- 7.10.2013 00:00
Sonunda paket açıldı. Değerlendirmeler muhtelif.
Eğitim sistemi, içinde yer aldığı toplumsal sistemin hem istikrarını korumada hem de değişmesinde başat bir rol üstlenir. Ekonomik gücü yetersiz de olsa, bireyin kendisini yetiştirip toplumda kilit bir rol üstlenebildiği bir yapılar demokratik işleyişe sahip, fırsat eşitliği sunabilen bir yapılardır. O nedenle acaba diyorum, hazırlanıp sunuluşunda tanık olduğumuz tuhaflığa rağmen açılan bu paket, fırsat eşitliğinin sağlanması yolunda eğitim sisteminde bir iyileşmeye yol açabilir mi?
Çoğunluğun iradesini temsil ettiği için sistemin işleyişini keyfince yönetme hakkına sahip olduğunu düşünen, farklı düşünceleri, enerjileri sistemin zenginleşip gelişmesine katmayan bir iktidarın bir başına hazırladığı paketle kamuoyunun önüne “Demokratikleşmenin önünü açıyorum” diye çıkmasındaki tuhaflık ortada.
Bir dizi seçime doğru hızla yol aldığımız şu dönemde, Başbakanın söylemlerinde ortaya çıkan ruh halini göz önünde bulundurarak bu paketi pekâlâ AKP’nin bir seçim stratejisi olarak görebilirsiniz. Mücadele içinde fiilen kazanılmış, kamuoyuna zaten mal olmuş bazı adımları atarak, beklentileri karşılayarak Başbakanın seçim arifesinde bir yandan muhalefetin elini zayıflatmaya çalıştığını; öte yandan da demokrat, liberal kamuoyunda hızla yitirmekte olduğu desteği yeniden kazanma peşine düştüğünü düşünebilirsiniz. Abartılı biçimde “Demokratikleşme paketi” olarak pazarlanan bu hazırlığın sonuçta, muhalefetin baskısı sonucu mecbur kalarak atılan bir adım olduğu sonucuna varabilirsiniz.
Ama bütün bu değerlendirmeler, bu paket ile birlikte “Anadilde Eğitim” gibi toplumsal huzuru, siyasi birliği takından ilgilendiren önemli bir konuda geriye dönülemez bir sürecin içine girildiği gerçeğini görmeyi engellememeli.
Peki, bu paketle birlikte anadilde eğitimin özel okullarda serbest bırakılması gerçekten demokratikleşmenin kapısını aralayabilir mi?
Evet, olabilir, ama bu AKP’nin verdiklerine değil, sonuçta bu aralıkta nasıl bir toplumsal mücadele gelişeceğine bağlı.
Ana dilde eğitimin özel okullarda serbest bırakılması, en başta Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı Güney Doğu Anadolu ve Doğu Anadolu’daki eğitim yaşantılarını etkileyecek kuşkusuz.
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri okuryazar (2001-2002: %73,%77) ve okullaşma oranlarının en düşük olduğu bölgelerdir. 7–17 yaş arasında olup da eğitim sisteminin dışında kalanların oranı Batı Marmara’da % 8 iken, Güneydoğu Anadolu’da % 21’dir. Güneydoğu Anadolu’da toplamda hala beş insanımızdan birini okulla tanıştıramamışız. Ortalama öğrenci başarılarına baktığımızda Marmara bölgesi ile Güneydoğu Anadolu bölgesi arasındaki fark %10’nun üzerindedir. (Bengisu-Aslanhan,2010; Eğitim Reformu Girişimi,2009; Polat,2009).
Bu çocuklar geri zekâlı mı, bu insanlara fırsat verildi de okumadılar mı? Ana dili dışında bir dille düşünmeye, öğrenmeye zorladığımız için, acaba bu güne kadar kaç gencimizi, kaç bölge insanımızı kaybettik? Kaç Kürt vatandaşımızın iç huzurunu talan ettik, kendisi ve çevresi ile barışık yaşama hakkını gasp ettik. İnsan hakları evrensel beyannamesi, çocuk hakları sözleşmesi her çocuğun ana dilinde eğitim görme hakkı olduğunu teslim etmiyor mu, ilan etmiyor mu? Bağlı olduğu uluslararası hukuku iç hukuku haline getirmiş Türkiye gibi bir ülke bu en temel insan hakkını kendi vatandaşına neden bir türlü veremiyor? Şimdi özel okullarda ana dilde eğitimi serbest bırakınca görevimizi yerine getirmiş mi olduk?
18–23 yaş arası erkek ve kadınların eğitime katılım oranları incelendiğinde, katılım oranı en yüksek bölge Marmara Bölgesi, (erkek %30,8 kadın %20,8) en düşük bölge ise Güney Doğu Anadolu Bölgesidir (erkek %14,6 kadın %5,1). Aynı zamanda Güney Doğu Anadolu Bölgesi erkek ve kadın nüfusun eğitime katılım oranları arasındaki farkın da en yüksek olduğu bölgedir. Üst gelir grubunda olan kadının eğitime katılma olasılığı diğer kadınlara göre Türkiye genelinde 13.22 kat artarken, Güneydoğu Anadolu bölgesinde ancak 4,41 kat artmaktadır. Erkeklerde ise bu oran Türkiye ortalamasından daha iyidir (7.02/7.82). Marmara bölgesinde ise bu alanda durum Güney Doğu Anadolu’nun tam tersidir. Marmara bölgesinde üst gelir gurubunun eğitime katılma olasılığı Türkiye geneline göre (7.02/13.22) erkeklerde 2.31 kat, kadınlarda ise 8.13 oranında düşmektedir. (Tomul:2007)
Bu veriler ne anlama geliyor.
Batı’da parası olan üst gelir grubu geleceği güvencede olduğundan eğitime yönelmiyor. Oysa yeterince parası olsa da Güneydoğu Anadolu erkeği geleceğini güvencede görmüyor; kendini ifade edebilmek, talep ettiği saygıyı toplumda bulabilmek eğitimi önemli bir araç olarak görüyor. Demek ki parası olan Kürt vatandaş eğitimini ana dilinde sürdürebilmek için paketle kendisine verilen bu haktan mümkün olabildiğince yararlanmaya çalışacak.
Peki, yeterli parası olmadığı için bu hakkı kullanamayacak vatandaşın günahı ne? Devlet okulunu kendi diliyle Türk’e açacak, Kürt’e açmayacak. Madem bu topraklarda anadilde eğitim serbest, bir kesime devletin parası ile okul açarken diğerine nasıl açmazsın? Türklerden vergi alıyorsun da Kürt’lerden almıyor musun? Bunun neresinde insanlık, demokratlık, fırsat eşitliği?
Cin şişeden çıktı bir kez. Bu kapıyı bir kez araladıktan sonra burada duramazsın. Asıl ana dil de eğitim mücadelesi şimdi başlıyor. Bu mücadele sadece Kürtlerin mücadelesi de değil, Türkiye’yi normalleştirme, toplumsal huzuru tesis etme, demokratikleşme mücadelesi. Devlet çok değil, kısa zaman sonra okullarını ana dilde eğitime açacak, açmak zorunda kalacak. Açılan paketin içinde özel okullarla sınırlı da olsa ana dilde eğitimin serbest bırakılması bundan önemli. Bunu görmezden gelemeyiz.
Gelelim pakette yer alan Andımız’ı okullarda derse başlarken okutmanın “resmen” kaldırılmasına!
1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından yazılan ve ilkokullarda ders başlamadan okutulmaya başlanan bu belge, etnik kültür etrafında siyasal birlik arayışında eğitimin nasıl araç kullanıldığının günümüze kadar gelen somut bir göstergesidir. 1950’li yıllardan sonra siyasal birliği sağlamada ortak payda Atatürk Milliyetçiliğine kaydı. 2005 yılında yürürlüğe giren programlardan itibaren ise ortak payda arayışı “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” etrafında sürdürülmeye başlandı. Fakat bu gelişme eğitim yolu ile tek tip insan yetiştirme mantığında bu güne kadar köklü bir değişiklik yaratmadı. Peki, paketle gelen bu değişiklik bu mantığın terk edilmesinin yolunu açar mı? Bunu zaman gösterecek.
Bırakalım bu metnin içeriğinin ne kadar çağ dışı olduğuna, Türk olmayana bu metni zorla okutturmanın nasıl bir işkence olduğuna kafa yormayı da elimizi vicdanımıza koyup anne-baba, eğitimci olarak kendimize şu soruyu bir soralım. Bunca yıl her sabah çocuğumuzun karşısına geçip “Sen aslında değerli değilsin, senin kendine ait bir düşüncen olamaz. Değerli olan Türk Milletidir, varlığını Türklüğe armağan edersen benim için de, herkes için de değerli hale gelirsin. Neye inanacağını, ne düşüneceğini, kendini kimin için feda edeceğini senin için biz belirledik. Şimdi bu yolda yürümek için yemin et bakalım” nasıl diyebildik? Sekiz, dokuz yaşındaki bir çocuğa, birer yetişkin, birer öğretmen olarak doğrularımız, değerlerimiz, algılarımız yolunda yürümesi için her sabah nasıl ant içtirebildik?
Bu andı her sabah içen bir çocuk, bu ruh hali içinde yetişen insan nasıl kendinden farklı düşünene saygı duyabilir, karşısındaki ile duygudaşlık kurabilir, karşıt düşüncede de doğru olabileceğini düşünebilir ki? Bugün yaşadığımız kavga dövüş, itiş kakışta bu kafa yapımızın hiç mi payı yok?
Andımızın tedavülden hangi gerekçeyle kaldırıldığını anlayamayan Sayın Kılıçtaroğlu “Ant olmayacaksa ne olacak peki?” diye soruyor. Bence haklı. Dindar gençlik yetiştirmeyi kafasına koymuş bir başbakanımız var, malum. Ant’ın yerini Kur’an, ya da HZ. Muhammet alınca tek tip insan yetiştirmeden vazgeçmiş mi olacağız?
Paket ile gelen bir diğer yenilik de kamu çalışanlarına kılık kıyafet serbestîsi.
Anlaşılan başörtülü, çember sakallı öğretmenlerimizi artık sınıflarda görebileceğiz. Bazı kamu kuruluşlarında, bu serbestî hizmeti alanlar bakımından bir sorun yaratmayabilir. İnanca, yaşama biçimine saygı çerçevesinde ele alınca bu adımda yadırganacak, rahatsız olacak bir durum olmadığını düşünebilirsiniz.
Dersine giren öğrencinin başörtülü ya da başörtüsüz olması öğretmenin yapacağı işi etkilememeli. Bu doğru, ama öğretmenin kılık kıyafeti öğrenciyi etkilemez mi? Elbet de etkiler. Kılık kıyafet, eğitim ortamında öğrencinin dikkatini çeken fiziki uyaranlar arasında yer alır. O yüzden öğretmenin amacı dışında öğrencinin dikkatini çekecek ya da dağıtacak, ya da öğrencide önyargı oluşturabilecek kılık kıyafet ile sınıfa girmesi doğru değildir.
Bazen işlenecek konu belirli bir kıyafet kullanmayı gerektirebilir. Örneğin öğrencilerinde çevre temizliği alışkanlığı kazandırmayı amaçlayan bir öğretmen elinde faraş ya da süpürge ile derse gelebilir. Ama sınıfında askılı elbise mini etekle konu anlatan genç bir öğretmen varken, lise öğrencisinin dikkatini konu üzerinde toplamakta epey zorluk çekeceği de ortada. Keza elinde tespihle derse giren çember sakallı, takkeli bir öğretmen; ya da sınıfta kara çarşafı, peçesiyle ders işleyen öğretmen de öğrencinin ilgisinin dağılmasına neden olur. Üstelik öğrencide ön yargı oluşturur.
Karşısındakini olduğu gibi kabul etme bakımından öğrenci, öğretmene göre çoğu kez daha esnek ve anlayışlıdır. Kılık kıyafeti yaşam biçiminin doğal sonucu olmaktan çok ideolojik tutumun bir aracı olarak gören öğretmen, öğrenciyi inancı ya da düşüncesi doğrultusunda biçimlendirmeyi kafasına koyduysa giydiği tabi ki sorun olur. Öğrencide önyargı oluşur. Hele bir de yönetici öğretmenler arasında bu konuda ayrımcılık yapıyorsa, bu yapılan hataları yüreklendiren, okulda çatışmaya, karmaşaya ortam hazırlayan bir tutum olur. Bütün bunlar öğrencinin dersteki performansını, sınıf ve okul yaşamını olumsuz etkileyebilecek durumlardır.
Fakat bu sorunları emirle, yönetmelikle kontrol almaya çalışmak yerine; pedagojik biçimlenim içinde öğretmeni, yöneticiyi olması gerektiği gibi yetiştirmeye çalışarak; ya da hizmet içi eğitim içinde doğal disiplin ve otokontrolü öne çıkararak çözmek gerekir.
Bir de paketle gelen zaten Mor Gabriyel Manastırına ait olan arazinin paketle Süryani Cemaatine yüce gönüllülük edip bağışlanması durumu var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir de bu yüzden mahkûm olmamak için, olay yargıda olmasına rağmen, yargının yerine siz kararı verip bu adımı attınız. İyi güzel de, yılan hikâyesine dönen Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasına pakette niye izin çıkmadı?
Türkiye’yi Avrupa’nın demokratik standartları ile buluşturmakla görevli Bakan Egemen Bağış Ruhban okuluna izin vermemelerini, Atina’da cami inşaatına henüz izin verilmemiş olmasına bağlamış.
Şimdi bunu demokratikleşme ile, eğitimde fırsat eşitliği ile nasıl ilişkilendireceğiz?
Söylenebilecek tek bir laf var: “Bu cidden çok ayıp”.
Kaynaklar:
Ekber Tonbul. Türkiye’de Eğitime Katılım Üzerinde Gelirin Etkisi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22. Sayı, Denizli: 2007.
Eğitim Reformu Girişimi, Eğitimde Eşitlik: Politika Analizi ve Öneriler.2009
Bengisu Özenç-Selin Arslanhan PISA 2009 Sonuçlarına İlişkin Bir Değerlendirme, 2010
Polat Serdar. Türkiye’de Eğitim Politikalarının Fırsat Eşitsizliği Üzerindeki Etkileri Ankara: DPT Yayın No:2801. Ankara.,2009
Yorum Yap