- 9.08.2011 00:00
“Dönüşlerin Yirminci Yılında Yasallaşma Hareketi” adlı kitap, TÜSTAV Sosyal Tarih Yayınları’ndan 2009 yılında yayınlanmış. 199.-203. sayfalarında 16 Aralık 1990 tarihli TBKP Kocaeli İl Kongresi Raporu yer alıyor. Şöyle bir tesbit yapılmış Rapor’da:
“Ülkemiz tarihinde ilk defa, devletin tepesindeki anlaşmazlıklara bağlı olarak, alışılageldiği üzere siviller değil de generaller gidiyor. Devlet, eski mutabakatlar temelinde işleyemiyor. Yenilenme, (...) tüm partiler için zorunluluk haline geliyor.”
1990, dünyamızda soğuk savaştan çıkıldığı, ülkemizde “İki gömleğim var: Biri bayramlık, biri idamlık.” diyen Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu yıllar. “İki Necdet” (Genel Kurmay Başkanı Necdet Üruğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun) emekli edilmiş. Necip Torumtay, Turgut Özal ile (sivillerle) anlaşmazlığa düştüğünden Genel Kurmay Başkanlığı’ndan istifa etmiş. Bu, bir “ilk”tir... Değişim süreci; inişli-çıkışlı, kimi zaman geri dönüşlü bir yol izlemiş. Ateşle, kanla, faili meçhullerle önü kesilmiş ve gelmiş bugüne...
Ağustos 2011 Yüksek Askeri Şura toplantısından önce Genel Kurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı, topluca istifa etti. Kriz beklentileri birkaç saat içinde çöktü. Zamanında gerçekleştirilen YAŞ toplantısında TSK’nın yeni üst yönetimi belirlendi. İstifalar, bu kez tedirginlik yaratmadığı gibi; TSK’nın sivil denetime alınması, Genel Kurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanması, profesyonel ordu ve zorunlu askerliğin kısaltılması gibi taleplerin yükselmesine neden oldu. YAŞ toplantısından basına yansıyan ilginç fotoğrafta, “eşbaşkanlık” gibi bir fiili makamın kalmadığı ve toplantıyı seçilmiş Başbakan’ın tek başına yönettiği görüldü.
Yepyeni bir Sivil Anayasa, toplumun en geniş kesimlerinin “ertelenmesi neredeyse imkânsız” talebi haline geldi. “Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler, toplum vicdanında mahkûm oldu.
Her vatandaşın “evet, bu benim anayasam” diyebileceği bir Sivil Anayasa’nın yapılabilmesi, akan kanın durmasıyla, barış ortamının sağlanmasıyla da bağlıdır.
27 Temmuz 2011 tarihinde avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada Abdullah Öcalan; rolünü sürdürebilmesi için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerektiğini söylüyor ve hükümete, liberal aydınlara, PKK militanlarına ve BDP siyasetçilerine çağrı yapıyor:
* “Hükümete açık mektubumdur. Eğer gözyaşının dinmesini istiyorsanız, gerillayı güvenli bir yere çekmemin yolunu açın. Böyle yaparsanız bir hafta içinde çözeriz.”
* “Liberal aydınlara sesleniyorum, böyle şey olur mu? (...) Bu koşullarda ne yapabilirim?”
* “Bu şekildeki gerillacılığı kabul etmiyorum. Gerilla da süreci iyi anlamalıdır, gerekirse kimseyi dinlememeli, değerlerimize bağlı olmalı, ona göre süreci sahiplenmelidir.”
* “Siyasetçiler de doğru dürüst karar vermeli ve kararlarını da uygulamalıdır.”
AK Parti’ye bu sefer yüzde elli halk desteğiyle üçüncü kez yetki verenler, demokrasinin yolunu genişletmek isteyenler, eski rejimden zarar gören herkes, Sivil Anayasa’dan beklediklerini yüksek sesle dile getirmeli ve barış ortamını oluşturma çabalarında hükümetin cesaretini kırma girişimlerini boşa çıkarmalıdır.
Yorum Yap