- 7.11.2014 00:00
Türkiye açısından da bakıldığında nasıl adlandırırsak adlandıralım, Doğu-Batı ya da dindar-seküler yaşam alanları ve değerleri hemen her zaman toplumun ve siyasetin merkezindeki belirleyiciler arasında yer almıştır.
Ülkenin yaşadığı tüm değişim öyküsüne rağmen bugün 'masa'da hala aynı mesele, aynı çatışma ekseni durur. Tartışmalar, kutuplaşmalar bu eksenin etrafında devam eder.
Asli çelişkiler etrafındaki kutuplaşmalar sosyolojik anlamda birer 'çatışma'dır, 'çatışma hali'dir.
Kutuplaşmanın tahribatı da bu noktada başlar.
Zira siyasetin ana eksenini çatışma oluşturunca, güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar.
'Güç', fikrin önüne geçer, iç sorunlar, iç dinamikler kutuplaşma bağırışları arasında ikinci plana düşer.
'Güç'e endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.
Bu tablo bizde başka yerlerde olduğundan daha koyu, daha zorludur.
Zira Türkiye toplum, siyaset ve özgürlükler alanının hâlâ sınırlı olduğu, ataerkil zihniyetin at koşturduğu, üstelik 'Batı-Doğu kimliklerinin fay kırığı' hattı üzerinde yer alan bir ülkedir.
Tablo koyulaşınca iç sorunların onları üreten ana kaynakları, sosyolojik, kültürel muslukları unutulur. Herkesin figüran olacağı bir güç oyunu yaratılır.
Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir. Beteri alabildiğince bu sorunlar her dönemde, her vesilede 'sil baştan' ele alınıp tanımlanmaya çalışılır.
Böyle olur, güç oyunu 'fayda kartları' yeniden karılır. Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, çıkardıkları demokrasi sesleri birbirine karışır.
Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen 'güce' endeksli 'kimlik' çıkarını ortak dil kılarlar. Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları 'kuvvet mikrobu'ndan, kapan bu ülke için, karşı karşıya bulunduğumuz kutuplaşma koşulları yine yapacağını yapıyor.
Tepkisel bir siyaset algısı yine önde...
İki tür tepkisellik, iki tür faydacılık, iki tür çatışma ekseni üst üste oturunca, ortaya çıkacak genel tabloyu tahmin etmek zor olmasa gerekir...
Nitekim bu durum, her zaman olduğu gibi devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerine ciddi bir fatura çıkarıyor.
Aynı manzaranın 'ataerkil' zihniyeti beslemesi de keza öyle.
Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretir.
Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda 'özgürlükler zemininin biraz daha kayması' kaçınılmaz olur.
Demokratik reflekse sahip toplumlar bu tür tahribatları siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirir.
Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından uzak duruyor.
Yorum Yap