Anlamak için inanıyoruma geri mi dönmeli?

  • 16.03.2015 00:00

 “Anlamak için inanıyorum” Skolastik Döneme (800-1500yıllar arası) damgasını vuran bir anlayıştı, Augustinus (354-430) tarafından dördüncü yüz yılda formüle edildi.

Augustinus’agöre “geçmiş” geçmişte kaldığı, “gelecek” henüz gelmediği, “şimdi” ise boyutları belirlenemeyeceği için bilinemezdi. Gerçeğe ancak inanarak ulaşılabilirdi. İnancın güven veren dünyasında ortaya konmuş genellemeler yaşanan olguları tasım (kıyas) yoluyla açıklamak için yeterliydi.

Kıyasın yerini deneye ve gözleme bırakabilmesi için kapitalizmin hazırlayıcısı Rönesans’ı beklemek gerekti. AydınlanmaDöneminde “inanç” ile “bilgi” arasında kesin bir ayrıma gidildi, bilgi toplumsal değişimin merkezine yerleşti. Modern süreçte bilimin tek belirleyici hale gelmesinde laiklik ve sekülarizm (dünyalaşma) önemli rol oynadılar.

Tarım toplumlarından Sanayi toplumlarına geçiş süreci içinde ortaya çıkan modern devletin sınırları vatandaşlık ya da etnik temelde yaratılmış ortak pazarla çizildi. Teknoloji üretimine dayalı sanayileşebilmek için “Bilim”(pozitivizm) düşüncenin merkezde yer almalıydı. Modern devlet,bürokrasi, standartlaşma ve neden sonuç ilişkisi içinde (determinist) öngörülebilir bir gelecek üzerinde yükseldi.

Yeni gelişen ve yerleşmeye çalışan kapitalist üretim ilişkileri içinde çalışanın sürecin bütününe vakıf olması, süreçle bütünleşmesi, süreçten doyum sağlaması istenen durum değildi. Çalışana güvenmek olmazdı, sopa ve havuç arasında kontrol edilmeliydi. Çalışanın üretim süreciyle ilgili bilgisiüretimde oynayacağı rolle sınırlı olmalıydı. Üretim ve sonucu üzerinde çalışanın herhangi bir tasarrufu olamazdı. Sermaye birikiminin belli ellerde toplanması bunu gerektiriyordu.

Ancak özgürlük ve eşitlik vaatleri ile gelen yeni üretim ilişkileri içinde çalışan umduğunu bulamadı. Nesneleşti, makinanın bir uzantısı,edilgen hale geldi; kendi içinde ve dışında uyum sorunları yaşamaya, kendini daha yalnız hissetmeye başladı.Bu durum kapitalist üretim sürecinde verimsizliğe, taleptedüşmelere, ekonomidebunalımlara yol açtı.

Neyse ki psikoloji bilimi ortaya çıktı, kapitalizmin imdadına yetişti. İnsanın üretim sürecinde nasıl doyum sağlayabileceği psikoloji içinde ortaya çıkan bilgilerle araştırılmaya başlandı. Yeni örgütlenme, yönetim modelleri geliştirildi.

Ama kapitalizmin doğasından kaynaklanan bertaraf edilemeyecek bir sorunuvardı. Giderek daha fazla makina ve bilgisayar kontrolünde sürdürülen yeni üretim sürecinde insanaher geçen gün daha az ihtiyaç duyuldu. İnsan gücünün üretim sürecine katkısının düşmesi alım gücünü de etkilemesi kaçınılmazdı. Uluslar üstü tekellerin kontrolünde sürekli artan ve çeşitlenen üretim, yeniden düzenlenen iş bölümü, aşırı üretimle azalan doğal kaynaklar,sınırlı pazar olanakları, alım gücünü ve pazarı canlı tutmanın zorlukları, kapitalizmin yenilenen bunalımları ve üretimden kopan insanı tatmin etmenin zorlukları kapitalizm içinde yaşanan karmaşanın bileşenleri oldular.

Bu durumu olağan gösterecek yeni bir değerler dizisine ihtiyaç vardı.

Aranan kan küreselleşme sürecinde ve bu sürece eşlik eden post modern anlayışta bulundu. Uluslar üstü tekeller yeryüzünü babalarının çiftliği gibi kullanabilmeleri için sürekli dağıtan ama toplamaya hiç yanaşmayan, bilinçli bir “bırak dağınık kalsın” tutumu benimsediler. Bu tutumu genel geçer hale getirmek için ellerinden geleni de yapıyorlar.İnsan ve güç ilişkilerini yaratmak istedikleri iş bölümüne ve pazara göre yeniden şekillendirebilmenin ve sistemin gerçek yüzünü sanal bir örtü altına gizlemenin yolunu post modern söylemde buldular.

Bu noktada tartışılması gereken soru bence şu:

Modernleşme sürecinde daha çok sınıf temelli ve etnik temelli çatışmalara tanık olduk. Post modern süreç içinde neden çatışmalar daha çok inanç temelli haline geldi? Koşulsuz inanmanın anlamayı güdülemesi önermesine post modern süreçte neden geri dönüldü? Bu post modern anlayıştaki göreceliğe ve öznelliğe yönelmiş bir itiraz, bir başkaldırı mı; yoksa bu geri dönüşün post modern süreç içinde anlamlı bir yeri mi var?

Postmodernizmin “herkesin doğrusu kendine”, kesin doğru, salt gerçek yoktur, olan biteni tek bir açıklayıcıyla anlamlandırmak mümkün değildir (görecelik), “ne olsa gider” (eklektisizm), “herkes düşünüşünde, eyleminde serbesttir (öznellik) yaklaşımlarına “anlamak için inanıyorum” inanç temelli bir karşı çıkış olabilir, kabul. Ancak bu post modern savrulmanın bir başka görünümü olarak da pekâlâ kabul edilebilir. Çünkü “bilgi” yerine “yorum” koyarken post modern anlayış ile inanç temelli yaklaşım ilginç bir biçimde örtüşüyorlar. Buna ne demeli?

Post modern süreçte bilgi ile bilginin kullanımı arasında bir kırılma oldu. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile bilgi zaman ve mekân kısıtlaması olmaksızın çok daha kolay ulaşılabilir hale geldi. Fakat bu durum, bilgiyi çıkarı doğrultusunda kullanabilmek için iktidara eşsiz olanaklar sunuyor. Bilgiyi kontrol etmede iktidarın eli daha da güçlendi. Sonuçları önceden tespit edilebilir gerçeklikler yaratmak amacı ile bilgi iktidarların elindesayısal verilere dönüştürüldü.Eğitim sistemleri daha kurgusal, daha ideolojik yapılar haline geldi.

Bugün birey seçimini kendisine sunulanlar arasından yapmak zorunda. Neye ihtiyacımız olduğu bize vaaz ediliyor.Fazlasını merak etmemiz, bize sunulanın ötesindekini bilmek isteğimiz hoş görülmüyor. İnsanlık yararına teknoloji üretme aracı olarak iş görmesi gereken bilgi uluslar üstü tekellerin ve iktidarların kontrolü altında. İnsanlığın geleceği hiç bu günkü kadar tehdit altında olmadı.

Modernleşme sürecinde tanık olduğumuz etnik temelli çatışmalar post modern süreç içinde inanç temelli çatışmalara dönüştü. Bu rastlantı olabilir mi? İnanç temelli karşıtlıklar halinde bir araya geliş, ön görülemeyeni manipüle etmek için daha elverişli biz zemin oluştur. Anlamak için inanmalısından inanıyorsan öldüre geçişin bu kadar hızlı olması sizi de ürkütmüyor mu?

Uluslar üstü tekeller bize “sen tüketmeye bak, üreten nasıl olsa bulunur”diyorlar. Çeşitliliğin yol açtığı karmaşayı önlemek için edebiyat ve sanat desteğindebiraz mistik biraz egzotik sığ bir dünya vatandaşlığı dayatıyorlar (Matrix,Yüzüklerin Efendisi, Henry Poter). Bunu kabul edip ağzımıza tutuşturulmuş emzikle (bilgisayar, tv, şans oyunları, futbol, sinema vs.) daha edilgen, daha uyuşmuş ama daha huzurlubiçimde bize güven veren kutsal mekânlarımıza çekilmemiz mi gerekiyor?

Yoksa şu yorumlanmış dünyada birer yorumlanan olarak bize sunulana biat mı etmeliyiz?Şu dünyada yaşanan karmaşa içinde bize huzur yok bu belli. İstediği dört yüz milletvekilini verirsek yaşadığımız karmaşa içinde öteki dünyada bize müjdelenen huzura toplumun velayetini kendince üstlenmiş kurtarıcı bizi taşıyabilir mi?Peki, deney, gözlem, biline bilirlik nereye gittiler?Toplumda artan kamplaşmayı, insanların birbirinden daha fazla nefret eder hale gelmesini haklı çıkaracak bir yorum, ahlaki bir ilke olabilir mi?

Birileri bulanık suda balık avlamaya çıkmış, burası kesin. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums