Türkiye'de ailelerin eğitimden beklentileri

  • 11.02.2013 00:00

 Çocuğun eğitimsel alt yapısı okula geldiğinde büyük ölçüde belirlenmiş oluyor.

Çocuğun gelişiminde temel belirleyiciler, kalıtım ve çevredir. Kalıtımla anneden babadan gelen özelliklerin çocukta hangi yolda işleyeceğini çevre faktörü belirliyor. Annenin yaşama biçimi, alışkanlıkları (madde, alkol bağımlılığı, beslenme alışkanlıkları vb.) moral durumu çocuğun gelişimini anne karnında etkileyen ilk temel belirleyiciler oluyor.

Çevre faktörünün etkisi aile ile devam ediyor. Ailenin eğitimsel, kültürel, ekonomik özellikleri; anne babanın kendi aralarında ve çocukları ile kurdukları ilişkiler, çocukların ihtiyaçlarının aile içinde karşılanma biçimleri ve çocuklardan beklentiler; çocuğun eğitimsel alt yapısını aile içinde belirleyen unsurlar oluyorlar.

Okul ayağını ise okul öncesi ve sınıf öğretmenliği oluşturuyor.

Çocuğun eğitimsel alt yapısı okula gelmeden önce büyük ölçüde belirlenmiş oluyorsa; o zaman toplumun kültürel alt yapısının, kalkınmışlık-gelişmişlik durumunun, geçmişte yaşanan toplumsal bilinçte iz bırakan olayların aile üzerindeki etkilerini de hesaba katmak gerekiyor.

Köylü toplumdan kentli topluma dönüşme sürecinde yaşanan göçlerin, on yılda bir gelen darbelerin; darbeler arasında yaşanan sosyal- siyasal karmaşanın, ekonomik bunalımların, dinsel ve etnik temelde yaşanan çatışmaların Türkiye’de ailenin ruh haline, davranışlarına, beklentilerine, hayallerine nasıl yansıdığı ile ilgili ne yazık ki elimizde çok fazla bilimsel çalışma yok. Bütün bu yaşananların ailelerin özgüvenlerinde nasıl bir erozyona neden olduğu; ailelerin çocuklarından beklentilerine, çocukların eğitimine dönük davranışlarına nasıl yansıdığı eğitim sosyolojisi alanında yapılacak çalışmalarla ortaya konması lazım.

Araştırmacı Bekir Ağırdır, Taraf’ta ki köşesinde yazdığı “Aile, Çocuklar, Hayaller” başlıklı yazıda, yapılan bazı araştırmalardan yola çıkarak “özgüveni düşük bireylerin gelecek ile ilgili hayalleri kendileri üzerinden değil, çocukları üzerinden oluyor” gibi bir tespitte bulundu (7 Şubat 2013, Taraf).

Aslında burada tartışılması gereken pek çok sorun var.

Ekonomik altyapısını erken kapitalistleşme içinde geliştirememiş, modernleşmesinin alt yapısını “ulus devlet” olma çabası içinde oluşturmaya çalışan bizim gibi ülkelerde eğitime başat bir rol biçildiğini unutmayalım. Geçmiş yaşantılarında bir hayli örselenmiş iyi eğitim görmüş orta gelir düzeyine sahip ailelerin topluma hâkim sosyal psikoloji içinde, çocuklarının eğitimine yaptıkları yatırımı kendi geleceklerini sağlama almanın bir yolu olarak görmeleri,  çocuklarından daha fazla eğitimsel bir beklenti içinde olmaları çok da şaşırtıcı olmamalı.

1970-1980 yıllarında yaşanan siyasal-sosyal karmaşanın ardından, görece iyi eğitim almış aileler çocuklarının eğitimine daha fazla önem vermeye başladılar. Çocuklarından daha fazla eğitimsel beklenti içinde olmaya, çocuklarının eğitimine daha fazla yatırım yapmaya başladılar. 1990’lı yıllarda tanık olduğumuz Sivas Katliamının, Gazi Mahallesi olaylarının, faili meçhullerin; mali, sınaî kurumların “görev zararlarının” halkın sırtına yıkılması ile yaşanan ekonomik bunalımların ailelerin “özgüvenlerinde” nasıl bir aşınma yarattığını da hesaba katmak lazım.

Ailelerin eğitimsel ekonomik özelliklerinin çocukların eğitimine nasıl yansıdığını tartışmaya geçmeden önce Türkiye’de yüksek öğretim almış nüfusun %11’lerde, orta öğretim almış nüfusun %27lerde olduğunu; toplam nüfusun %90’ının aldığı eğitimin ortalamasının 7 yıl olduğunu hatırlayalım. Karşılaştırma yapmaya fırsat verebilmek için OECD ve AB ülkeleri nüfusunun ortalama eğitim süresinin 13 yıl olduğunu da belirtelim. Nüfusu görece genç bir ülkeyiz, ancak 22-24 yaş arasındaki gençlerimizin %48’inin eğitim sisteminde de iş hayatında da yer almadığını da bilelim. Ülkemizde ortaöğretimin istihdama katkısı AB ülkelerinden iki kat düşük. Gençlerimizin beş de dördünden fazlası bir meslek edinmeden hayata atılıyor. (Polat,1009:42-43; Gür, 2012; Ağırdır, 7.2.2013)

Araştırmalar, Türkiye’de çocuklarından eğitim beklentisi daha yüksek olan, dolayısı ile çocuklarının eğitimine daha fazla yatırım yapan ailelerin daha çok orta gelir grubunda yer alan aileler olduğunu gösteriyor. Üst gelir grubuna ait aileler çocuklarından kendi seçtikleri mesleği seçmesini, ya da sahip oldukları işi devam ettirmelerini diğerlerinden daha çok bekliyorlar. Alt gelir grubunda yer alan aileler eğitimsel ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadıklarından çocuklarının meslek seçimlerini çoğu kez rastlantıya bırakıyorlar. Belirli bir eğitimsel, kültürel alt yapıya sahip olan orta gelir grubuna dâhil aileler ise çocuklarından bir çeşit “sınıf atlama” beklentisi içinde oluyorlar; çocuklarının eğitimine bu nedenle daha fazla yatırım yapabiliyorlar. (Başaran, 1994:63-64)

Türkiye, öğrencilerin başarı farklılıklarının büyüklüğü bakımından OECD ortalamasının %77’si düzeyinde bulunuyor. Eğitime ilişkin imkânları en iyi olan öğrenciler ile en kötü olan öğrencilerin Fen bilimlerindeki başarı oranları arasında 73 puanlık fark var. Türkiye OECD ülkeleri arasında bu farkın en fazla olduğu 3. ülkedir. Evdeki eğitime ilişkin imkânları en yetersiz olan öğrencilerin en başarısız öğrenciler arasında yer alma ihtimali ise Türkiye’de OECD ülkelerine göre iki kat fazladır. Türkiye’de ilköğretim çağında çocuğu bulunan ailelerin %35’i yoksul iken, okula gitmeyen çocukların %53’ü yoksulluk sınırının altındaki bu ailelerden geliyor. (Polat,1009:41,44)

Bu veriler Türkiye’nin, eğitim ile ilgili sosyal devlet ilkesi doğrultusunda Milli Eğitim Temel Yasası (1973) ile üstlendiği yükümlülükleri gerektiği gibi yerine getiremediğini, OECD ülkeleri içinde bu açıdan da en son sıralarda yer alan bir ülke olduğunu açıkça gösteriyor.

Öte yandan Türkiye’de çocukların orta öğretim üzerinde eğitim almasını ailelerin gelir düzeyinin yüksek olması %11 dolayında etkilerken, anne babanın orta eğitimin üzerinde eğitim almış olması %20 oranında etkiliyor. (Polat,1009:42) Demek ki Türkiye’de ailelerin eğitimli olmasının ekonomik imkâna sahip olmaya göre çocukların eğitimine yansıması iki kat daha büyük oluyor.

Türkiye’de orta gelir düzeyine sahip, belirli bir eğitim seviyesine sahip aileler, dini ya da etnik kökenli bir takım korkuların etkisi altında siyaseten takıntılı davranabiliyorlar. Ama konu çocukları olduğunda, aileler daha objektif ve gerçekçi oluyorlar. Çocukları ile ilgili kararları alırken; onların yeteneklerini ilgilerini göz önünde tutmaya özen gösteriyorlar. Ancak hayallerini çocukları üzerinden gerçekleştirmeye çalışmalarını, “özgüvenlerinin düşük olmasına”, geleceklerini çocukları üzerinden sağlama almaya çalışmalarına bağlarsak bu ailelere haksızlık yapmış olabiliriz.

Burada “ben çektim çocuğum çekmesin” duygusal durumunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

Eğitimde fırsat eşitliği açısından asıl yapılması gereken, özellikle belirli bir eğitimsel ve kültürel birikime sahip ailelerin çocukları için neden en iyisini istediklerini, bütün olanaklarını bunun için kullandıklarını sorgulamak olmamalı. Türkiye’deki eğitim sistemi üzerinde karar verenler ve uygulayıcılar, ailelerin eğitime dönük müdahalelerini fırsat eşitliğini bozmayacak, tersine eğitimin kalitesini arttıracak kaynaklar haline neden getiremiyorlar? Asıl sorgulanması gereken bu olmalı.  

İlerlemecilik Eğitim Felsefesinin kurucusu Amerikalı Eğitim Bilimci John Dewey, Türkiye Eğitim Sistemi ile ilgili 1924’de hükümete verdiği raporda; okulları çevresindeki her türlü ekonomik, sınaî ve kültürel bilginin toplandığı sosyal, kültürel yaşamın merkezleri haline getirin, önerisinde bulunuyor. Bırakın mahallenin çocukları okulun bahçesinde top oynasın, diyor; aileler okulun kütüphanesinden kitap alsın, kitap versin; okul çevresi ile organik bir ilişki içinde olsun, diyor. (Dewey,1952)

Biz ise tam tersini yaptık okulu çevresinden nerdeyse izole ettik. Çocuklarının eğitimine böylesine önem veren ailelerin okullarla ilişkileri nasıl, asıl bunu sorgulamak gerekiyor.

Aile okuldan çağrıldığında iki şey aklından geçiyor: Ya “gene benden para isteyecekler”, ya da “gene çocuğumdan şikâyetçi olacaklar” diye düşünüyor. Çocuğunun eğitimine onca yatırım yapan aile okuldan neden bu kadar uzak duruyor? Ailelerde okulla ilgili bunca ön yargıyı oluşturmayı nasıl başardık?  Asıl bunların sorgulanması gerekiyor?

Evet, çocuğunun bir takım krizlerde kendini koruyabileceği, daha kaliteli bir yaşam sürdürebileceği, kendini gerçekleştirebileceği iyi bir mesleğe ve iyi bir gelire sahip olması aile için hayatta başarılı olduğunun en somut bir göstergesidir.

Çocuklarımıza katabildiklerimiz, bizim için mutluluk vesilesidir. Hangimiz bununla gurur duymayız ki?

 

KAYNAKÇA

Ağındır, Bekir. Aile, Çocuklar Hayaller, Taraf Gazetesi, 7.2.2013.

Başaran, İbrahim Ethem. Eğitime Giriş, Ankara: Kadıoğlu Matbaası, 1994.

Dewey, John. Türkiye Maarifi Hakkında Rapor (1924), Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1952.

Gür, Bekir, S.T.C. Kalkınma Bakanlığı Eğitim Sisteminin Kalitesinin Arttırılması Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2012.

Polat, Serdar Türkiye’de Eğitim Politikalarının Fırsat Eşitsizliği Üzerindeki Etkileri, Ankara: DPT Yayınları, 2009

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums