Yaratılanı yaratandan ötürü seven siyaset!

  • 1.07.2013 00:00

 Yusuf Akçura Darülfünun, Darülmuallim, Mülkiye gibi ilk sivil modern okullaşmalarda Tarih öğretmenliği yapmış önemli bir isimdir. 1904’de kaleme aldığı “Üç tarzı Siyaset” adlı makalesi bu coğrafyada Modernleşme Sürecinin ideolojik ekseninin ağırlıklı olarak Türkçülük etrafında belirlenmesi yolunda belirleyici rol oynadı. Tanzimat’tan Meşrutiyet’e oradan da Cumhuriyet’e Batı’nın etkisi altında ortaya çıkan üç siyasi yol ve kamplaşmayı Akçura makalesinde: Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olarak adlandırır.

“Osmanlıcılık” Fransa model alınarak Tanzimat koşullarında Osmanlı Devletindeki çeşitli milletlerden ortak bir Osmanlı Milleti oluşturma girişiminin adıydı. II. Abdülhamit’in Mutlakıyet dönemi bir anlamda Osmanlıcığın iflas ettiği dönem oldu. İslamcılık ve Türkçülük II. Meşrutiyet yıllarında doğdular, Balkan Savaşı (1912-1913) koşullarında da iyice güçlendiler. Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucu ideolojisi Türkçülüktü. Türkçülüğün Cumhuriyet koşullarındaki taşıyıcısı Kemalizm, İslamcıları yönetim dışında tutmanın, tasfiye etmenin yolunu “Laiklikte” buldu.

1950’li yıllara doğru siyasi birlik arayışının Türkçülük etrafında etnik temelde sürdürülemeyeceği bir biçimde görülmeye başlandı. “Türk ırkı”, “damarlardaki asil kan”, “Türkün derin tarihi” gibi vurgular, “Güneş Dil Teorisi”, Türk Tarih Tezi” gibi yaklaşımlar yerini, “Atatürk Milliyetçiliği”, “Atatürk ilke ve İnkılâpları” gibi daha yumuşak ortak payda arayışlarına bıraktı. Türkçülüğün yerine inşa edilen “Milliyetçilik” ile artık “Türklük”, devlete karakterini veren bir üst kimliğin adıydı.

Ancak egemen ideolojik orijindeki bu “yumuşama” siyasi iktidarı askeri vesayet desteğinde de olsa Halaskarların elinde tutmaya yetmedi. Hesapta herkes Atatürkçüydü, herkes Milliyetçiydi. Ama kavga devlet kontrolündeki getirinin (rantın) ve gücün nasıl bölüşüleceği olunca, bütün bu ortak paydalardan sınıfsız, imtiyazsız birleşmiş, kaynaşmış ve bölünemez bir millet çıkarmak hiç de kolay değildi. Kurtarıcının bir başka kurtarıcıya tahammülü yoktu.

Sürecin faturası 2000’lerin başında; darbeler, siyasi istikrarsızlıkla büyüyen ekonomik bunalım, bankaların içinin boşaltılması, yolsuzluk ve işsizlik olarak sonuçta halka çıktı. Halk da milliyetçilerle onların çeşitli türevlerine faturayı toptan kesiverdi.

Bu koşullarda milliyetçiler tarafından “laik” görüntü altında minder dışına itilen ve minder dışında tutulmaya özen gösterilen (gerçekte “milli” de olamayan) “Milli Görüşçüler” (İslamcılar); “Nizam, Selamet ve Fazilet Partisi” deneyimlerinden sonra kendilerini yenilemeyi bildiler. Yeni bir halkla ilişkiler trendi geliştirdiler. Mağdur edilenler olarak, askeri vesayetin diğer mağdurları ile işbirliği yapabildiler.

Askeri vesayet kırıldıkça, ülke demokratikleştirme yolunda adım attıkça yönetimdeki Yeni İslamcılara halkın desteği de giderek arttı. Yeni elit siyasi ve ekonomik istikrarı yeniden sağlamanın avantajlarından yararlanmasını bildi.

Ülke AKP iktidarı ile böyle tanıştı.

Fakat “Yeni İslamcılar” merkeze oturup, iktidarın getirisini tümüyle kontrol etmeye başlayınca bu noktaya nasıl, hangi koşullar altında geldiklerini unutmaya başladılar.  İktidarın getirisini kontrol edebilmeyi sürdürebilmek için, orijinal referanslarına göre ülkeyi yeniden tasarımlama hevesine kapıldılar.

Ekonomiyi ayakta tutacak sermaye yandaşların elinde olmalıydı ki iktidar kendini güvende hissedebilsin, bir takım sürprizler yaşanmasın. Merkezi ve yerel İhalelerde yandaşlar kollanmaya başlandı. SEKA gibi miadını doldurmuş işletmeler arsa fiyatına, geleceği belirleyecek işletmeler uygun koşullarda “yandaş” gruplara devredilmeye başlandı. Kredi kolaylıkları sağlanarak güçlenmesi sağlanan “Anadolu Aslanları” çevrenin merkezle eklemleşmesinde önemli rol oynamaya başladılar. Bugünlerde vergi borçlarının, faiz borçlarının %90-98 oranında affedilerek “Yandaş Sermayeye” yeni avantajlar sağlanıyor.

Öte yandan Basın’ı da kontrol altına almak gerekiyordu. Basın organlarının önemli kısmı yavaş yavaş yandaş sermayenin eline geçmeye başladı. Bunun son örneğine de Anadolu Ajansı’nın %25 hissesinin geçen hafta yandaş bir isme geçirilmesinde tanık olduk. Yazarlar, telkinle, tehditle, gözdağı ile susturulmaya siyasete ayak uyduramayan gazete yöneticileri da görevlerinden uzaklaştırılmaya başlandı.

İktidarın kendisine karşı çıkan sanatçıdan, hukukçudan “hesap sormaya”, kendisine karşı muhalefet yapanların izini sosyal medyada da sürmeye başlamasıyla, polis gücünü daha etkili kullanmaya başlamasıyla yeni bir aşamaya geçildi. Önemli belediyelerin işleri iktidarın rutin işi haline geldi. İçkinin ne zaman nerede satılıp satılmayacağına, insanların kaç çocuk yapması gerektiğine, meydanlara dikilmesi gereken heykellere, düzenlenmesi gereken yeşil alanlara kadar iktidar her şeye müdahale eder hale geldi.

Parlamentonun, hukukun, basının başkanın iki dudağının arasında şekilleneceği bir başkanlık sistemi, iktidar tarafından açıkça seslendirilir oldu.

Siyasetin dili de bu sürece bağlı olarak sertleştikçe sertleşti.

AKP ve onun liderinin kendisine karşı ilk ciddi karşı çıkıştan, “Gezi Parkı” olaylarından, kendi başlattığı “barış sürecini” baltalama, polis gücüne dayanma stratejisi ürettiğine tanık oluyoruz. Son olaylarda AKP ve liderinin takındığı tutum, kullandığı ötekileştirici, kışkırtıcı dil, Sn. Başbakanın söylemiyle polisin “destan yazmaya” başlaması bizi; belki de “Barış Süreci” iktidarın otoriterleşme eğiliminin üstünü örtmek için tasarladığı bir göz boyama stratejisiydi diye düşündürmeye başladı. Sanki “Barış Sürecini” başlatan Başbakan bu Başbakan değil.

Bu gidiş hayra alamet değildir.

Başbakan her fırsatta meydanlardan “Biz yaratılanı yaratandan ötürü severiz diyor.” Bunu sokaktaki insan söylerse başka, bir Başbakan söylerse başka anlama gelir.  Sokaktaki insanın ağzında bu, insana inancın doğrultusunda bir yaklaşım biçimidir. Bir Başbakanın ağzında ise bu, iktidar edenin siyasi referansını ortaya koyar.  Siyaseti “Yaratılanı yaratandan ötürü sevenlerin” siyaseti haline getirirseniz; siyaset giderek “Yaratılanı Yaratanı kullanarak yöneten siyaset haline gelir. Sn. Başbakan meydanlarda dile getirdiği bu ifade ile açıkça, yönetme yetkisini Allahtan aldığını söylemiş olmuyor mu? Sn. Başbakan açıkça “Sen ne söylersen söyle, ben Allah’ın gösterdiği yolda ülkeyi yönetirim”, demiş olmuyor mu?

Peki, Allah’ın insanların nasıl yönetilmesi ile ilgili olarak ne istediğini kim biliyor? En iyi inanan olarak Sn. Başbakan kendini, aldığı %51 oyla toplumun Allah nezdinde velayetini (Velayet-i Ammeyi) yüklenmiş olarak mı görüyor? Bu ifade, bu düşünce Cumhuriyetin bir Başbakan’ının mı, yoksa İslam devletini yöneten bir Halife’nin mi ağzına daha çok yakışır?

Hal böyleyse, o zaman bizim bir yazar, bir bilim insanı, ya da muhalif bir siyasi olarak başbakan’a akıl vermeye ne hakkımız olabilir ki? Sn. Başbakan tıpkı bir Halife gibi “velayeti” üstlenmiş, velayetin gereğini yerine getiriyor. Başbakan’ın bu söyleminin arkasından böyle mi düşünmemiz gerekiyor?

Başbakana sormak gerekiyor, siz sadece Müslümanların Başbakanı mısınız? Laiklik sadece “inanç” özgürlüğü müdür? Peki, ya inanmayanların inanmama özgürlüğü ne olacak? Laiklik kavramının içinde bu da yok mu? En uç nokta da dâhil, her türlü inanma özgürlüğünü güvence altına almayan siyasete Laik denebilir mi? Dünyevi işlere uhrevi referanslarla karar veren yönetimin adına ne denir? Bir taraftan bunu yapar, düşüncenizi böyle ifade ederken birlikten, bütünlükten bahsetmeniz ne kadar tutarlı, ne kadar inandırıcı olabilir? Senden farklı düşünen, farklı inanan insanlar ne yapsınlar, ülkeyi terk mi etsinler? Size verilmeyen bir yetkiyi, Allah adına kullanmaya ne hakkınız var? Bütün bunlar ne kadar ahlaki, ne kadar İslami olabilir ki?

Sn. Başbakan’ın meydanlarda bu tür laflar ederken, lafın nereye gittiğini durup biraz düşünmesi gerekmiyor mu?

Niyet böylesine açıkça ortadayken, “Alevi Açılımı” da ne anlama geliyor? Bu açınımın bu koşullarda bir tür göz boyama çabasının ötesinde bir anlamı olabilir mi? Başbakan laiklik yönünde açınım mı yapmak istiyor. Kolayı var. Diyanet İşleri Başkanlığını kaldırsın ya da bu kurumu, Türkiye’de yaşayan Suni, Alevi, Maliki, Süryani, Hıristiyan, Musevi, Yezidi, inanmayan herkesi temsil eden bir kurum haline getirsin. Din derslerini de zorunlu olmaktan çıkarsın, olsun bitsin.

******

Peki, bu tehlikeli gidişin panzehiri ne?

AKP iktidarı sürecinde “Milliyetçiliğin” bir tür “antiemperyalist” solculukla harmanlanmasından ortaya çıkan “Ulusalcılık” mı?

“Gezi Parkı” direnişinden ilham alan, Laikliği Kemalizm ile özdeşleştiren “ulusalcılar”; dini referans alan İslamcılar karşısında “Ulusal” şemsiyede bir araya gelmeyi savunuyorlar. “Gezi Parkı” direnişinin bunun için koşulları olgunlaştırdığını düşünüyorlar.

Peki, çözüm bu olabilir mi?

Milliyetçiliğin bu güne kadar sebep olduğu acılar ortada. Milliyetçiliğin kültürler arasında nasıl bir çatışma, ötekileştirme yarattığı; kin ve nifak tohumları yaydığı ortada. Milliyetçiliğin yeni bir sürümü olan “Ulusalcılığın”, Milliyetçiliğin bu topraklarda bu güne kadar baş aktörlüğünü yaptığı karmaşaya “Negatif Entropi” etkisi yapması beklenebilir mi?

Süreci AKP’nin bıraktığı noktadan daha ileri götürmeyen, demokratikleşmeyi başa almayan, Kürtlere ve diğerlerine en doğal haklarını vermeyen bir alternatif çözüm getirir mi? Çağdaş bir Türkiye için yeni bir örgütsel alt yapı ortaya çıkarabilir mi?

Süreci AKP’nin bıraktığı noktadan daha ileri götürmek ne demek?

12 Eylül Hukuku’nun, 12 Eylül Anayasası’nın, 12 Eylül’le gelen Terörle Mücadele Yasasının, Siyasi Partiler Yasası’nın, Seçim Sisteminin değiştirilmesi demek, anayasal vatandaşlık demek, Yerel Yönetimlerin katılımcılık, yerinden yönetim temelinde güçlendirilmesi ve düzenlenmesi demek. Yani “Barış Süreci”nin tamamlanması demek.

Bu da “Gezi Parkı” direnişi ile ortaya çıkan; Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık gibi her türlü “kimlik” üzerinden siyaset yapmayı, her türlü Kurtarıcıyı reddeden; mağduriyetleri temsil üzerinden ilerleyen yeni bir siyaset tarzı ile mümkün.

Hadi gelin buna Tanzimat’ta kullanılan “Osmanlıcılık” yerine, ona benzer biçimde “Çağdaş Türkiyecilik” ya da “Demokratik Türkiyecilik” diyelim. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums