SOKAĞIN ROLÜNÜ VE GÜCÜNÜ DOĞRU KAVRAMAK

  • 17.09.2013 00:00

 Hükümet demokratikleşme paketini nihayet açıklamaya hazırlanıyor. Paket “sade suya tirit”, oyalama paketimi olacak; demokratikleşme sürecini ilerletecek köklü adımlar mı içerecek; bu hafta göreceğiz.

Cem evlerine statü tanımak, heybeli ada ruhban okulunu açmak elbette önemli. Ancak inanç serbestisi yolunda atılan rahatlatıcı adımlar süreci demokratik kulvara taşımada yeterli olmaz.

Seçim barajını kaldırmayacak, ya da en azından makül düzeye çekmeyecek; ana dilde eğitime, bütün etnisiteleri, inançları kucaklamaya, karar almada katılımcılığı yerelleşme yoluyla tabana yaymaya, kışkırtıcılığı, nefret söylemini suç saymaya kapı aralayacak adımları içermeyecek; düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına almayacak; koruculuk gibi insanları birbirine kırdıran mekanizmaları kaldırmayacak, polis-jandarma gibi iç güvenlik mekanizmalarını  denetlenebilir hale getirmeyecek bir sürece “demokratik” denebilir mi?

Her ay on beş işçinin iş kazalarında öldüğü, her ay onlarca gencin polisin sert müdahelesi sonucu yaralandığı, hatta bazılarının hayatından olduğu, yüzlercesinin tutuklandığı, yönetenlerin söylemleri ile insanların bir birine düştüğü, kamplaştığı bir ülkede; en küçük eleştiriye tahammülü olmayan, yaşama biçimlerine ince müdahelelerde bulunan bir iktidarın inayeti ile hazırlanmış ve ilan edilmiş bir demokratikleşme paketinden söz ediyoruz. Uygulamaya konacak bir demokratikleşme paketi için en uygun sosyal-siyasal iklim bu mudur?

Türkiye'ye yeni gelen, İstanbul'un, Ankaranın caddelerinde sokaklarında bugün yaşananlara tanık olan bir yabancıya “Sen bu gördüklerine aldanma, yarın hükümet demokratikleşme paketi açıklayacak”, deseniz acaba size nasıl bakar?

Bu güne kadar kimlik siyaseti üzerinden devleti kurtarmak için siyasete atılan ve iktidar olan partilerden hiç biri -ağızlarından demokrasi lafı düşmese de- sağlıklı bir demokratikleşme projesi ortaya koyamadı. Tarhan Erdem bu düşüncesinde haklı.

Belki buna en fazla yaklaşan parti AKP oldu. Ama işte görünen köy ortada, inanca dayalı siyaset buna izin vermiyor.

Kendinden olmayanı dışlayan, insanları birbirine düşüren, kamplaştıran söylem, farklı düşünen ve talep edenlere yönelik kullanılan fütursuz ve orantısız devlet gücü, yandaşlara havuç karşıtlara sopa politikası, açığa vurulan otoriter eğilim toplumda huzursuzluğu derinleştiren bir rol oynuyor. Sokakların hareketlenmesine yol açıyor.

Gezi Parkı olayları ile başlayan tedirginlik ve öfke devam ediyor. AKP toplumdaki etnik gerginliği ortadan kaldırayım derken; polisi yedeğine alan yanlış ve tehlikeli politikalarının sonucu olarak etnik gerginliğe, sosyal siyasal ve ekonomik yeni gerginlikler, huzursuzluklar ekledi.

En uzun sınıra sahip olduğumuz komşu ülkede iç savaş yaşanıyor. En önemli komşularımız Kürtler olduğu halde kendi Kürtlerimizi siyasi birliğe bir türlü dahil edemedik. Hükümet karşıtlarına karşı sert ve fütursuzca bir dil ve devlet gücü kullanıyor. Ana muhalefet  CHP ve MHP 12 Eylül Anayasa'sının gölgesine sığınmayı marifet sayıyorlar; Kürt sorunun çözümüne de demokratikleşmeye de omuz vermiyorlar. Ve ülke bu koşullarda arka arkaya gelecek bir dizi seçime doğru hızla yol alıyor.

Bu süreçte sokakların daha da hareketleneceği beklentisi artıyor.

Burada asıl tehlike, hükümetin her türlü talebi ve eleştiriyi bir tür ayaklanma gibi okuyup yasa dışı ilan etmesi ve polis gücünü kullanarak bastırması durumundan kaynaklanıyor. Hükümetin arkasındaki kitleye dayanarak muhalefeti sindirme çabası sonucunda sokağa dökülmeler daha da artabilir; hükümeti yönetemez duruma getirme ve giderek devirme  hedefine yönelebilir.

Böylesine bir gerginlik ve çatışma ikliminde sürdürülen siyasi mücadelelerin kazananı olmuyor.  Kaybedenin kazananı meşru görmediği yerde sandık geleneksel anlamını yitirir. Ne demokrasi paketi kalır orta da ne çözüm süreci.

Etnik ya da mezhepsel bir ayrışma zemininde yaşanan şiddet ve çatışma içinden kısa ve orta vadede demokrasi çıkmıyor. Dün Irak deneyimi, bu gün Suriye ve Mısır deneyimleri bunu açıkça ortaya koyuyor. Yaşanan kaos içinden gene baskıcı, gene otoriter yönetimler iş başına geliyor.

Demokrasilerde barışçı sokak hareketleri ortak paydada bir araya gelmiş toplum kesimlerinin hak ihlallerine karşı gösterdikleri tepkidir. Siyasal iktidara bir tür “düşündüğün adımları atma, bak biz bu kadar insan bunu istemiyoruz. Bizim yaşama alanlarımıza, yaşama biçimlerimize karışma, sesimizi duy, yoksa bunun hesabını bu kadar insan sandıkta sana sorar” uyarısı ve çağrısıdır.

Bu tür tepkiler demokrasilerde emniyet sübapı olarak iş görür. İktidarın ülkeyi hukuk dışı, keyfi bir biçimde yönetemesini önler. Bu tepki, demokratik bir ülkede hukukun içinde güvence altına alınmış olması gereken bir hakdır. Düşünme ve talep etme özgürlüğünün; düşünceyi tek başına ya da bir araya gererek dile getirme ya da karşı çıkma özgürlüğü olmadan bir anlamı yoktur.

Bu tür sokak gösterilerinin bir amacı da önceki ile bağlantılı olarak evinde, televizyonunun karşısında oturduğu halde ortaya konan düşünce ve talepleri destekleyen insanlara “bu düşünce ve taleplerinizde yalnız değilsiniz” demek, onlara umut vermek ile ilgilidir. Yani yerinde ve amaca uygun tepkiler sistemde insaların moral dayanakları haline gelir.

Meşru sokak hareketlerinin başarısı sandıkta, sandığın kararını ne ölçüde etkileyebildiklerinde ortaya çıkar. Ama sokak hareketi ideolojik duruşu şiddet yoluyla zorla kabul ettirme, iktidara zorla boyun eğdirme, onu ülkeyi yönetemez duruma getirme, iktidardan hoşnutsuz silahlı güçleri harekete geçirme gibi sandığın meşruiyetini gölgeye düşürme amacına dönük olduğunda artık ortada demokratik bir eylem değil, siyasi bir başkaldırı söz konusudur.

Sonuçta var olan demokratik süreç de kadük hale gelir. İşin içine muhtemelen silah da girmiş tekrar başa dönülmüştür. Bu başlangıçları 12 Eylül de, 28 Şubat'ta çok gördük. Askeri vesayetten kurtulmak için bunca güçlüğe göğüs gerilmiş bir ülkede, siyaseti militer hale getirmenin mantığı var mıdır?

İktidarı ile muhalefeti ile siyasetin bütün bileşenlerinin akıllarını başlarına devşirmeleri gereken bir döneme giriyoruz. Tavır ve tutumlar birer “muhtıra” mantığı ile değil, kavramın içini birlikte doldurmak için, kendi pozisyonunu ortaya koyma, yani iletişimin daha sağlıklı sürdürülebilmesi için koşulları olgunlaştırma mantığı ile düşünülmeli ve kararlaştırılmalıdır.

Hükümet “nerede hata yaptım”, bu insanlar ile ortak paydalarda nasıl buluşabilirim, bu insanları yeniden nasıl kazanabilirim mantığı ile gösterilere yaklaşmalıdır.  Göstericiler de soruna karşı tarafın da kabul edebileceği bir çözüm mümkün mü; farklı düşünenleri kendime düşman haline getirmeden mağduriyetimi nasıl ortaya koyabilirim, en geniş birlikteliği nasıl sağlayabilirim diye kendilerine sormalıdırlar.

Her iki tarafta da yıkımdan psikolojik doyum sağlayacak, nefret duyguları ile hareket eden sorumsuzlar çıkabilir.

Ama gerçekten lidersen bunu görürsün. Basiretin bağlanmaz. Kendini kaybetmezsin. Yanlışlıkları, sorumsuzlukları karşıtına malederek yangına körükle gitmezsin. İnsanları dolduruşa getirerek, duyguları ile oynayarak kolay başarılar peşinde koşmazsın. İnsanları birbirine kırdıracak tehlikeli bir yolda yürümezsin.

İntikam peşinde hiç koşmazsın.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums