- 6.04.2015 00:00
Bir hakaret, bir küçük düşürme amacıyla değil teknik bir terim olarak bu kavramı kullandığımı önce belirtmeliyim. Ancak değerler alanında ortaya çıkınca ahlaki sonuçları da oluyor doğal olarak.
İkiyüzlülüğün karşıtını tutarlılık, dürüstlük, güvenilirlik kavramları ile karşılayabiliriz. Farklı zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olsa da aynı özelliklere sahip iki olguyu birbiri ile çelişen değerlendirmelere tabi tutup, farklı tepkiler verdiğinde bu durum tutarsızlık, ikiyüzlülük olarak tanımlanır. Örneğin davranışınız daha önce savunduğunuz bir düşünce ile açıkça çelişiyorsa sizden bu tutarsızlık için bir açıklama beklenir. Bunu yapmazsanız güvenilirliğinizi yitirirsiniz.
Dürüstlük kendinize tanıdığınız hakkı başkalarına tanıyıp tanımadığınızla, başkalarını tarttığınız terazide kendinizi tartıp tartmadığınızla da yakından ilgilidir. Kendini karşıtın üzerinden tanımlıyorsun. Rakiplerini itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapıyorsun. Kendini sürekli tehdit altında hissediyorsun. Diğerlerini sürekli kontrol altında tutma ihtiyacı içinde tetiktesin. Hep saldırgan, agresif ya da suçlayan rolündesin. Bu ruh haliyle doğal davranılmaz, koruma güdüsü ile doğal olmayan bir maske ardına gizlemek zorunda hisseder kendini insan. İster istemez savunma mekanizmaların işlemeye başlar, ikiyüzlü davranmaya başlarsın.
Yaşama tutunabilme başarımız önümüze koyduğumuz programı hayata geçirebilme yeteneğimize bağlıdır. Bunun için bazı ilke ve değerlere belirli bir iradeye ihtiyaç duyarız. Adada bir başınaysan o anki koşullarda yaratıcılığın sonucu belirler, sonuç da sadece seni etkiler. Ama yaşamı topluluk halinde sürdürüyorsan, programı bir başına, ya da sadece seninle hareket edenlerle birlikte yapamazsın. Yaparsan program senin olur; oysa hayata geçecek program senin dışında ortaya çıkan ile uzlaşma içinde belirlenmek durumundadır. Anayasalara bundan ihtiyaç duyulur. Önüne koyduğun, bağlandığın programı inanç haline getirir, kutsallaştırır, katılaştırır, tabulaştırırsan kısa vadede diğerleri için uzun vadede senin için tehlikeli kulvarda yol alırsın.
Post modern süreç ile birlikte kaderlerimizin ortaklaştığının ayrımına daha fazla varmaya başladık. Yolculuk ortak ise sorunları sadece kendi parçacığınızın kutsallarıyla çözemezsiniz. Ama gelin görün ki bunun bilincine varmamız kolay olmuyor, süreç çelişkili işliyor.
Yolculuk ortaklaşmayı gerektiriyor ama biz aynı katarın birbirine yabancılaşmış kompartımanları haline geliyoruz. Yolculuğun ortak yanını gözden kaçırıyor, farklı olmanın ayrıcalıklarını öne çıkarıyoruz. “Biz” ve “onlar” ayrımı yapıyoruz. Dışarıda kalanları itibarsızlaştırmayı, ördüğümüz kozanın içine hükmetmenin aracı haline getiriyoruz. Kompartımanlar enerjilerini birbirlerini engellemek için harcamaya başlayınca ortak yolculuk imkânsız hale geliyor. İkiyüzlülük de burada başlıyor.
İnancın, ideolojinin dogmatik karakteri ile yaşamı inanç ya da ideoloji lehine kolaylaştırmanın pratik ihtiyaçları bir biri ile çelişiyor. Eldeki bilgiyi mevcut koşulları analiz temelinde değil de inancın aydınlattığı yolda tutum ve tavır belirlemek için kullanmaya başlıyoruz. İnanca dayalı avantaj peşinde koşarken benzer durumlara farklı tepkiler veriyoruz. Böylece düşünme, anlam verme, karar verme mekanizmaları ikiyüzlülük üretmeye başlıyor.
Benzer olaylarda farklı yüzlerle sahnede yer almak bir süre sonra inancın ya da ideolojinin güvenirliliğinin, tutarlılığının sorgulanmasına yol açar. İkiyüzlülüğün ortaya çıktığı yerde hayat faturayı uygulayıcıya keser. O uygulayıcının sahip olduğu inanç ya da ideolojide ister istemez bundan nasibini alır. Bunları yaşamın kendine özgü işleyiş mekanizmaları olarak görmek gerekir.
Milliyetçilik ya da ırkçılık, bir milletin ya da bir ırkın diğerlerine göre üstünlüğünü savunmak; bir millet ya da ırkın yaşama alanını diğerlerinin zararına genişletmek anlamına geldiği yerde ikiyüzlülük üretir. Belirli bir din ya da mezhepin bireysel kurtuluş için kullanıldığı, herkesin birbirinin inancına saygı gösterdiği yerde sorun çıkmaz. Cihat yolu ile bir coğrafyaya hâkim kılınmak amacıyla tarif edilmişse artık orada bir din ya da mezhepten çok bir iktidar aracı haline gelmiş ideolojiden söz etmek gerekir. Birleştirici olmaktan çıkan inanç din olmaktan da çıkar, kendini inkâr eder.
Bütün bunlar “ben benciliğin” aidiyet ilişkisi içinde toplumsal hale gelmiş biçimleridir. Bu süreçler ikiyüzlülüğe başvurmadan sürdürülemez. Çünkü dava büyüdükçe sıradan insan için daha soyut, daha insanüstü, daha kutsal hale gelen onu kullananlar için bir o kadar somut araçlara dönüşür. Günümüzde iktidarda tutunma aracı olarak milliyetçiliğin ya da mezhepçiliğin ikiyüzlülük üreten görüntülerine giderek daha çok tanık olmamız bundandır.
Ana dilde eğitimi kendi toplumu için kutsal bir hak olarak gören “eğitimci”; ötekileştirdiği toplum kesimi için bu hakkı kullanma talebinde bulunan eğitimciyi bölücü, hain olarak tanımlar. On yıl önce papaz öldürten, kitabevlerine katliam yaptıran, Danıştay’a, gazetelere bomba attıran, günlükleri dergilerde çarşaf çarşaf basılan, topraklara yedek cephanelik gömdürenler bugün elini kolunu sallayarak aramızda dolaşır, kahraman olurlar, hatta milletvekilliğine aday olurlar. Dün yoldaş olan bu gün paralel olur, senin ölün terörist, benim ölüm şehit olur. Muhalefeti “darbeci” ilan eden darbe ile gelen seçim barajına (%10) can simidi gibi yapışır. Ama serbest kalan eski darbe şaibelileri iş başı yapmıştır. Ana yasa değişmeden parlamenter sistem “bekleme” odasına alınmıştır. Muhalefeti itibarsızlaştırmak için “camide bira içtiler”, “Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar” söylemleri dolaşıma sokulur. Hükümetin en yetkili ağzının haber kanallarına düşen açıklamasından öğrendik, bir belediye başkanı kendisine emanet edilen ülkenin başkentini meğer parsel parsel satmış.
Tesadüfe bakın ki Berkin’in katilini açıklaması için rehin alınan, bu davada en fazla çaba gösteren, yol alan savcıymış. Başarılı ilan edilen operasyonda savcı da teröristler de birlikte öldüler. Kim ne istedi, kim kimi neden tetikçi olarak kullandı bunlar gene karanlıkta kalacak. Ama fatura muhalefete ve avukatlara çıktığı ile kalacak. AKP binasını basan meczup salıverildi, ama ihale muhalefete çıkmıştı bile. İç güvenlik paketi ile gözaltına alma, soruşturmayı başlatma, tutuklama yetkisi hukukun yerine siyasetin eline geçti. Gerekli tedbir alındı; seçimlere doğru artık ortalık ısınmaya, ortam gerilmeye başlayabilir. İyi saatte olsunlar galiba devrede. Bundan ilk nasibi alan da galiba Roboski’nin katırları oldu. Bakalım seçimlere kadar daha nelere tanık olacağız.
“Parlamenter sistemi” birileri “bekleme” odasına alırken muhalefetin “darbeci” ilan edilmesini, itibarsızlaştırılmasını “manidar” bulmaz mısınız? “Milli irade” dillerden düşmüyor. Ama milletvekili adayları tepeden atanıyor. Üniversiteyi yöneteni seçmek için oy kullanan bilim insanları milli iradeden sayılmaz mı? İstanbul üniversitesinin başına üç yüz daha az oy alan atanıyor, bir başka üniversiteye seçimde beşinci sıraya yerleşen rektör yapılıyor. Darbe ile geldiği için “parlamenter sistem” bekleme odasına alınıyor. Gelin görün ki milli iradeye ( bu arada %10 barajına) dayanılarak yerine getirilmek istenen, darbe ile gelene rahmet okutacak cinsten.
Sizce bütün bu yaşananlarda bir gariplik yok mu? Siyasette tanık olduğumuz bütün bu görüntüler neyi yansıtıyor?
İkiyüzlülüğün panzehri hukuktur, kurallardır. Kullandığınız ölçütlerin güvenilirliği sınanmış, geçerliği teyit edilmiş ve üzerinde uzlaşma sağlanmış ise; ikiyüzlülüğü kontrol altına alabilecek mekanizmalara da sahip olursunuz. Gücü elinde tutanın gücünü hukuktan, kuralların işliyor olmasından, hesap verebiliyor olmaktan, denetlenebiliyor olmaktan aldığı yerde demokrasi işler. Hukukun ortada olmadığı yerde ise meydan ikiyüzlülüğe kalır.
Sizce bu durumda fatura kime çıkar, bu durumdan en çok kim yararlanır?
Yorum Yap