- 26.08.2013 00:00
Başbakan Mısır'daki askeri darbenin arkasında kimin olduğunu araya dursun; PKK çözüm sürecinin ikinci aşamasında verilen taahhütler ile ilgili gerekli adımları hükümet 15 Eylül'e kadar atmazsa, yerel seçimler öncesinde AKP'ye Türkiye'yi dar etmeye hazırlanıyor.
Hükümet örgüt yeneticileri ve şiddete bulaşmayanları cezalandırma dışı bırakacak, sınırlı sayıdaki KCK'lıyı serbest bırakacak adımlarla PKK ve BDP'nin gözünü gerçekten boyayıp, beklenen fırtınayı savuşturabileceğine mi inanıyor? Çözüm, çözüm diye aylardır ağızda gevelenen bundan mı ibaret?
Yüzde 10 barajı ve koruculuk sistemi olduğu yerde duracak. Ana dilde eğitim, yerelleşme gibi temel taleplerde en küçük bir adım atmayacaksın. Evinden köyünden koparılan Kürtlerin mağduriyeti sürecek. Muhatabını ve muhatabının binlerce taraftarını dört duvar arasında tutmaya devam edeceksin. Anayasal vatandaşlık desen ona da CHP ve MHP ipotek koyacak. İyi de, bu nasıl çözüm? Bu neyin çözümü?
Süreç çözümden çok çözümsüzlüğe doğru mu gidiyor? Eylül ayı bu sorunun cevabını netleştirecek kritik bir ay.
PKK'nın yeni bir numarası Cemil Bayık çözüm sürecinden bir şey çıkmazsa ne yapacaksınız, diye sorana; silahlı mücadeleye geri dönmeyecekleri cevabını veriyor. Arkasından da, “Bunun son derece zengin ve yaratıcı yolları var” diye de ekliyor. İçeride ve dışarıda AKP karşıtı politikaya hız vereceklerinin, bütün kentlerde sokağa döküleceklerinin sinyalini veriyor.(23 Ağustos, Taraf)
AKP'nin tarafı olduğu çözüm sürecinde samimi bir görüntü veremediği koşullarda, savaştan en fazla zarar gören kesim olarak Kürt tarafının barış sürecinde samimi ve kararlı bir tutum sergiliyor olması demokratikleşme açısından umut veriyor. Meşru zeminde Türkiye siyaseti ile eklemlenmek isteyen bir Kürt hareketinin demokratikleşme yolunda diğer madurlarla buluşma yeteneği kuşkusuz geçmişe göre daha da artacaktır. BDP bunu görmüş olmalı ki ittifak arayışlarına hız veriyor.
Ancak BDP'nin Türkiyelileştiğinin asıl göstergesi, gerçekten demokrasiyi savunan diğer geniş kesimlerle ne ölçüde buluşup buluşamayacağına bağlıdır. Yoksa BDP ne Kürt kimliği üzerinden siyaset yapmayı bırakabilir ne de HDP gibi sen ben bizim oğlan buluşmalarıyla Türkiyelileşebilir.
BDP'nin sol, liberal sol ve liberaller ile hatta antikapitalist müslümanlarla buluşması Türkiye siyasetindeki fluluğu da ortadan kaldıracaktır. Kim demokratikleşmeden yana kim değil, böylece saflar daha bir netleşir.
Anyasa komisyonu çalışmaları ile ilgili kamuoyuna yansıyanlar, partilerin demokrasi yolundaki samimiyetini görmek bakımından bir tür turnusol kağıdı rolü oynuyor.
CHP, “Bu komisyonun yeni bir anayasa yapmaya yetkisi yoktur.” diyen Süheyl Batum gibi bir 12 Eylül Anayasası savunucusunu yeni anayasa çalışmalarında görevledirmekle havluyu çoktan atmış da haberimiz yok. MHP ile birlikte 12 Eylül Anayasası'na ruhunu veren “değiştirilemez” maddeleri arslanlar gibi savunuyor. AKP desen anayasal vatandaşlığı savunma dışında bütün antidemokratik madelerde tutucu davranıyor. Önerdiği Başkanlık sistemi ile kendisine bağlanan umutları boşa çıkarıyor; otoriterleşme ve merkezileşme yolunda yürüyor.
Demokratikleştirmeye, Çağdaş bir Türkiye'yi hazırlamaya yönelik ciddi öneriler, eleştiriler BDP'den, bütün savrukluğuna rağmen soldan, antikapitalist müslümanlardan, sol liberal aydınlardan, sanatçılardan, bilim insanlarından geliyor.
Sayın Erdoğan'ın kullandığı duygusal-tepkisel, fütursuz uslüp, siyaset tarzı; çevresinin bu üsluba verdiği destek AKP'yi demokratikleşmeden öte Putin tarzı bir tür otoriteleşme kulvarına taşıyor. Diğer yandan siyasette yeni yapılanmanın koşullarını da olgunlaştırıyor.
Hangi aklı başında bir ülke lideri, sırtını dayadığı stratejik ortağını kızdıracağını bile bile; sudan deliller gösterip İsrail'i Mısır'da darbe tezgahlamakla suçlar. Komşu ülkenin kaçan cumhurbaşkanı yardımcısına sığınma hakkı verir. Bağıra çağıra, suçlayıcı bir dille komşu ülkelerin iç işlerine müdahale anlamına gelecek laflar eder.
Ülkeleri karşına almadan, yöneticileri doğrudan hedef göstermeden, insan hakları ihlallerine karşı çıkamanın yolu yok mudur? Bir Başbakan kullandığı üslupla ülkesinin komşularıyla ve uluslararası toplum ile ilişkilerini zedelediğini, ülkesini sorunlu cağrafyada daha fazla yalnızlığa ittiğini nasıl görmez? Hadi o görmüyor, partisi içinde bunu gören bir Allahın kulu yok mudur?
Gazete sütunları Esed güçleri ile değil de Suriye Kürtleri ile savaşan El Kaide uzantısı El Nusra'yı, Türkiye'nin eğittiği, silah verdiği, Suriye'ye saldığı haberleriyle dolu. Geziye destek verenleri cezalandırma devam ediyor. Polis gaz kullanırken milletvekili falan dinlemiyor. İçeride hoş görüsüz, eleştiriye tahammülsüz, saldırgan bir tutum izler, intikam duyguları ile hareket ederken; dışarıda insan hakları savunuculuğuna soyunmanın inandırıcı bir tarafı olabilir mi?
Gezi Eylemleri sırasında yaratılan travmalar, açılan yaralar henüz kapanmadı, hala kanıyor. AKP'nin Cemaatlerle arası da giderek limonileşiyor. Çözüm sürecinden bir şey çıkmayacağını gören Kürt hareketi sokaklara inmeye hazırlanıyor. Ekonomi desen ABD'nin para politikasına bağlı olarak giderek ısınmaya başladı; dolar almış başını gidiyor, faizler yükseliyor, borsa düşüyor.
Ve Türkiye bir birini takip edecek seçim süreçlerine giriyor.
Bütün göstergeler, modernleşme sürecinin kendine özgü doğasından kaynağını alan kimlik üzerinden yapılan siyasetin, sonuçta Türkiye'yi bir girdaba sürüklediğini gösteriyor. Modernleşme sürecindeki bu son girdaptan Türkiye'yi ancak demokrasiden yana olan güçlerin işbirliği çekip çıkarabilir, çağdaşlığa taşıyabilir.
Herhangi bir kimlik siyaseti ya da iki cami (Milliyetçilik ile Sosyal Demokratlık) arasında beynamaz CHP değil.
Yorum Yap