- 26.08.2014 00:00
Siyaseti birey ve toplum ile ilgili etik değerlerin süreç içinde gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir alan olarak tanımlayabiliriz.
Eğer bireyin hak ve özgürlüklerini savunma üzerinden evrensel etik ilkelere dayalı bir siyasal mücadele içindeyseniz; yaşamını doğrudan ilgilendiren kararlara, karar alma mekanizmalarına bireyin doğrudan katılımını savunuyor; yaşama, düşünme, inanma, inanmama biçimlerine her türlü müdahaleye karşı çıkıyor; mağduriyetlerin mücadelesine destek veriyorsanız siz tutarlı bir demokratsınız.
Yok, siyaseti yalnızca bir gruba, bir topluluğa, bir aidiyete bağlı olarak, kolektif çıkarlar üzerinden sürdürüyorsanız. Başka grup ya da gruplarla kontrolü elde tutma mücadelesi içinde, rekabet halindeyseniz; diğerlerinin mağduriyeti sizi çok da ilgilendirmiyorsa; bu mücadele içinde her türlü eylemi mubah sayıyorsanız o zaman siz meşrebinize göre ya Mezhepçi ya Milliyetçisiniz ya da ideolojik bir kavganın adamısınız.
Türkiye’de siyasi yaşamı kontrol altında tutan partilere bakalım, bu partileri tanımlamak için yukarıdaki açıklamalardan hangisini kullanmak uygun düşüyor; birincisini mi, ikincisini mi?
Bir partinin en yüksek ve en belirleyici organı kuşkusuz Genel Kuruldur. O nedenle parti içi demokratik işleyişin en somut göstergesidir kongreler. Peki, bizim siyasi partilerimizin yaşamında “Kongre” kavramının anlamı nedir?
Cumhurbaşkanı seçilen eski bir genel başkanın partisi ile ilişkiyi kesmeden önce “İstişare” yolu ile yeni genel başkanı belirleyip açıklaması parti içinde işleyen demokrasiyi mi gösterir? 27 Ağustosta toplanacak AKP genel kurulunun Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı genel başkan ve başbakan dışında bir başka ismi seçme olasılığı var mıdır? İyi de malumu ilan etmek için kongre toplandığı yerde demokratik işleyişten söz edilebilir mi? Önceden alınmış kararlara meşruiyet kazandırmak için kongre toplayan bir parti için “demokratik” denebilir mi?
Bizde parti kongrelerinin alınmış kararlara meşruiyet kazandırma dışında başka bir işlevi daha var. Liderlerin elinde parti içi kontrolü sağlama, diğerlerini tavsiye etme aracı olarak iş görüyorlar. Çatı adayın beklenen sonucu alamamasında bir nebze de olsa tuzu olanlar seçim sonrasında CHP’de kazan kaldırdılar. Kılıçdaroğlu da kendisine sunulan fırsatı hemen gördü. CHP’de, olağanüstü kongre 5 Eylül’de toplantıya çağırıldı. Hemen arkasından Genel Başkan il başkanlarını topladı, üçü hariç hepsinden “arkandayız” mesajı aldı. Sizce bütün bu olan biten CHP içinde parti içi demokratik işleyişi mi gösterir? Yoksa genel kurulda yaşanacak tasfiye için bir hazırlık yapılıyor izlenimi mi alıyoruz?
Oysa kongrelerin başarısı parti politikaları, parti içi sorunlar, parti içi demokratik işleyiş hakkında üyelerin, örgütlerin düşüncelerini alma yolu ile partiyi yenileyebilme kapasitesi ile ölçülür. Yöneticilerin politikalarını yenilemek, partiyi daha geniş kitlelerle buluşturabilmek için tabandan dönüt devşirdikleri son derece önemli araçlardır kongreler. Kimin ne konuşacağının, hangi kararların alınacağının, hangi yöneticilerin parti meclisine seçileceğinin, kimlerin tasfiye edileceğinin kapalı kapılar ardında önceden tespit edildiği ve dayatıldığı bir sürece; bu süreçle belirlenen siyasal yaşama “demokratik” diyebilir misiniz?
Bireylerin kararlara katılımını aşağıdan yukarıya üretilecek yeni karar alma mekanizmalarıyla geliştirme projesi ile Cumhurbaşkanlığı seçim yarışına katılan HDP hepimizi heyecanlandırdı. HDP siyasi yaşantımızda iyi ki var. Fakat orada da bileşenlerin en azından önemli bir kısmının kimliğe dayalı siyaset geleneği içinden gelmelerinden kaynaklanan önemli sorunlar var. HDP’nin en büyük bileşeni Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eğer kendi başına sonuç alabileceğine inansa “Türkiyelileşme” süreci başlatır mıydı? “Demokratik özerklik” talebi geri çekilir, HDP bünyesinde “yerele yetki devri” öne çıkar mıydı? Farklı parti programlarının asgari müştereklerde buluşmaları ile belirlenen bir program ve koorperatif bir yapı ile demokratikleşme sürecine kitleleri katmak, bütün demokratik güçlerin etrafında bir araya geleceği çekim merkezi haline gelmek mümkün mü?
Bir yandan bireyin hak ve özgürlük mücadelesi temelinde demokratik zeminde sorun çözme çağrısı yapılırken, diğer yandan Mahsum Korkmaz’ın heykelini Lice’ye dikmek gibi kimliğe dayalı eylemler sürdürülüyor. Ne kadar inandırıcı olabilir siniz? Bu eylemin Türkiye insanın hak ve özgürlük mücadelesine güç katacak potansiyeli olsa yıktığı heykelin kafası üzerine postal koyarak poz verme cesaretini o asker kendinde o kadar kolay bulabilir miydi?
O heykeli oraya dikeni de, o heykelin kafası üzerine basıp poz vereni de, bunun rövanşını bir okuldaki Atatürk Heykelini parçalayarak alanı da sonuçta Milli Eğitim Sistemimiz yetiştirdi. Bu gençler Milliyetçi politikalar içinde yetiştiler. AKP’de bunun rövanşını bugün dini bütün gençler yetiştirerek alıyor.
Eğitim Reformu Girişimi yıllık raporunda bir yılda İmam Hatip Liselerinin sayısının %73 arttığını belirlemiş. AKP iktidara geldiğinde 71.100 olan İmam Hatipli sayısı; TEOG sınavı sonrası bu yıl gerçekleştirilecek 40.000 yerleştirmeyle neredeyse 710.000’e çıkacak. AKP 12 yılda İmam Hatipli sayısını böylece 100 kat arttırmış oluyor. İmam Hatip Lisesi sayısı son dönüştürülen okullarla birlikte bu yıl 952’ye çıktı. Ortaöğretimde okuyan öğrencilerin içinde İmam Hatiplilerin oranı tam da Bilal Erdoğan’ın MEB’e önerdiği gibi %15’lere çıkıyor, gözümüz aydın. Mesleki eğitimi geliştiremiyoruz ama mezhep eğitiminde AKP bize çağ atlattı. Laik, demokratik yaşama dönük IŞID tipi tehditlerin bölgemizde giderek büyümesinde bu tür Mezhep’e dayalı kimlik savaşçısı yetiştirme politikalarının hiç mi katkısı yok?
Sahi o okuldaki Atatürk heykelini yıkan, kıran ezilen ulusun kimlik savaşçıları Mahsum Korkmaz’ın üzerindeki postalın intikamını almış oldular mı? Bütün bu eylemler dizisi HDP bünyesinde genişletilmesine çalışılan demokrasi mücadelesine katkı verir mi? Demokratik Bölgeler Partisi yöneticilerinin bunların üzerinde adam akıllı düşünmesi gerekiyor.
Bir grubu, bir topluluğu, bir inanç grubunu dışlayarak, karşınıza alarak; Rabia gibi, Bozkurt İşareti gibi bir takım semboller, istilalar kullanarak bulduğunuz enerji ile kontrol altında tuttuğunuz kitlenizi heyecanlandırabilir, arkanıza aldığınız bu kitleyle belki bir bölgeyi, bir partiyi, hatta bir ülkeyi yönetebilirsiniz. Bu gururunuzu okşayabilir. Ama güçlü ve zafer sarhoşu olmanız sizi haklı kılmaz. Milliyetçiliğin, Mezhepçiliğin hiçbir türü ortak yaşama bu güne kadar demokrasi, huzur getirmedi.
Milliyetçiliği, Mezhepçiliği bütünüyle aşmadan bu topraklarda bize huzur yok.
Yorum Yap