- 9.12.2021 06:43
ALİ TÜRER
Lidere endeksli, polemiğe dayalı, kısır siyasi yaşam kültürü, bize modern eğitimin armağanıdır. Birbirine ağza alınmayacak laflar ile saldıran lider profili, kavramsal çerçevesi ikinci meşrutiyet yıllarında şekillenen “devlet ve millet için eğitim” anlayışının bir ürünüdür.
Türkiye’de modern eğitim, devleti çökmekten kurtaracak, ayakta tutacak kurtarıcı yetiştirmek üzere ortaya çıkmıştır. Yukarıdan aşağıya merkeziyetçi örgütlenme içinde şekillenen modern eğitim, devleti kurtarma yarışında birbirini yok etmek zorunda olan siyasi liderler ile liderlere koşulsuz itaat karşılığında, korunma kollanma hizmeti talep eden bürokratlar ortaya çıkardı.
Bugün, atanmış ile seçilmiş arasındaki farkın silikleşmesi bundandır. Çünkü bu kültürde seçilenin de atananın da kaderi, sonuçta liderin iki dudağı arasındadır. Meclis kürsüsünde bütçeyi savunanın, sonuçta bir kararname ile rütbesi indirilebilecek bir memur olması, bundandır.
Türkiye’de siyasi partiler, temsil ettiği kesimlerin yaşam standardını yükseltmek, içinden çıktığı sosyal sınıfı mecliste temsil etmek için ortaya çıkmadı. Bizde siyasal yaşamın liderler arası dalaşma (polemik) içinde sürmesi, siyasal yaşam içinde uzlaşma kültürünün bir türlü gelişememesi bundandır.
Bizde, devleti kurtarabilecek yetenekte olduğunu göstermenin, rüştünü ispat etmenin en kestirme yolu, rakibi saf dışı etmekten geçer. Uzlaşmanın, zayıflık, basiretsizlik, yetersizlik olarak görülmesi bundandır.
Oysa uzlaşma, siyasi kimliğini temsil ettiği kitlelerin gücünden alan siyasetçiler arasında, rekabet ve pazarlık içinde gelişir.
Kurtarıcı ile ikinci dereceden kurtarıcılar arasındaki ilişki biçimi ise önceden tanımlanmıştır. Biat kültürü içinden çıkıp gelen liderin aynı ağırlıkta bir lidere tahammülü olamaz. Önceden tarifi yapılmış ilişki biçimini, değişmeden olduğu gibi korunmak gerekir.
Bu ilişkinin kaynağı İslam devleti kültürü içinde şekillenmiş biat kültürüdür. Bu kültürde konsensüs, Allah ile Kul arasındaki ilişkiden kaynağını alır, padişah-kapıkulu, pir-mürit, usta-çırak, hoca-talebe arasındaki ilişkide ortaya çıkar, olduğu gibi korunur. Bu ilişki içinde lider, meşruiyetini, ya milletin bekasına kendini en iyi adamış olmaktan ya da Allah nezdinde toplumun sorumluluğunu (velayetini) üstlenmiş olmaktan alır. Üzerinde fiili bir kontrol istemez. O yüzden bu kültür içinde güçler ayrılığı, taraflar arası rekabet, uzlaşma gibi alışkanlıklar gelişip yerleşemez.
Türk etnik kültürü içinde siyasi birlik ararken, mevcut konjonktür içinde biraz yumuşasa da bu ilişki biçimi tümüyle terk edilmemiştir. Çünkü istikrar, geleneksel merkeziyetçi gelenek içinde aranmış, modernleşme yukardan aşağıya inşa edilmeye çalışılmıştır.
Avrupa’da Hıristiyan inancı içinde ortaya çıkan bölünme laiklik, sekülerleşme getirmiştir. İslam tarihi içinde işler iyi gitmediğinde ise, ortaya çıkan ulema içindeki bölünmede, akıl yerine Nas belirleyici olmuştur. IŞİD sonuçta bunun bir ürünüdür. 20 yıl önce iktidara geldiğinde, kendine Avrupa birliği içinde yer arayan iradenin, bugün geldiği noktada yüzünü Katar’a, Suudi Arabistan’a dönmesi bundandır.
Türkiye’de modern eğitim, devleti yönetenlerin elinde şekillendi. Oysa Avrupa’da modern eğitimin gelişiminde sivil toplumun katkısı belirleyicidir.
Bizde fabrikasında çalışanların çocuklarını eğitmek üzere Avrupa’da okul öncesi eğitimin temelini atan bir Robert Owen gibi bir burjuva, Napolyon savaşlarında ortada kalan çocuklara sahip çıkan Pestalozzi gibi bir eğitimci çıkmamıştır. Bu kültürde modern eğitime sivil toplum içinden bir katkı göremezsiniz. Osmanlıda modern eğitimin ortaya çıkışına sivil toplumdan tek katkı Darüşşafaka’dır. O da sonuçta, siyasi birliği Osmanlıcılık etrafında yeniden kurma yolunda bütün anasırın çocuklarından elit devşirmek üzere kurulmuş Galatasaray’a karşı İslamcı bir tepki olarak doğmuştur.
Türkiye’de modernleşme içinde ortaya çıkıveren yegane “sivil toplum” yapılarının Halk Evleri ya da TÜRGEV gibi halkın siyasi elit e oryantasyonunda misyon yüklenmiş örgütler olması, sonuçta siyaset içinde, siyaset için konumlanmaları bundandır.
Uzak görüşlü devlet adamı Mithat Paşa, mesleki eğitimi 1860’lı yıllarda, yetim kalmış çocuklara bari bir el sanatı öğretmek üzere bir hayır işi olarak örgütledi. Cumhuriyet yıllarında fakir fukara çocuklarının gidip gidebileceği yegâne okullar ya meslek liseleri ya da imam hatip okulları oldu. Ortaöğretimin mesleki eğitim ağırlıklı örgütlenememesi, sanat erbabının ortaya çıkışında mesleki eğitim-belge bağlantısı kurulamaması, iş yaşamının kayıt dışı olmasını, emeğin sudan ucuz olmasını birlikte getirdi.
Kurtarıcılar arası siyasi çatışmada yegâne mücadele aracı polemik, bir başka tanımlama ile dalaşma oldu. Dalaşma için konunun yaşanan gerçeklikle ilgili olması, gelecek ile ilgili bir beklenti üzerine, program üzerine olması gerekmez. Siyasi rakibi, küçük düşürecek, aşağılayacak, kitleler önünde gülünç hale getirecek her hangi bir hareket, bir gaf, yakışıksız bir ima dalaşma konusu olabilir, yeter ki kullanışlı olsun.
Mecliste yaşanan bütçe görüşmelerinde, polemiğin her türünün ustaca kullanıldığını görüyoruz. Güçler ayrılığına dayalı demokratik çağdaş bir parlamenter sistem için yola çıkanın, dalaşmadan medet umması umut kırıcıdır.
Aracınızı değiştirmeden ayağınızdaki prangalardan kurtulamazsınız. Kullandığınız araç, amacınızı sakatlar, malul kılar.
Yorum Yap