Bu ülkeyi kim yönetecek, nasıl yönetecek?

  • 3.06.2012 00:00

 

Uludere gibi sıcak siyasal gelişmeler ve bunlara ilişkin tartışmalar yanında, yapısal kimi meseleler de siyasi gündemde yerini ve önemini korumaya devam ediyor.

Anayasa meselesi bunlardan biri. Yapısal nitelik söz konusu olunca, bu meselenin iki göndermesi olduğunu görmek gerekir.

İlki, ülkenin yıllardır ihtiyacı olan bir toplumsal sözleşme meselesi olarak anayasadır.

İkincisi, bir rejim ve yönetim meselesi olarak anayasadır...

Son günlerde açıktır ki birinci gönderme, yerini adım adım ikincisine bırakıyor. Buna özellikle başkanlık sistemi tartışmalarının başlamasıyla tanık oluyoruz. AK Parti’nin gündeme getirdiği oranda ciddiye alınması gereken bu tartışmalar, anayasa yapımı konusunda, ana enerjinin Kürt meselesi, laiklik, yurttaşlık gibi temel siyasi ortak değerler meselesinden çok, kimin nasıl yöneteceği meselesine doğru yöneliyor.

Bu durumu, ilk bakışta, demokrasinin geleceği ve toplumsal huzur açısından çok olumlu bulmak mümkün değil.

Zira kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin elinde ve önünde büyük bir fırsat bulunuyor. Bu, yıllardır özlenen farklı toplumsal kesimler ve eğilimler arasındaki ilişkileri, geniş bir katılım ve tartışmadan hareketle, farklılık ve bütünlük ilkeleri çerçevesinde yeniden tanımlamak fırsatıdır.

Ancak buna rağmen, sanırız, anayasa hazırlıklarında, ülkeyi kimin ve nasıl yöneteceği meselesi öncelik alacak.

Peki, neden bu öncelik?

Denebilir ki Türk siyasal sistemi lider esaslıdır ve siyasi parti tavırları buna göre şekillenir. Bu çerçevede bu yönelim doğaldır, zira mevcut cumhurbaşkanlığı statüsü Tayyip Erdoğan’ı siyasi alanın kıyısına iter, bunun çözümü ise ancak başkanlık ya da yarı başkanlık sistemiyle mümkün olabilir.

Denebilir ki siyasi güdüleri kuvvetli olan siyasilerin, örneğin başbakanın gönlünden de bu geçer.

Bunlar bir noktaya kadar geçerli görüşler olmakla birlikte, durumu tam açıklayabilecek hususlar değildir.

Başka bir ifadeyle anayasa tartışmalarında rejim meselesinin öne çıkması, başkanlık tartışmalarının nedeni, mevcut durumun Erdoğan’ın önünü tıkaması değildir.

Bu tartışma, Türkiye’de partiler düzeniyle, bu düzen ile siyasi iktidar arasındaki ilişkinin aldığı biçimle de yakından ilgilidir.

Başka bir ifadeyle yapısal gereklilik halinde karşımıza çıkmaktadır.

Nasıl?

Önce şunu tespit etmek gerek:

1991-2002 arası süren, 28 Şubat’ı da içeren 11 yıllık yozlaşma, istikrarsızlık ve koalisyon dönemlerinden sonra açılan yeni sayfa Türkiye’yi gerçek anlamda iki eğilimli ya da iki ana partili bir düzene doğru itmiştir. 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo açık olarak ülkedeki ana siyasi bölünmenin kültürel niteliğini teyit etmiştir.

Başka bir ifadeyle Türk siyasetinin, sınıfsal ya da ideolojik tutum unsurlarından daha çok sembolik ögelerle şekillendiği iyice ortaya çıkmıştır.

2000’li yıllar itibariyle belli projelere dayalı politik-ideolojik görüşlerin belirleyiciliğinden çok “simgelerin, simgesel algıların kültür ve ekonomiyi ya da eziklik ve faydayı üst üste oturtan belirleyiciliği” ön planda olmuştur. İnanç merkezli siyaset tartışmaları ya da kimlikler üstüne kurulu yasak-özgürlük tartışmaları bu kesimlerde kültürel olanı, popüler olanı siyasileştirmiş, özgürlük yandaşlığını ve yasak karşıtlığını ön plana çıkarmış durumdadır.

Ve bu açıdan Türkiye söylediğimiz gibi iki ana dala ayrılmıştır.

Bu yapısal bir değişimdir ve tablonun kısa, hatta orta vadede değişmesi kanımızca kolay değildir. En azından demokratik değerler her alanda ve her kesimde kurumlaşıp içselleştirilinceye kadar bu yelpaze değişmeyecektir.

Altı çizilmesi gereken başka bir husus da şudur:

Bu kutuplaşma ve yeniden yapılanma esnasında eğilimlerden birisini temsil eden kesim ve siyasi aktör, hızlı bir değişim yaşayarak kendi kültürel dokusuyla çağın gereklerini iç içe sokmuştur. Kendi içinde hızlı bir değişim süreci başlatmıştır. Buna karşılık, diğer kesim ve aktör, tersine geriye doğru hareket ederek radikalleşme eğilimine sürüklenmiştir...

AK Parti ve CHP... Muhafazakârlar ve diğerleri...

Peki, bu tablonun fiilî sonucu nedir?

İki temel partinin varlığı, ama tek partinin iktidarı üzerine kurulu bir düzen...

Türkiye’nin hızla, partilerin iktidarda yer değiştirmesinden değil, bir siyasi parti içinde iktidar aktörlerinin değişmesinden oluşacak bir demokratik düzene ilerlediğini söylemek hayalcilik olmaz...

İstikamet bu ise, elbet yönetici sirkülasyonu ve yönetim mekanizmasının dengesi ülkenin en önemli meselelerinden birisi haline gelir.

Bu da parlamenter rejim-başkanlık rejimi tartışmalarını gerçek ve hayati kılar...

Meseleye bir de bu açıdan bakın..

Kaynak:Aksiyon Dergisi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums