- 7.04.2014 00:00
Onca yolsuzluk iddiasına, internette dolaşan onca ses kaydına, kurumlardaki tahribata, kışkırtıcı, kamplaştırıcı üsluba, tek adam yönetimine doğru gidişi gösteren onca işarete rağmen bu halk yerel seçimlerde iktidar partisine % 43,5 oranında desteği niye verdi? Muhalefet partileri ucuz bahaneler arkasına sığınmadan bu soruya anlaşılır ve geçerli cevaplar bulmalı. Tabi demokrasi içinde iktidar olmak gibi niyetleri, gelecek için iddiaları varsa.
Seçim sonuçları üzerinden yapılan bir analize göre, aldığı eğitim bakımından ancak ilkokul ve ortaokul mezunu olan 34 milyon seçmenin %75’i tercihini AKP’den yana kullanmış. Bu tespit Türkiye’deki siyasetin durumunu anlamak bakımından önemli bir ipucu olabilir.
Vicdanı olan, çocuklarına gelecek hazırlama gibi bir amacı olan eğitimli insanlar toplumun, ülkenin yaşadığı can alıcı sorunlara çözüm yolları ararlar ve bulurlar. Sonra da buldukları çözüm yollarını herkesin anlayacağı hale getirir ve paylaşırlar. Çağa uygun daha iyi, daha anlamlı yaşama, geleceği hazırlama yolunda halk iradesinin ortaya çıkmasına öncülük ederler. Olması gereken budur.
Ama bizim eğitimlilerimiz olan biteninin farkında olsalar da ne yazık ki yol gösterici olamıyorlar. Neden bu böyle? Çünkü devlet için, devletin bekası için eğitildiler. Aldıkları eğitim onları halktan uzaklaştırdı. Sorunları kalıcı biçimde çözmekten çok, halkın desteğini almakla ilgilendiler. Durumu olması gerektiği gibi sürdürmek için halk yardakçılığını (popülizmi) araç olarak kullandılar. Halkla olması gerektiği gibi ilişki kuramadıklarında, ona güven veremediklerinde de, dönüp halkı suçladılar.
Ülkem insanı kendini kurtarma vaadinde bulunanlara bakıyor, özde bir fark göremiyor. Bu nedenle zamanı geldiğinde oyunu günü kurtarmak için, istikrarı korumak için veriyor, değişim için değil. Çünkü değişimden korkuyor. Olan biten benim penceremden bakınca kısaca budur. Yerel seçimde AKP’ye oy veren seçmen, sandıktan çıkan sonuca bakarak bu gün geleceğini daha bir güvence altında mı görüyor? Hiç sanmıyorum.
Tartışma programlarına, gazete köşelerine bakın; iyi-kötü düşünen, ağzı laf yapan, yazdığı anlaşılan bir sürü bilim insanı, yazar, kanaat önderi göreceksiniz. Birçoğu gerçekten değerli insanlar. Bazen tek başına bu kadar doğruyu nasıl görüyorlar şaşıp kalıyoruz. Fakat birbirleri ile ilişkileri ya çok zayıf, ya da hiç yok. Neden? Çünkü her biri ayrı bir cumhuriyet de ondan.
Erdoğan liderliğinde AKP kabul edelim ki iyi bir kaos yönetimi, çatışma yönetimi örneği gösterdi. Yarattığı “paralel devlet” imgesi ile zayıflıklarını, zaaflarını avantaja çevirmesini bildi, etki alanını kontrol altına aldı, gücünü konsolide etti.
Rakiplerini mücadelede avantaj sağlayacağı mindere çekti. Başarıya götürecek yöntemi, muhalefetin benimsemesini sağladı. İnsanların güçlüyü, güçsüzü ayırt etmesi, istikrarın neye bağlı olduğunu görmeleri için anlamlı örnekler üretti, çağrışımlar yarattı. Etkili de oldu.
Devlet memurlarına kimin himayesi altında olduklarını hatırlattı. Amirlere itaat edilmediği durumlarda başa gelebilecekler ile ilgili anlaşılır, ibret verici örnekler sundu.
Meclisten geçirdiği görevden alma yasaları ile kurumların yöneticilerine seçim sonrasında durumlarının gözden geçirileceğini hatırlattı.
Yolsuzluk iddiaları ile internette paylaşılan dinleme kayıtlarını “paralel yapı” miti altında birer propaganda malzemesi, kendisine karşı üretilmiş karalama ürünü haline getirdi.
Twitter, Youtube yasakları ile bir taraftan eğitimli seçmenlerin birbirleri ile ilişkilerini engelledi, diğer yandan “kediye bak” yöntemi ile gündem belirledi, hedef saptırdı.
Seçim sırasında sandıklara en fazla “sahip” çıkan parti de AKP oldu. Sandıkları kontrol altında tutmasını bildi.
Daha az eğitimlilerden alınan iman tazeleyici oyla okumuşlara hadlerini bildirme gücü devşiren bir hükümet yetkilimiz, geçen gün muhalefet takımına, “ilim sahibi olabilirsiniz ama irfan sahibi değilsiniz” gibisinden bir laf etti. Seçim sürecinde kullanılan rakibi bozmaya, açığa düşürmeye, arkaya dolanıp puan kapmaya, tehdide, kışkırtmaya dayalı yöntemler; bu yöntemleri kullanan kurtarıcıların “irfan” düzeyi hakkında da aslında iyi kötü bir fikir veriyor.
Peki, muhalefet ne yaptı?
CHP’nin ve MHP’nin nasıl bir kent, nasıl bir Türkiye, nasıl bir gelecek tasavvuru var bilebildik, anlayabildik mi? Ergenekon gibi derin yapılarla dayanışma içinde olduğunu göstermekten, AKP karşıtlığı üzerinden oy avcılığına çıkmaktan başka ne yaptılar?
CHP bazı yerlerde (Mersin’de olduğu gibi) beceriksiz olanı, yıpranmış olanı değiştirmeye cesaret edemediği için, bazı yerlerde de çıkardığı aday üzerinden oy arttırma gibi pazarda hayvan cambazlarının kullandığı basit hesaplarla yola çıktığı için kaybetti. Kahvehane dedikodularından başka halka bir şey söylemediği ya da söyleyecek sözü olmadığı için, sözünü halka götürecek, seçmenine sandık başında güven verecek örgütü olmadığı için kaybetti.
Ankara’da, İstanbul’da belediye başkan adayları belediye meclisinde CHP’ye verilen oydan çok daha fazla oy aldılar. Demek ki bu illerde seçmenin bir kısmı adaya güveniyor ama CHP’ye güvenmiyor. Acaba neden?
CHP’nin belediye başkanlığını kazandığı Eskişehir, Aydın aslında muhafazakâr geçmişi ile tanınan iller. Ama bu illerde insanlar yaşantılarını olumlu etkileyen işler yaptıkları için CHP’li mevcut Belediye Başkanlarına oy verdiler, bu başkanlara sahip çıktılar. Genel seçimde CHP bu illerden aynı oyu alabilecek mi? Sanmıyorum. Demek ki insanlar yaşantılarına olumlu bir katkı yapacağına inansalar CHP’ye oy verebilecekler. İnanmıyor diye bu insanları suçlamaya hakkınız var mı?
CHP yolsuzluk üzerinden, dinleme kayıtları üzerinden siyaset yaptı, miting alanlarında Başbakanı baş çalan, baş hırsız ilan etti. Bu söylem, Başbakanının insanları kamplaştırma siyasetine su taşımaktan başka bir işe yaradı mı?
Bu iki partinin siyasi birliği, huzuru, adaleti, sosyal adaleti güvence altına alacak nasıl bir anayasa, nasıl bir seçim yasası, nasıl bir siyasi partiler yasası, nasıl bir hukuki yapı istediklerini, Kürt sorununu nasıl çözeceklerini, yerel yönetimleri nasıl güçlendireceklerini, katılımcılık için, sivil toplumun güçlenmesi için ne yapmak istediklerini biliyor muyuz?
BDP’yi ise yalnızca Kürt sorunuyla, Öcalan’ın geleceği ile ilgili konular heyecanlandırıyor. AKP BDP’den aldığı üstü örtülü destekle, çözüm sürecinin ruhuna ters düşecek şekilde kurumsal yapıyı tahrif etmeye, Putin’in yönetim tarzını ülkeye yerleştirmeye devam ediyor.
Liderinin serbest kalmasını sağlayacak bir adım karşılığında Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı yolunda destek vermeye hazırlanan bir Kürt hareketi ile Türkiye’deki bazı sol hareketleri buluştursanız muhalefetteki boşluk dolabilir mi?
Bir zamanlar Erdal İnönü’nün düşündüğü birleşik sosyal demokrat parti arayışı gibi, Tarhan Erdem’in “Demokratik Cumhuriyet Programı” gibi; Liberalleri, sosyal demokratları, demokratları, solcuları, bilim insanlarını bir araya getirecek, yerel yönetimleri güçlendirme yolu ile Türkiye’de siyasi birliği sağlamaya çalışacak bir siyasi yapı ortaya çıksaydı. Bu yapıya sonradan BDP dâhil olsaydı, o zaman bu muhalefetteki boşluk dolabilirdi. CHP geleneğine soğuk muhafazakâr ve mütedeyyin kesim içindeki kimi laikler, liberaller bile böyle bir oluşuma omuz verebilirdi.
Ama kabul etmek gerekir ki kurtarıcı geleneğe dayalı siyasi kültür içinden böyle bir siyasi oluşumun ortaya çıkabilmesi çok kolay değil.
Öcalan’ın işaret ettiği yolda ise bu hiç mümkün değil.
Çünkü Öcalan bir Mandela değil. Kürtler için de değil, Türkler için de değil. Öcalan Türk modernleşmesi içinde tanık olduğumuz “Halaskar” prototipinin Kürt modernleşmesi içindeki bir versiyonu sadece. Binlerce masum insanın hayatını kaybettiği bu kirli savaşta devletin olduğu kadar Öcalan’ın da sorumluluğu var. Kaldı ki korporatif bir yapı içinden olsa olsa bir cephe çıkar, birleşik kaynaşmış bir siyasi hareket değil.
İnsanlar kurtarıcı siyasal iklim koşullarında iktidara gelebilecek olanda belli davranış kalıpları arıyorlar. O davranış kalıplarına sahip olan siyasi yapıya destek oluyorlar. Daha fazla karmaşa yaşamamaları için, ellerindekini koruyabilmeleri için, yarına dönük plan yapabilmeleri için bu gerekli.
Buna karşı siz ne yapıyorsunuz, insanlara ne umut veriyorsunuz?
Mevcut olanda ne gibi bir değişiklik ön görüyorsunuz? Bu değişikliğin insanların hayatını cehenneme dönüştürmeyeceğinin bir garantisi var mı? İnsanları gelecek için heyecanlandıracak vizyon, misyon ve heyecan sizde var mı? Dün büyük günahkâr ilan edilip içeri atılanın bu gün büyük kahraman olarak dışarı çıktığı bu ülkede; siz bu kadar dağınık ve perişan bir görüntü sergilerken ileride hesabını soracağınız bir yolsuzluk için insanlar güvenip de sizin arkanızdan niye gelsin?
Burada sorunlu olan, sorumlu olan kim, size oy vermeyen insanlar mı?
Bazı siyasi partiler için bir kazanımdan söz edilebilir belki, ama bu günübirlik bir kazınımdır sonuçta. Bu gün için kazandıranın, yarın için kaybettirmeyeceği ne malum. Türkiye’nin kaybettiği bir sürecin kazananı olmaz, bu böyle biline.
Peki, kazandığımız hiç bir şey yok mu? Bu seçim sürecinde geleceğe umut ile bakmamızı sağlayacak hiç güzellik yaşanmadı mı? Yaşanmaz olur mu, yaşandı.
Bu seçimlerde bir sürü genç kadın, muhtarlığa, belediye meclislerine, belediye başkanlıklarına aday oldu. Hangi partiden olursa olsun erkek egemen siyasete değen bu kadın eli beni heyecanlandırdı.
Bir de İstanbul’da “gezi parkı” deneyimi içinden bir grup genç çıktı, etrafına yirmi beş bin insan topladı. Sandıklarda yapılmak istenen Ali Cengiz oyunlarına el koydular. Etkili de oldular. Ankara’da laptopunu kapan mağdur olduğunu düşündüğü partiye koştu. Siyasal yaşamda böyle bir olaya ilk kez tanık olduk. Gençler yerel seçimde sandıklara sahip çıktılar.
Enseyi karartmaya lüzum yok, bugün bu gençler sandığa sahip çıkmasını bildilerse yarın Türkiye’ye sahip çıkmasını da bilirler. İşte aradığımız umut, tam da burada.
Yorum Yap