- 13.01.2014 00:00
İktidar yargı cephesinden gelen birinci (17 Aralık), ikinci (27 Aralık) ve en son İzmir yolsuzluk dalgalarını, dış bağlantılardan güç alan Cemaatin kendine açtığı bir savaş, yargı yoluyla kendine karşı bir kalkışma denemesi olarak değerlendirdi.
Peki, öylemiydi? Diyelim öyleydi? Saldırının usulen sakat olması, esasen sakat olduğunu da gösterir mi? İddianın arkasında bir örgüt olması, iddiayı düzmece yapar mı? İddiayı ortaya atan örgüte savaş açarak haklı çıkabilir misiniz?
Elbette normal, demokratik, hukuk sistemi güven veren, denetlendiğinizi bildiğiniz, sivil toplumu güçlü bir ülkede iktidarda olsanız; bu iddiayı ciddiye alır, mümkünse hukuk içinde kalarak iddiayı çürütmeye, boş ve düzmece olduğunu dosta düşmana göstermeye çalışırsınız.
Ama Türkiye ne yazık ki normal bir ülke değil; Türkiye kurtarıcılar ülkesi.
Siyasal yaşamı ve hukuku, toplum mühendisliği ile velayeti üstlenen kurtarıcılar tarafından yukarıdan aşağıya belirlenmiş bir ülkede yaşıyoruz. Ülkeyi ve toplumu yönetme gücünü ve iradesini Allah’a en iyi bağlanan olmaktan alan kurtarıcı; her ciddi hak arayışını ve yaşama alanı savunusunu kendi gücüne ve iradesine bir ortak çıkma, bir “şirk koşma” girişimi olarak görür ve değerlendirilir. Kurtarıcının iradesine karşı çıkmak aynı zamanda kurtarıcının dayandığı iradeye karşı çıkmak anlamına gelir. O nedenle “şirk koşmak” bağışlanamayacak tek gerçek günahtır, en büyük günahtır.
Kurtarıcı iradeyi temsil eden AKP saldırıyı hemen gördü. “Yavuz hırsız” rolü üstlenip İstiklal Savaşını ilan etti. Saldırıyı göğüslemenin ve durdurmanın tek yolu muktedir olduğunu göstermekti. Yandaşlara ve karşıtlara “güç bende” mesajı vermeliydi. Hiç vakit kaybetmeden binlerce polis müdürünün, kolluk görevlisinin bürokratın görev yerini değiştirdi. Savcılara, soruşturmalara, yargıya doğrudan müdahale etti.
Hiç de beklemediği anda kucağında bulduğu bu önemli savaş malzemesini muhalefet de pek sevdi. Malzemeyi kullanarak AKP’ye mümkün olduğunca fazla zararı vermeye, hükümeti yönetemez duruma getirmeye çalıştı, çalışıyor.
Fakat asıl savaş, hükümet ile savcılar ve yargıçlar arasında, hükümet ile onları harekete geçirdiği varsayılan Cemaat arasında geçiyor. Bu savaş, kurtarıcılar sistemini (etnik kimlik üzerinden kurulup hâkim bir mezhebin birleştirici gücü üzerinden sürdürülmeye çalışılan sistemi) tahrip edebilme gücü bakımından etnik kimlikler üzerinden yıllardır süregelen çatışmanın bile önüne geçmiş gözüküyor.
Bir de her türlü yolsuzluk, gayrı meşruluk, anti demokratik müdahale karşısında ilkesel duruşu olan yazar ve bilim insanları ile “ne yaparsa yapsın gene de iktidarın yanında olmam lazım” diye düşünen ve öyle davranan yandaş yazarlar arasında süren kavga var. Bu kavganın da birincisi kadar şiddetli ve acımasız geçtiğini teslim edelim. Toplumda yarattığı tahrip edici sonuçları da o ölçüde ciddi ve önemli aslında.
Son seçimlerde en iyi tahmini tutturan SONAR’ın 2013 Aralık sonunda yaptığı ankete göre AKP %42, CHP %29 oy alacakmış gibi görünüyor. Tabi bu ankette son İzmir operasyonun etkileri yok. Bu sonuçlar AKP’nin tek başına iktidara gelebilir imajının giderek sarsıldığını açıkça ortaya koyuyor. Ama AKP’nin durumu henüz o kadar da umutsuz değil. Medyadaki ateşli yandaşların tavrından bunu çıkarabiliyoruz. Ambarın boşaldığını fark edip gemiyi terk edişlerini görmek için biraz daha beklemek gerekiyor anlaşılan.
Peki, bu kavgalar Türkiye’yi nereye taşır. Nereye taşıdığı belli değil mi?
Ordusunun iktidarına, iktidarının muhalefetine, Cemaatin eski ortağına, yargısının iktidarına, devletin etnik yapılara, etnik, dini ve ideolojik yapıların sisteme kumpas kurduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Kurtarıcılarının birbirini ihanet etmekle suçlamayı alışkanlık haline getirdikleri bir ülke burası! Bütün bu savaşların, kumpasların bedelini en ağırından ödedik aslında. Nice bilim insanımızı, düşünürümüzü, yazarımızı, bürokratımızı, devlet adamımızı, sıradan insanımızı bu savaşta faili meçhul cinayetlere, teröre kurban verdik.
Türkiye’de bugün Rojava’da uçaklarla parçalanıp katledilen 34 gencin hesabını veremeyen, bu yüzden Birleşmiş Milletlere şikâyet edilen bir iktidar ve ordu var.
Bankacılık, inşaat, demiryolları, limanlar, belediyecilik, ihaleler derken yolsuzluğa bulaşmamış çalışma alanı, yolsuzluğun taşınmadı il kalmadı. Yolsuzluklar münferit olaylar olmaktan çıktı, derinleşti, “organize işler” haline geldi. Yolsuzlukların üstünü örtmek için pazarlıklar yapılıyor, ittifaklar kuruluyor, bir takım taahhütler rüşvet olarak veriliyor.
Bir iktidar beceriksiz olabilir, ülke yönetiminde hata üzerine hata yapabilir. Ülkede siyasi hatta ekonomik bir krize neden olabilir. Eğer demokrasiniz güçlüyse, güvenilir bir hukuk sistemine, kurumsal bir işlerliğe sahipseniz eninde sonunda krizden çıkışın bir yolunu bulursunuz.
Fakat yaşadığımız başka bir şey.
Kapatılmaktan kurtulmak için üç yıl önce görece bağımsız hale getirdiği yargı sistemini bugün tehdit olarak gördüğü için değiştirip kendisine bağlamaya çalışan, kontrolü altına alabilmek için kurumsal işleyiş ile kafasına göre oynan, ama yolsuzluk yüzünden dört bakanını gözden çıkarmak zorunda da kalmış bir iktidar var başımızda.
İktidarı ve iktidara göz kulak olmayı kendine görev bilmiş, ordusunun başındaki generalleri, çocuklarına katliam yaptıkları için uluslar arası kuruluşlara şikâyet eden bir halk var öte tarafta da. Sesine kulak verilmediği, taleplerinin üstü örtüldüğü, temsilcileri olur olmaz bahanelerle cezaevlerinde tutulduğu için hukuk sistemine güvenini yitirmiş, öfkesi her geçen gün biraz daha derinden derine büyüyen bir halk bu.
Gençlerimizin enerjisini tüketen, kişiliklerinde telafisi mümkün olmayan çöküntülere yol açan bir işsizlik var yaşadığımız. Yolsuzlukla birlikte giderek daha fazla el yakmaya, can acıtmaya başlayan bir çarşı pazar var öte tarafta. Ülkenin en önemli ekonomik faaliyetlerinin yolsuzluk ile ilintilendirilir hale gelmesi var.
Bir de 11 yıldır muhalefette kendi içinde birbirini yiyen, illerde çalışacak doğru dürüst örgüt bırakmadığı için, eski muhaliflerinden devşirdiği adaylarla seçimlere girerek şansını denemeye çalışan; devleti nasıl yönetmek istediğine dair ne düşündüğüne bir türlü henüz karar veremediğimiz muhalefet partilerimiz var ortada.
Şimdi yıllardan beri birilerine kulluk etmeye alışmış, alıştırılmış bu halk ne yapsın? Hangi kurtarıcıya yar olsun, kime biat etsin? Derdine çareyi nerede bulsun?
Yorum Yap