Siyasette politik körlük ve “kul hakkı” üzerine

  • 22.04.2013 00:00

 “Barış süreci” ilerledikçe siyasette de saflar yeniden belirleniyor. Bir tarafta sürece destek veren liberallerin, demokratik solcularında içinde yer aldığı AKP-BDP eksenli %70’leri bulacak gibi görünen bir çoğunluk, diğer yanda %30’larda kalacak gibi görünen İşçi Partisi ve ÖDP gibi kendini solda ifade edenlerin de içinde yer aldığı CHP, MHP eksenli bir cephe. Olası bir anayasa değişikliğine, rejim değişikliğine böylesi bir saflaşma içinde gidilecekmiş gibi bir ortada bir görüntü var. Fakat %70’lerle kabul edilecek bir anayasa ile Türkiye huzuru ve sosyal barışı bulabilir mi, bu üzerinde ayrıca durulması gereken bir durum.

Eğer Erdoğan parlamentoyu feshetme, HSYK’yı tümüyle kendisi belirleme gibi özlemlerini bir biçimde bastırabilir, muhalefetin değirmenine su taşıyacak yaklaşım içinde olmazsa; muradı gerçekten Avrupa standartlarında güçlendirilmiş yerel yönetimler ile Kürtlerin haklarını güvence altında hissedebilecekleri anayasal vatandaşlıkla belirlenmiş bir başkanlık sistemi ise tünelin ucunda görünen başkanlık havucunu pekâlâ elde edebilir. Dahası bu sonuç Orta Doğuda Erdoğan’ı, Avrupa Birliği tarzında kader birliğine doğru giden bir sürecin de lideri yapar. Türkiye de kazanır.

Böyle bir sürece, Erdoğan karşıtlığı kompleksine düşmemiş Türkiye’de yaşayan aklı başında her demokrat, her liberal, demokratik solcu, hatta gerçek sosyalist destek verir, bence de vermelidir. Ayrıca bu, sürece destek veren herkesin AKP’nin her yaptığını, her söylediğini onayladığı, desteklediği anlamına da gelmez.

Eğitim sisteminde yaşanan karmaya, siyasi, dini, etnik müdahalelere, dayatmalara; sokak ve öğrenci gösterilerinde mantıksız orantısız güç kullanılmasına, işçilerin emekçilerin örgütlenmeleri, haklarını kullanmaları üzerinde devam eden kısıtlamalara, hak ihlallerine; gazete yazarlarına yönelik tehditlere, haksız tutuklamalara, tutukluluklara; iş kazalarına yönelik önlem alınmamasına gene karşı çıkarız.  Kuşkusuz AKP’den Uludere’nin hesabını vermesini gene isteriz, fakat bu başka bir şey. Burada söz konusu olan Türkiye’nin sırtındaki kamburlardan kurtulması, Türkiye’nin geleceği, huzuru; buna kayıtsız kalabilir misiniz?

Siyaset, mevcut imkânlar dâhilinde olabilecek olana gücünün oranında yön verebilme sanatıdır. Ailen de sen de açsın, yaşaman için pişecek ekmekten pay alman lazım. Ama elindeki yetki ve güç tek başına mutfağa hâkim olmana, malzemeyi hazırlamana, hamuru yoğurmana, ekmeği pişirmene de yetmiyor. Öte yandan mutfaktakini de düşman bellemişsin,  mutfağa adımını da atmıyorsun. Peki de, bundan kim kazançlı çıkar, bu siyaset mi şimdi. Böyle bir siyaset ile daha ne kadar ayakta kalınabilir ki?

Hakkını yememek lazım, AKP halkın gelecek ile ilgili beklentisini kontrol etmeyi biliyor. “Barış süreci” olarak ifade ettiği süreç ile yaptığı şey bu.  Türkiye, nüfusu genç, dinamik bir ülke! İnsanlar geleceğe umutla bakmak istiyor. AKP oluşturduğu vizyon ile bir yandan kendini yeniliyor, diğer yandan insanlarda gelecek beklentisi yaratıyor. Öte yandan rakiplerini de ister istemez sürecin içine çekiyor, gündemlerini belirliyor, onları da kendi vizyonlarını yeniden belirlemeye zorluyor.

Varlığını etnik milliyetçiliğe borçlu olduğu için MHP, süreci kendi yaşama alanına doğrudan müdahale olarak görüyor. Yani karşı çıkışı sonuçta ideolojik bir temele oturuyor. Öte yandan süreç, Türk etnik kültürü etrafında siyasi birlik arayışını bu coğrafyada hayata geçiren organizasyon olarak CHP’in kadim kadrolarının da “kanına” dokunuyor. AKP karşıtlığına temel oluşturan duygusallıkta buluşan CHP içindeki bu grubun gözü başka bir şey görmüyor, mantığı kilitleniyor. Böylece daha da sertleşen muhafazakâr reflekslerle hareket ederken CHP, barış süreci içinde kendini yenileyebilme, kendisine kitle desteği oluşturacak bir gelecek beklentisi oluşturabilme fırsatını da kaçırmış oluyor.

Öte yandan AKP politikalarını onaylamadığı, başkaca da bir alternatif olmadığı için CHP’ye destek veren, daha demokratik bir Türkiye’yi, birlikte yaşamı, sosyal devleti savunan bir grubun varlığını da biliyoruz. CHP içinde son günlerde yaşananlar, istifalar bu grubun CHP yönetiminin barış sürecinde takındığı mahcup “statükocu” tavırdan pek de memnun olmadığını, buna ortak da olmak istemediğini gösteriyor.

Bir de barış sürecini “Amerikan emperyalizminin AKP eliyle Orta Doğuyu Kürtler üzerinden yeniden dizayn etmeye çalışmasının somut bir ürünü” olarak gören İşçi Partisi, ve ÖDP gibi kendilerini “sol” da gören partiler var. Aslında sonuçta metafizik bir yaklaşım içindeler. Kafanızda bir tümel oluşturacaksınız, her olayı o tümelin içindeki yerine göre tasım yoluyla açıklamaya çalışacaksınız. Metafizik değil de ne bu? Bunlara göre AKP’nin bütün politikaları Amerika’nın Orta Doğuyu, İran’ı kontrol etme İsrail’e güvenli bir alan yaratabilme çabalarına hizmet ediyor. ABD emperyalizminin bu oyununa gelmemek için, AKP’nin belirleyici olduğu her sürece, her politikaya karşı çıkmak, mücadele etmek gerekiyor.

Sonuçta gerek MHP, gerek CHP kaynaklı olsun, gerekse İşçi Partisi, ÖDP gibi “sol” kaynaklı olsun, barış sürecine bütün kaşı çıkışların temelinde “AKP’nin mimarı olduğu bir sürece karşı çıkmak” yatıyor. MHP’de CHP’de Anayasa komisyonunun anayasa hazırlığı çalışmalarını,12 Eylül Anayasasının “değiştirilemez” kaydı koyduğu ilk dört maddenin değiştirilmesine yanaşmadıkları için kilitliyorlar.

AKP ise anayasa ve rejim değişikliği için PKK’nın söz verdiği gibi silahlı güçlerini sınır dışına çıkarmasını bekliyor. Arkasından muhtemelen AKP-BDP uzlaşması içinde meclise yeni bir anayasa teklifi gelecek. Ufukta yeni bir anayasa referandumu ve yeni anayasa ile birlikte başkanlık seçimi görünüyor. Tıpkı 2011 anayasa referandumunda olduğu gibi yeni bir evet, hayır, “yetmez ama evet” kampanyası yaşayacağız, öyle görünüyor. Bir farkla, eğer uzlaşma sağlanırsa BDP de bu sefer “evet” saflarında yer alacak.

Ağustostan sonra büyük olasılıkla kendimizi yoğun bir biçimde anayasa ve rejim tartışmalarının içinde bulacağız. Ve korkarız, bu günkü yaklaşımlarını sürdürürlerse CHP ve MHP muhalefetlerini sürecin içinde değil, sürecin dışında sürdürecekler.

Oysa Erdoğan’ın bütün ipleri elinde bulunduran başkan olma özleminin mutlaka törpülenmesi gerekiyor. CHP’nin içinde yer almadığı bir süreçte bunun törpülenmesi kolay da değil.

Tek umudumuz AKP’nin, referanduma götüreceği anayasanın meşruiyetine gölge düşürmemek, barış sürecini tehlikeye sokmamak adına BDP’den gelen talepleri de karşılayacak şekilde ihtiraslarına gem vurabilmesi.

“Parlamenter sistem olmazsa demokrasi de olmaz” düz mantığının bir geçerliliği yok. Önemli olan sistemde birbirini dengeleyebilecek şekilde güçler ayrılığının olması. Pekala, başkanlık sistemi içinde de demokratik yaşamı derinleştirmek, katılımcılığı geliştirmek mümkün. Belki de bu Türkiye’nin kültürel geçmişine daha uygun. Parlamenter sistemi sağlıklı işletebildiğimiz de söylenemez. Ordu vesayetindeki bir rejime parlamenter rejim ne kadar denebilir ki?

Yeter ki AKP Avrupa yerel yönetimler şartına koyduğu çekinceleri kaldıracak biçimde yerel-bölgesel özerkliği tanısın, buna uygun mekanizmaları oluştursun, Erdoğan parlamentoyu feshetme yetkisini elinde tutmaya, Danıştay gibi kurumları kaldırmaya, HSYK, YÖK gibi kurumların bütün yöneticilerini kendi belirlemeye kalkmasın. Direnmemiz gereken kırmızıçizgiler bunlar olmalı. Muhalefet edilecekse buralarda edilmeli.

Muhalefet, muhalefet sorumluluğunu yerine getirmek istiyorsa önce at gözlüklerini çıkarmalı, AKP karşıtlığı ile kendini tanımlamayı bırakmalı. Sürece nasıl müdahil olunacağını görmeli.  AKP’ye demokratikleşme yönünde muhalefet edebilmenin yolu, yeni süreçte muhalefeti BDP ile birlikte örmekten geçiyor. BDP’ninde sürece ezilen ulus psikolojisinin üzerine çıkarak bakması gerekiyor. Şiddet tehdidi üzerinden gelecek kurulamayacağını görmesi, sürece yaşadığı coğrafyadaki ortak, yaşamsal çıkarlar üzerinden bakmayı öğrenmesi gerekiyor.

Ulusalcıların moral isimlerinden Yazar Alev Alatlı, geçenlerde ilginç, ilginç olduğu kadar da karakteristik bir tepki ortaya koydu.  Alatlı “Türklüğün kaldırılması, kul hakkı yemek anlamına gelir” diyor. Bu ülkenin kurucusu Selçuklulardır, Osmanlılardır, Türklük üst kimliğini kaldırırsanız kurucunun hakkını, yani kul hakkını yemiş olursunuz, bunun vebali büyüktür, bu hakka saygı için o isim anayasada kalmalı diyor (19 Nisan, Yeni Şafak). Yani Sayın Alatlı bir anlamda akıncının kol gücü ile elde ettiği hakkı meşru görüyor. Bir bakıma akıncının yağma hakkını savunuyor. İyi de Sayın Alatlı’ya sormak gerekiyor: Akıncı “kul” da “mağdur” değil mi? Mazlumun hakkı ne olacak, sizce onun da bir hakkı yok mu?

Belki de iktidarı ile muhalefeti önce, ortadaki gerçeğe geçmişten getirdiğimiz bir takım duygusal saplantılardan, politik körlüklerden kurtularak doğrudan bakmak, toplumsal huzurun neye bağlı olduğunu doğru anlamak gerekiyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums