- 27.09.2011 00:00
Orhan Miroğlu dün Taraf gazetesinde, günlerdir altını çizdiğimiz, "şiddet karşısında siyasi ve ilkesel tavır eksiliği" meselesini, Kürt aydınını hedef alarak tüm açıklığıyla dile getiriyordu:
"Ne kolektif haklar, ne demokratik özerklik, ne bağımsızlık... Bunları elde etmenin yolu, adresi belli kurşunların sayısını arttırmaktan yani daha fazla polis ve daha fazla asker öldürmekten ve öldürürken misliyle ölmekten geçmiyor..."
Sorun derin...
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı imzalı, "Apo'nun koşulları değiştirilmezken ve tecrit ağırlaşmışken, askeri ve siyasi operasyonlar olurken, Kara harekatına hazırlık yapılırken BDP'lilerin Meclis'e gitmesi Kürt halkına ihanet etmektir..." diyen metin duruma açık örnek...
Şiddet kokan bir metin...
BDP eş başkanı Aysel Tuğluk'un dün Taraf gazetesinde yayınlanan demeci ile aynı gazeteye Şerafettin Elçi'nin verdiği önemli röportajda da benzer ve ortak bir yön vardı... Konuşan her Kürt aktör, benimsesin benimsemesin, şiddet ve silahı bir müzakere aracı, müzakerede bir baskı unsuru olarak ele almaktan kaçamıyordu...
Onlara göre resim şuydu:
MİT-Öcalan-Kandil arasında yapılan görüşmeler sonunda bir protokol hazırlanmış, Başbakan bunu imzalamaktan vazgeçince ipler kopmuştu. PKK bunu devletin kendisini müzakerelerle oyalaması ve imha etmek istemesi olarak yorumlamış ve şiddet patlamıştı. Özetle bugünkü şiddet hali, devlet-İmralı görüşmelerinin tıkanmasının bir sonucuydu...
Peki bu durumda Kürt hareketini tümüyle bir yana itip, AK Parti'yi yeniden patlayan şiddetin tek sorumlusu ilan ederek, olan anlaşılabilir mi? Devletin ve AK Parti'nin seçim öncesi başlayan asayişçi tutumunu, seçim sonrası taviz vermeyen tavrını, yürüttüğü KCK operasyonlarını, milliyetçi dilini, terör ve Kürt sorunu gibi tükenmiş ayrımlara geri dönmesini eleştirmek doğaldır ve gereklidir. Bunların şiddetin yeniden patlamasında elbet etkisi vardır.
Ancak tali olan ile asli olanı ayırmakda fayda vardır...
Bugün için asli olan siyaset sürerken, müzakere yapılırken bir tarafın masaya silah koymasıdır...
Kürt aktörler herhalde biliyorlardır ki, bu tür sorunların çözümünde demokratik yol meşakkatlidir, siyaset zordur ve iniş çıkışlıdır... Siyasi yoldan elde edilebilecek sonuç söz konusuysa, siyasi yoldan verilebilecek mücadele de mümkünse, şiddeti anlamak da anlatmak da zordur...
Nitekim "siyasi yolun iki girişi de açık"...
Bir: Kürt siyasi hareketi BDP üzerinden parlamentoda temsil ediliyor, bu sorunla ilgili talepler, görüşmeler açısından en meşru ve etkili zeminin üzerinde oturuyor.
İki: Devlet 2006'dan bu yana Kürt siyasi hareketinin silahlı kanadıyla ve İmralı'yla görüşüyor. Kürt siyasi hareketinin muhatap alınma talebi, kendisini yönetme arzusu konuşuluyor, en azından şimdilik dinleniyor.
Söz konusu zemin ve görüşmelerin zaman zaman zorluk ve tıkanma yaşaması bu iki yolun kapandığı anlamına gelmiyor.
Ve bu durumda devletin operasyonları karşısında savunma ve tepki sınırlarını aşan, kentleri ve sivilleri vuran, baskın hale gelen "şiddet" gerçekten Kürt siyasi hareketinin iç dili ve müzakere aracı olarak karşımıza çıkıyor.
Ağustos başında BDP'li milletvekillerinin de katıldığı İrlanda gezisinde, IRA'nın önde gelen eski liderlerinden, 20 yılını hapiste geçirmiş, bombalı eylemlerin mimarlarından olmuş Gerry Kelly, karşılaştığımızda şunları söylüyordu:
"Hapse girip çıktığınızda kim olursanız olun IRA'ya katılmak için tekrar örgüte başvurmanız gerekir. Ben başvurmadım. İstediklerimizi, taleplerimizi çatışma olmadan gerçekleştirebileceğimizi hissettim, bunun koşulları doğuyordu, siyasete yönelip orada çok şey yapılabileceğine inandım... Barış sürecine katıldım. Bugün parlamentodayım..."
Yol budur...
"Kurşun doğru hedef seçsin" diyen milletvekilleriyle, "bombayla müzakere yapılır" diyen yazarlarla, şiddete yönelik soru sorulmasına tahammül edemeyen, soranları, "liberal yandaş" ilan eden "savaşın örtülü çığırtkanlarıyla, Kürt meselesi ve şiddeti "ideolojik solunum cihazı" haline getiren bakışla yol almak ise mümkün değil...
Yorum Yap