- 30.09.2013 00:00
Okullar açıldı. Çocuklarını güvendikleri özel bir okula emanet etmeye ekonomik durumu elverişli olmayan yüz binlerce, milyonlarca aile; denizin ortasında her yanından su alan koca bir gemide sonu belirsiz bir yolculuğa çıkardı bir kez daha çocuklarını.
Toplumsal sistem içinde üstlenmesi gereken işlevlerini ne ölçüde yerine getirip getirmediğine bakarak, bu koca geminin neresinden ne kadar su aldığını gelin tespit etmeye çalışalım.
Eğitim sisteminin bağlı olduğu toplumsal sistem içindeki en önemli görevlerinden biri, tarih içinde biriken ulusal ve evrensel bilginin ve kültürün genç kuşaklara aktarılmasında köprü işlevi görüyor olmasıdır.
Eğitim sistemimiz evrensel bilgiyi öğrencilerin anlayabileceği hale getirebiliyor ve öğrencilere taşıyabiliyor mu? OECD üyesi ülkelerin eğitim sistemlerinin bilgi aktarma kapasitelerini, yetkinliklerini karşılaştırma fırsatı veren PİSSA verileri bu konuda güvenilir bilgiler sunuyor. 2006-2007 PİSSA verilerine bakarsanız temel Matematik ve Fen Bilgisi becerileri kazandırma bakımından 40 ülke arasından sondan 3.,4. sıralarda olduğumuzu görürsünüz. Öğrencilerimizin yarısından fazlasına temel Fen Bilgisi ve Matematik becerilerini, üç öğrencimizden birine de temel ana dili kullanma becerilerini yeterli ölçüde kazandıramıyoruz. ÖSS sınavlarına giren lise mezunu öğrencilerin bu dersler ile ilgili sorulara verdikleri doğru cevapların düşüklüğü de bu yargıyı doğruluyor.
Kültür aktarma boyutunda ise zaten sistem kendini sadece Türk ve Sünni Müslüman kültürü aktarmakla görevli sayıyor. Bu ikisi dışında bu coğrafyaya ait bir kültür ve edebiyat tanımıyor. Başka deyişle öğrencileri tek tipleştirmeye çalışıyor. Çok kültürlü bir yapı içinde bu huzursuzluğu, kimlik üzerinden kavgaları besleyen bir rol oynuyor. Demek ki bu alanda gemide rastlantısal değil, standart sıkıntılar üreten yapısal bir delik var.
Eğitim sisteminin diğer bir rolü de toplumsal sisteme nitelikli insan gücü yetiştirmek ve bireyi meslek sahibi yapmak ile ilgilidir.
Peki, bu boyutta durum ne?
Ülkemizde 15-29 yaş arası üç gençten biri okulda da yok, iş yerinde de. İmam Hatip Liselerini meslek okulu olarak saymaz, bir kenara bırakırsanız her 100 öğrenciden ancak 38’inin meslek liselerine gittiğini görürsünüz. Gerçi, meslek liselerinden mezun olanların da çoğu, eğitimini aldığı mesleği yapmıyor; bu bakımdan İmam Hatip Liselerden pek bir farkları da yok. Ülkemizde genel liselerden mezun olan öğrencilerimizin yarısından fazlasını mezun olduktan sonra bir üst öğrenime taşıyamadan “hayata” atıyoruz. Kurtlar sofrasına attığımız gençlerimizden önemli bir kısmı işsiz, diğer bir önemli kısmı da eğitimini almadığı işlerde çalışmak zorunda. Bütün bunları üst üste topladığınızda da Türk Eğitim Sistemi’nin nitelikli insan gücü yetiştirme ve meslek edindirme karnesi ortaya çıkıyor. “Durum iç açıcı değil” demek hafif kalır, vahim demek daha doğru.
Devlet memurunun mesleğe nasıl hazırlandığından çok, sisteme uyum sağlayacak biçimde yetişip yetişmediğiyle ile ilgileniyoruz. O nedenle aday için asıl olan mesleki yeterlilik sahibi olmak değil, devlet memuru olabilme kapasitesi.
Büyük şirketler, holdingler ise zaten eğitim sistemine güvenmiyor. İhtiyaç duydukları elemanları kendi açtıkları eğitim kurumlarında burs, kredi olanakları tanıyarak kendileri yetiştiriyor ve seçiyorlar. Bu yüzden gemideki bu delik de yapısal hale gelmiş, bir türlü yama tutmuyor.
Eğitim sisteminin bir önemli rolü de ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kendisini geliştirebilmesi, gerçekleştirmesi için bireye fırsatlar sunabilmesinde ortaya çıkıyor.
Eğitim sisteminde bu işlevin yerine getirilmesinde öğrenciye sunulan Öğrenci Kişilik Hizmetleri’nin kalitesi belirleyici oluyor. Öğrenci Kişilik Hizmetleri içinde Rehberlik Hizmetleri’nin öğrencinin kendini gerçekleştirmesine destek olma bakımından özel bir yeri var.
Rehberlik Hizmetleri kapsamında öğrenciye eğitim öğretim faaliyetleri sırasında karşılaşacağı engelleri aşması için eğitsel rehberlik; kendisiyle ve çevresiyle barışık olması, iyi ilişkiler kurabilmesi için kişisel rehberlik; ilgi ve yeteneğinin farkında olup buna uygun meslekleri tanıması ve kendine en uygun mesleğe yönelebilmesi için mesleki rehberlik vermemiz gerekiyor.
Oysa eğitim sistemimiz örgütsel yapısı, yönetim anlayışı, kadro durumu, kültürel atmosferi, alışkanlıkları, felsefesi ile öğrencilere çağdaş rehberlik faaliyetlerinin sunulabilmesi için hiç de uygun bir yapı değil. Okullarımızda Rehberlik faaliyetleri çoğu kez problem odaklı ve öğrencilerin yönelmesi gereken meslekleri ve programları tanıtım ile sınırlı bir biçimde sürdürülüyor. Öğretmenlerimiz çoğu kez rehberlik servisini problemli öğrencinin sevk edildiği, kendisine iş çıkaran ya da yükünü azaltan bir yapı olarak görüyorlar. Ne yöneticiden ne de öğretmenden gerekli desteği bulamayan uzman danışman körelmeye, okulda kendini gereksiz hissetmeye başlıyor.
Öğrenci dosyalarının tutulmasında gerekli titizlik gösterilmiyor, dosyalar olması gerektiği gibi güncellenmiyor. Okuldaki yönetmelik gereği oluşması ve işlemesi gereken kurullar baştan savma yapılıyor. Öğrenci sınıf öğretmeninin elinden çıktıktan sonra sahipsiz kalıyor. Yönlendirmeler sonuçta sınavlarda öğrencinin elde ettiği başarı üzerinden yapılıyor. Gözlem formlarının ve yönlendirme formlarının usulüne uygun ve rutin biçimde doldurulması ile görev tamamlanıyor. Sonuçta okullarımızda yönlendirme bürokratik bir prosedür halini almış durumda. İşlevsel hiçbir özelliği yok. Zaten yönlendirilebilecek bütün alanların henüz ne standartlarını belirleyebildik, ne de programlarını geliştirebildik. Sonuçta okulun sunduğu fırsatlardan çok öğrencinin kapasitesi ile ailenin ekonomik gücü oranında çocuğundan beklentileri belirleyici oluyor.
Eğitim sistemindeki bu deliğin iş yaşamında, sosyal yaşamda, maliye politikalarında yarattığı sonuçlar ortada. Yeterlilik belgesi olmadığı için üç kuruş gelire gözünün kestirdiği işi yapmaya soyunan iş gücü; aldığı hizmetten memnun olamayan, nitelikli iş gücünü nerede bulacağını bilemeyen tüketiciler; iş güvencesi olmayan yığınlar; bir türlü kayıt altına alınamayan ekonomi, dolaylı vergiler ile denkleştirilmeye çalışılan bütçe eğitim sistemindeki bu deliğin sonuçlarıdır.
Eğitim sisteminin toplumsal huzura ve istikrara katkısı da, içinde yer aldığı toplumsal sisteme karşı yüklendiği bir diğer sorumluktur. Eğitim Sistemi bu sorumluluğunu bireyleri ortak paydada bir araya getirme yoluyla toplumun moral dayanaklarının ortaya çıkmasına ve bireylerin aralarında sağlıklı ilişkiler kurmalarına ortam hazırlayarak yerine getirir.
Burada kuşkusuz sonuçta eğitim sisteminin yaslandığı felsefe, bu felsefeden alıp kullandığı amaçlar, ilkeler, ölçütler belirleyici olur.
Tanzimat’tan sonra “Din ve Devlet için eğitim” dedik olmadı. II. Meşrutiyet’ten sonra “Millet ve Devlet için eğitim” dedik gene olmadı. 2000’li yıllara kavga dövüş içinde, on yılda bir darbe yaparak, darbelerin arkasından da eğitimde reforma soyunarak geldik. AKP ile birlikte çareyi “Din ve Devlet için” eğitime yeniden geri dönmekte bulduk. Ama işte, iktidarın %52 ile sahibi olsan da, huzur için bu yetmiyor. Moral değerler bakımından eğitim sisteminde, toplumda çözülme sürüyor. Karmaşa büyüyor. Neden?
Çünkü çok kültürlü bir coğrafyada belirli bir kimlik üzerinden hareketle toplumu bir arada tutamazsınız. Bunu anlamak için daha nelerin yaşanması gerekiyor?
Oysa karşındakinin kimliğini yadsımadan, kendi kimliğin için talep ettiğin saygıyı diğer kimlikler için çok görmeden de kimliğine sahip çıkabilirsin. El ele verip Çağdaş Türkiye’yi kurulabilirsin.
Vicdanlarımızda değiştirilemez hale getirdiğimiz “anayasayı” değiştirmeden, kafalarımızdaki tabuları kırmadan, ayağımızdaki prangalardan kurtulma iradesini göstermeden, geçmişle hesabı görüp barışmadan; yani yeni çağdaş bir eğitim düşüncesi ile eğitim sisteminin örgütlenme, yönetim, program, rehberlik gibi bütün alanlarında bütünsel ve köklü bir reforma girişmeden bu delikler kapanacağa benzemiyor.
O güne kadar bu gemi deliklerinden su almaya; toplumun kangrenleşmeye yüz tutan yaraları da kanamaya devam edecek. Öyle görünüyor.
Yorum Yap