Özerkleşme, yerelleşme, otoriterleşme ve sol liberal tutum üzerine!

  • 22.07.2014 00:00

 Bir arada yaşamı sürdürebilmek için bir takım ortak paydalara, ilkelere ihtiyaç duyarız. Peki, bu ortak paydalar nasıl üretilmeli? Üzerinde bir türlü anlaşamadığımız asıl soru da bu.

Ara formülleri bir tarafa bırakırsak bunun iki yolu var.

Ya biri ya da birileri çıkacak, “bakın sizi bir araya ben getirdim, demek ki işin uzmanı benim. Öyle ise benim irademi kabul edin, bana biat edin. Gösterdiğim yolda yürürseniz huzuru da buluruz, istikrarı da” diyecek.  Biz de eyvallah, düş önümüze diyeceğiz.

Ya da oturup, hangi ortak paydalar (ilkeler) etrafına bir araya gelebiliriz, bizi bir arada tutacak yapı nasıl olmalı konuşacağız, tartışacağız. Sonra da alacağımız kararlara hep beraber uymayı taahhüt edecek, kimseye ayrıcalık tanımayacak, her işin şeffaf ve açık yürüyeceği, hesap sorulabilir bir yapı için;  bu yapının işleyişini güvence altına alacak koşulları oluşturmak için kolları sıvayacağız.

Hangisi daha demokratik? Birinci durumda orta çıkacak yapı, adı ne olursa olsun yukardan aşağıya kurulan ve işleyen merkeziyetçi, otokrat bir yapı olur kuşkusuz.  Kurtarıcının aldığı kararlar can acıtmaya başladığında, müstebiti başından def etmek o kadar kolay değildir. Huzur ve güven yerini, baskı ve zorbalığa bırakabilir.

İkincisinde ise kararlar aşağıdan yukarıya işleyen âdemi merkeziyetçi bir yapı içinde, katılım yoluyla alındığı için daha işletilebilir, daha esnek, kontrol edilebilir bir yapı ortaya çıkar. Farklılıklar sistemin gelişimine, dinamik dengenin yeniden oluşumuna katkıda bulunacağı için karmaşa kontrol altına daha kolay alınabilir, sürdürülebilir bir istikrar ortaya çıkar.  

Yaşadığımız coğrafyada 14. Yüzyıl ortalarından itibaren belirginlik kazanmaya başlayan, İslami inanışın meşruluk kazandırdığı kurumsallaşma geleneği ve bu geleneğe bağlı ortaya çıkan siyasi kültür son derece merkeziyetçiydi. Tanzimat ile içine girilen modernleşme süreci içinde sistem, geleneksel merkeziyetçi anlayış ilham alınarak yeniden düzenlendi. Osmanlı Hanedanına dayalı “İslami” devlet yerini, Türk etnik kültürü etrafında “Milli” devlete bıraktı.

Bu süreçte siyasi partiler Avrupa’da olduğu gibi temsil temelinde değil, devlete sahip çıkma, devleti kurtarma iddiası ile ortaya çıktılar. İnisiyatifi eline geçiren Milliyetçiler elitçi, bağımsızlıkçı, daha otoriter ve merkeziyetçi bir tutum benimsediler. Bunlara muhalefet eden İslamcılar ise daha liberal, daha âdemi merkeziyetçi, fakat dış müdahaleye açık bir tutum aldılar. Cumhuriyet’in Meşrutiyet’ten devraldığı siyasi kültür, yolunu bu ikilik içinde buldu.

İslamiyet milliyetçiliğe göre daha birleştiriciydi. Toplumun bireyden yola çıkarak daha sağlıklı kurulabileceğini savunan Satı El Hüsri, Prens Sabahattin gibi infiratçılar; yaşadığımız coğrafyada âdemi merkeziyetçi ilk düşünceleri dile getirdiler. Bürokratik merkeziyetçiliğin giderek tahakküme ve despotluğa yol açacağını ilk ileri süren ve toplumu ilk uyaran Prens Sabahattin’dir. Cumhuriyetin kuruluşunda Birinci Mecliste yer alan İkinci Grup lideri Hüseyin Avni Bey de benzer uyarılarda bulundu.

Türkçüler ve Türk- İslam sentezinden referans alan kurtarıcıların hüküm sürdüğü süreçte, kamu zenginliklerinin talan edilmesi sonucu bir yandan ülke ağır bir ekonomik bunalıma sürüklenirken diğer yandan ezen ulus psikolojisi içinde hareket etme ülkeyi etnik çözülmenin eşiğine getirdi.  İslamcılar bu koşullarda iktidarı ellerine geçirdiler.

Fakat iktidarı ellerine geçirip ipleri ele aldıklarında, kimlik siyaseti içinde neler çektiklerini İslamcılar çabucak unuttular, Sünni İslam’a dayalı kimlik siyaseti gütmeye, üretilen bütün zenginliği yandaşlar arasında kontrol etmeye başladılar.

Diğer yandan Kapitalist sistemin Post modern anlayış içinde dayattığı küreselleşmeye bağlı yerelleşme, özerkleşme ile İslamcıların referans aldıkları Sünni İslam’a dayalı partikülleştirme çabası ilginç biçimde birbiriyle örtüştü.

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri yaşadığı topraklardan sürülen, yok sayılan, ötekileştirilen etnik unsurlar bu partikülleşme süreci içinde ilk kez özgürleşme, kimliklerine sahip çıkma fırsatı buldular. Bugün iktidarı elde tutan İslamcılar diğer unsurları partikülleştirerek çevrede tutma politikası izliyorlar. Kimliğine sahip çıkma arayışı içine giren ezilen ulus milliyetçiliği de bunu özerkleşmek için bir fırsat olarak görüyor ve bu politikaya destek veriyor. Bunda yadırganacak bir durum da yok.

Ama kabul etmek gerekir ki partükülleşme ile yani mozaik halinde bir arada durma ve ya özerkleşme ile yerele yetki devri ve kararlara en geniş katılım yolu ile demokrasiyi derinleştirme aynı şey değil. Otoriterleşme ile özerkleşme bir arada yürür mü, belki yürür. Fakat, partikülleşen kendi içinde demokratik bir gelenek yaratmak istese de, sonuçta bütün içindeki otoriterleşmeden ister istemez etkilenir.

Öte yandan bu post modern sürece ve kültüre boyun eğmek anlamına da gelir. Bu nedenle böyle bir gelişme solun, sol liberallerin hedefleri arasında yer alamaz.

Çözüm, tam da Sayın Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde sahip çıktığı siyasi, kurumsal, idari yapıyı âdemi merkeziyetçi bir anlayışla aşağıdan yukarıya doğru yeniden yapılandırmakta yatıyor. Çağdaş devletin, gerçek demokrasiyi işletmenin yolu merkezin yetkilerini sınırlamaktan, yerel yönetimlere yetki ve sorumluluk devretmekten geçiyor.  İster bunu Fransa’da olduğu gibi yarı başkanlık sistemi içinde yapın, ister parlamenter sistem içinde; yeter ki insanlar günlük yaşam ile ilgili kararlarını Diyarbakır’da da İzmir’de de yerelde kendileri versinler.

Bütün bunları Ulusalcı, Milliyetçi, Türk İslam sentezci küçümsemeye, alay etmeye, yergiye aldırış etmeden 2. Cumhuriyetçiler, sol liberaller, bilim insanları bu ülkede yıllardır söylüyor.  Tarhan Erdem’in geliştirdiği Demokratik Cumhuriyet Programı’na, ya da en iyisi Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na bir bakın, yapılması gerekenler orada yazıyor.

Peki Sayın Demirtaş’ın ademiyetçi yeniden yapılanma önerisi bazı sol liberal görüşe sahip aydınları, bilim insanlarını heyecanlandırırken, aynı çizgideki bazılarını niye heyecanlandırmıyor? Çünkü sol liberaller dağınık, birbirleri ile ilişkileri son derece zayıf, aralarında ortak bir zemin arayışında bulunmaya bile tenezzül etmiyorlar. Ayrıca âdemi merkeziyetçi yeniden yapılanma projesine sahip çıkan liderin, aynı zamanda PKK ve İslamcılar arasındaki çözüm arayışında taraf olması da kafalarında karışıklığa yol açıyor.

Sol liberallerin ülkemizdeki temsilcilerinden, Sayın Demirtaş’a mesafeli duran Mehmet Altan, “Barış sürecini siyasi bir kurnazlık şeklinde yürütmeye kalkmak, bu günkü iyi ortamı da mumla aratacak bir sürece götürebilir bizi” uyarısını yapıyor. Biryandan da böylece kuşkusunu,  güvensizliğini ortaya koymuş oluyor. Aynı çizgide yürüyen ama Sayın Demirtaş’ın projesini heyecanla destekleyen Taner Akçam ise “PKK Kürtlere devlet vaat edebilir. Muhtemelen Kürtlere devlet de kazandırır, ama demokrasi ve özgürlükler değil” diyerek benzer bir kuşkuyu dile getiriyor. (20 Temmuz 21-014, Taraf)

Sonuçta bu gün Çağdaş Devleti yeniden yapılandırma önerisine Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan bir Kürt lider sahip çıkıyor. İlk kez bu proje, ülkenin rejimini belirleyecek bir seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı adayı projesi olarak ortada duruyor.

Eğer bu düşüncelerle seçim yarışına katılan Sayın Demirtaş  %10’nun üzerinde oy alırsa o zaman yeni olanın nasıl fark yarattığı ortaya çıkacak (Taner Akçam da bunu söylüyor). Ortaya konan bu çözümün, Sayın Demirtaş’ın eli HDP içinde güçlenecek. Siyaset bu düşüncelere kayıtsız kalamayacak. Çözüm süreci, PKK AKP arasında dar bir pazarlığın ötesinde siyasi bir iklime sahip olacak. Bunlar az şeyler değil. Hal böyle iken bir takım kuşkuların var diye buna kayıtsız kalabilir misin?

Efendim, Selahattin Demirtaş’ın bugün söyledikleri ya taktik ise, ya ikinci tur da Kürtler özerklik, Öcalan’ın serbest kalması ya da ev hapsi karşılığında R.T.Erdoğan’a destek verirlerse? Gazete köşelerinde (Emre Uslu/Taraf) bu tür sabote edici yazılar görmeye başladık. Bu tür yayınlar, filizlenen sürgün veren hareketin önünü kesmek için bilinçli bir girişim mi, yoksa somut bir bilgiye mi dayanıyor bilmiyorum.

AKP-PKK arasındaki pazarlığa sıkışarak ikinci turda boykot benzeri bir tutum R.T.Erdoğan’a üstü örtülü destek anlamına gelir. Otoriterleşme arzusunu açıkça ortaya koyanla, mevcut anayasal zemin sınırları içinde hareket edeceğini beyan edeni bir tutamaz,  ikisine de eşit mesafede duramazssınız. R.T Erdoğan’a üstü örtülü destek verdiğiyle ilgili bir algı HDP projesini toprağa gömmek, Türkiye siyasetinde Ana Muhalefet olma sevdasına veda etmek anlamına gelebilir.

Bunca acı çekmiş, bunca badireler atlatmış Kürt liderler, kurtuluşun bireysel olamayacağını; “Türklerin demokrasi kavgasını biz mi vereceğiz” milliyetçi duygusallığı ile (az şey yaşamadılar, bu duygusallık sebepsiz de değil); Öcalan’ın serbest kalması gibi kısa gün karı pazarlıklar ile koca bir davanın kaybedebileceklerini göremeyecekler mi? Sanmıyorum, bu onları hafife almak olur.

Sol liberallerin vereceği destek HDP’nin kitleselleşmesinin önünü açabilir. Kitleselleşen siyasi partinin öz güveni gelişir. Çekim merkezi haline geldikçe, sorumluk arttıkça çocukluk hastalıklarından uzak durmak daha mümkün hale gelir.

İşte tam da bunun için Sayın Demirtaş’a bu aşamada destek vermek gerekir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums