Adaylarla nasıl bir Türkiye'ye doğru?

  • 18.06.2014 00:00

 Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığının açıklanması kimi meselelerin gündeme gelmesine vesile olacaktır.

Bunların önde geleni 'nasıl bir cumhurbaşkanı', 'nasıl bir cumhurbaşkanlığı modeli' tartışmasıdır. Cumhurbaşkanın doğrudan seçilecek olması bu açıdan önemli, hatta belirleyici bir rol oynayacak.

Bu tür 'doğrudan seçimler', doğası itibariyle, ortak, tarafsız, denge ürünü aday belirleme sürecini değil, farklı seçeneklere işaret eden, rekabetçi, siyasi bir yarışı ifade ederler.

Ve halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanının, yetki ve sorumluluklarının ona göre olması beklenir. Halkın seçeceği cumhurbaşkanı halka karşı sorumlu olmalı ve bu sorumluluğu kuşatacak yetki türlerine sahip olmalıdır.

Türkiye'nin mevcut durumu her iki anlamda tam 'ara bir nokta'ya işaret ediyor.

Nitekim siyasi partilerin tavırları ve aday tercih ve politikaları bu noktadan geriye dönmek ya da bu noktayı ileri taşımak üzerine kurulu.

AK Parti açık bir şekilde niyet açıkladı. Projesi ilk genel seçimlerde en az 330 milletvekilinin peşinde koşarak başkanlık sistemine geçmek. MHP gibi CHP'nin de parlamanter sistem yanlısı olduğu malum. Daha dün Osman Korutürk, CHP adına açıklamalarıyla, halk tarafından seçimin kaldırılmasının ideal yol olduğunu ifade ediyordu.

Buradan önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin bir sonuç şimdiden çıkarılabilir.

Nitekim 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sadece siyasi partilerin ya da eğilimlerin değil, anasayasal rejim önerilerinin de yarışacağı bir seçim olacaktır.

CHP ve MHP'nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nun siyasi güç ya da siyasi irade ifadesi sonucu ortaya çıkan aktif bir aday değil, bir teklifi kabulle sahne alan edilgin bir aday olması ve bu çerçevedeki tarafsızlık imajı, parlamanter sistemin sembolik cumhurbaşkanlığı modelini temsil edecektir.

AK Parti adayı ise (henüz açıklanmamasına rağmen) Tayyip Erdoğan'dır. Erdoğan'ın öyküsü ise tümüyle siyasi ve iradidir. Daha önemlisi Erdoğan'ın adaylığı başkanlık sistemine doğru hareket etmeyi, en azından cumhurbaşkanlığının yetkilerinin genişletilmesini vaadeden niteliktedir.

Velhasıl gündemine alsın almasın seçmen 10 ve 24 Ağustos'da bu ikili arasında seçim yaparken aslında 'anayasal gelecek' hakkında da fikir beyan edecektir.

Bir süredir, Türkiye'nin parlamanter rejim ikliminden çıktığını ve rotasını başkanlık tipi bir anayasal rejime doğru çevirdiğini söylüyoruz.

Bu, mevcut güç dengeleri içinde fiili bir durum…

Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilecek olması, hakim parti olma yolunda ilerleyen AK Parti'nin başkanlık rejimini hedef yapması, cumhurbaşkanlığı yarışına aktif ve güçlü bir liderle ve bu perspektifle katılacak olması da bu iklim değişikliğinin ilk göze çarpan belirtileri…

Ancak göze çarpanların ötesine geçmek, bu iklimle ilgili daha derine bakmak gerekir.

2007 yılında yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi bir modelin iflasına işaret etmiş ve bu iflas cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi değişikliğini beraberinde getirmişti.

İflas eden parlamanter sistem ya da simgesel cumhurbaşkanlığı modeli değildi. İflas eden bu modele 1982 Anayasası'nın verdiği anlam ve bu çerçevedeki kullanılış biçimiydi. Anayasa'nın öngördüğü, devlet ve siyaset alanları arasında keskin bir ayrım olması, devletin kurumlar üzerinden siyaset mekanizmasını ideolojik açıdan tam denetim altında tuttuğu bir yapıydı. Bunu hayata geçiren en önemli unsur ise cumhurbaşkanının fiili ve yasal statüsüydü. Cumhurbaşkanının kimliği, devlet idelojisini temsili (istisna Özal'dır) ve devlet iktidarına dair elinde tuttuğu yetkiler bu açıdan hayatiydi. Bu nedenle askerin 'Kim cumhurbaşkanı olacak' sorusuna vereceği yanıt belirleyici olurdu. Nitekim örneğin son krizde, 2007'de 28 Nisan Muhtırası bunun için verilmiş, Anayasa Mahkemesi bunun için baskı altına alınmıştı.

2007 Temmuz seçimleri ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair Anayasa değişikliği bu 'vesayetçi baskı'ya verilen çifte yanıttı.

Gemi parlamanter rejim limanından ayrılma startını bu yanıtla verdi.

Bu açıdan bakılırsa, görülecektir ki, sorun AK Parti'nin siyasi tercihlerinin ötesinde bir derinliktedir.

Bugün cumhurbaşkanının elinde tuttuğu devlet çatısının oluşmasıyla, üniversiteler, bürokrasi ve yargıyla ilgili yetkiler (ve bundan dolayı sorumluluk taşımaz) vesayet dönemi rejiminin unsurlarıdır.

Türkiye'nin önünde de bu açıdan tashih etmesi gereken bir sorun vardır.

Gül'ün cumhurbaşkanlığı döneminde uyum, sorumsuzluk hali yanıltıcı olamamalıdır.

Mevcut model vesayetçi işleyişin dışında da son derece sorunludur. Çankaya'ya çıkacak kişiye tüm devlet dokusunu, kişiler ve kimlikler üzerinden önemli oranda şekillendirme gücü vermekte, toplulukçu sadakat anlayışını beslemektedir. İktidarda tek parti varsa, bugün olduğu gibi onun denetimsiz ve sorumluluk taşımadan belirlediği bir dokusu ortaya çıkmakta, eğer yoksa, dün olduğu gibi, cumhurbaşkanlığı üzerinden bir sistem blokajı yaşanmaktadır.

Şimdi soru, CHP ve MHP'nin bu soruna çözüm ve formül aramadan neden eski ve yaralı modele sarıldıklarıdır.

Tek işe yarar: Kaybetmelerine ve muhalefetsizliğin derinleşmesine…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums