dilini kültürünü özgürce seçebilmesi ve geliştirebilmesi, emeğe saygı duyması, diğer inanç ya da kimlikler ile barış içinde birlikte yaşaması gibi düşünceler sol demokrat anlayış içinde dile getirilir, samimiyet kazanır. Kimlik bekçiliğine soyunma işini muhafazakâr üstlenir. Sol düşünce yaşadığı coğrafyada hangi kimliğin, hangi inancın çoğunluk olduğuna bakmaz. Emeğe saygı var mı, kendini gerçekleştirmede fırsat eşitliği tanınmış mı; insanlar kendini gerçekleştirmede özgür mü ona bakar. O yüzden ezilen, azınlıkta kalan kendini ifade edebilmek, kendini koruyabilmek için solla buluşmak eğilimindedir. Kürt siyasi hareketinin Türkiyelileşme kulvarında solla buluşması bu yüzden doğal bir gelişmedir.
Ama burada bir paradoks var. Sol ile buluşma, sola dönüşme yolculuğu milli duyguları aşma, bir anlamda kendini inkâr etme yolculuğudur da aynı zamanda. Bu da kolay değildir.
Herkesin kendini özgürce ifade etmesi gerektiğine inanan zorbalık yapmaz, şiddet kullanmaz. Silahı elinize alıyorsanız ya köşeye sıkışmış olmalısınız, mücadele etmek için başka yolunuz kalmamış olmalı, ya da zorba olmalısınız. Özgüveni düşük olanın, kendini ezik hissedenin, kendine kader diye dayatılana isyan edenin ya da zorbanın işidir şiddet kullanmak.
Sizi halktan dışlamak için, itibarsızlaştırmak, insanlarda size karşı nefret duyguları uyandırmak, silaha sarılmanızı sağlamak için her türlü yol denenmiş. Buna rağmen %13 oranında insanı haklı olduğunuza, hakkınız olduğuna, mağdur olduğunuza ikna etmişsiniz, bu insanları mecliste temsil etme başarısını göstermişsiniz. İşte aslında çözüm budur, buradadır.
Kendinin tarihsel olarak haklı zeminde durduğunu biliyorsun. Özgüvenin güçlenmiş, etkileme gücünü göstermişsin, temsil yeteneği elde etmişsin, lider özelliğin ortaya çıkmış. Artık silahı toprağa gömme vakti gelmiştir. Ana dilde eğitim, yerelleşme (demokratik özerklik değil), anayasal vatandaşlık bunlar artık senin meclisteki maharetine bağlı; etki alanını genişletmene, yani Türkiyelileşme yolunda nasıl ve ne hızla yürüyeceğine.
Tabi seni rahat bırakırlarsa! İşte karanlık ellerin, seni şiddet ortamına çekmek için açık, örtük türlü oyunlar içinde olmaları da bundandır. Taşeronlar, tetikçiler, kiralık eller bulup üzerine gelmeleri bundandır.
Seçime iki gün kala miting alanında patlayan bombayı savuşturdun, kitleni korudun, şiddetten uzak tuttun kim kazandı: sen, müttefiklerin. Ama görüyorsun provokasyon girişimi bitmiyor. Çünkü ufukta belki dokuz ay, bilemedin bir buçuk yıl sonra seçim var. “Derin güçler” yaralı, rövanşı almak istiyorlar. Seni ne yapıp edip yeniden dağlara sürmeye, halkınla aranı açmaya kararlılar. Bu kirli oyun belli ki yine sahnede, öyle anlaşılıyor ki kolayda bitmeyecek.
Polis Diyarbakır’da, Batman’da HÜDA-PAR’lı 100 kişiye bir ay önce PKK gençlik örgütlenmesinin ölüm listesinde olduklarını, saldırı yapılacağı uyarısı yapmış; aynı uyarıyı eş zamanlı olarak HDP’li kadrolara da yapmış; Hizbullah’ın ölüm listesinde olduklarını bildirmiş; hatta PKK davasından yatmış bazı kişilere, PKK’nın ölüm listesinde olduğu bile belirtilmiş (Ahmet Şık:Cumhuriyet, 11.6.2015). Polis istihbaratta bu kadar maharetli de bombacı elini kolunu sallaya sallaya Suriyeden gelirken, bombalarını miting alanına yerleştirirken nerdeymiş?
İHYA DER Başkanı Aytaç Baran bu uyarıyı alanlardan. Öldürülmesinin arkasından kim yaptı neden yaptı beklemeden üç HDP’liyi öldürüyor Hizbullahçılar. Demirtaş, Hizbullah kadrolarının silahlandırıldığını söylüyor; provokasyon sonrasında kimin kimi vuracağı belli, diyor. Baran’ın cenazesinde “Kürdistan Selahattin’e mezar olacak” sloganları atılıyor; IŞİD bayrağını andıran bayraklar taşınıyor. Belli ki bütün bu provokasyonlara çanak tutan, destek veren bir el var. Peki bunlar yaşanırken yasal zeminde de HDP’ye yönelik nefret söylemlerinin, kışkırtmaların artarak devam etmesi; terör mağdurunun itibarsızlaştırılmaya çalışılması sizce rastlantı mı?
Bütün bunlar neyi gösteriyor?
Oyun PKK’nın silah bırakması üzerine kurulmuş olsa bugün Dolmabahçe mutabakatı üzerinden koalisyon senaryolarını, çözüm için atılacak yeni adımları konuşuyor olurduk. Bu üç ay önceydi. RT Erdoğan’ının AKP’nin seçimde alacağı sonucun başkan olmasına yetmeyeceğini görmesinden önce. Bir kırılma oldu, kirli oyun yeniden sahneye kondu, seçim bitti kötü kokular gelmeye devam ediyor.
Oyunun merkezinde PKK’yı silahlı çatışmaya yeniden çekmek mi var? Hizbullah ile PKK’yı birbirine düşürme hesapları mı yapılıyor? Amaç HDP’yi dağıtmak ya da meclis dışına atmak mı? Hesap buysa hiç kuşkunuz olmasın koalisyonu AKP ile MHP kurar. MHP başarı öyküsü vaat edilerek, AKP kadroları koşulsuz iktidar hevesiyle bu oyunun içine çekilebilir. Saray bu yolla orduyu, meclisi kontrol etme, AKP’yi yeniden seçime hazırlama hesapları yapıyor olabilir mi? Seçimler bitti, siyasi ortam yumuşayacağına daha da geriliyor; fütursuzluk, gözü karalık devam ediyor. Bu sorular da ister istemez akıllara geliyor.
Peki, bu oyun tutar mı? Tutarsa Türkiye ne hale gelir? Daha sonra ortaya çıkacak sonucun faturasını kim öder? Türkiye’de masa başına oturan siyasi aktörler, satranç oyununda iki hamle ötesini görecek derinliğe ne yazık sahip değiller. Siyaset cephesinden kötü kokular geliyor. Bu nedenle Laiklerin, Kürt siyasi hareketinin, sol liberallerden sosyalistlere kadar demokrat unsurların aralarında oluşturacakları ittifak daha da önemli hale geliyor.
Yorum Yap