- 19.03.2014 00:00
İlginçtir, başbakana yönelik kimi konuşma kayıtlarının tarihi 2011'e kadar uzanıyor. Diğer ifadeyle 2011 yılından bu yana belli bir dosyaya bağlı olmaksızın hedefte ve kayıt altında bir başbakan var.
Nedeni malum çatışma...
Yine malum bu çatışma iki büyük atağa sahne oldu.
İlk baskın Şubat 2012'de geldi. İkincisi 17 Aralık 2013'te başladı ve hala devam ediyor.
İkisi arasında 22 ay var.
Biliyoruz ki, MİT krizi sonrası, bu 22 ay boyunca hükümet kendisine göre önlemler aldı. Bunlar arasında görevden almalar, emniyetteki kaydırmalar, muhtemelen istihbarat tahkimi bulunuyordu.
Tüm bunlar 22 ay sonra ağır başka bir vurgunun gelmesini engelleyemedi. Bu süre içinde hükümetin, özellikle başbakanın dinlendiği, takip edildiği, açıklarının araştırıldığı ve tüm bunların sonuç almaya yönelik bir sistematik içinde yapıldığı tüm çıplaklığıyla ortada.
Hükümet açısından bu, nasıl olabildi?
İki ay kadar önce başbakana, benzer bir bu soru sorulduğunda 'seçimlerden önce bir girişim bekliyorduk ama bunu tahmin etmiyordum' tarzı bir yanıt vermişti.
Bu durum ve bu yanıt ülkedeki siyasi durumun başka bir tarafına işaret ediyor. Bu taraf daha çok başbakanla ve onun ruh haliyle ilgilidir.
MİT Müsteşarı'na yönelik sorgu celbinin başbakanda yarattığı etkiyi daha sonra Türkiye çeşitli biçimleriyle öğrendi. Bu hadisenin geçirdiği ameliyat sonrası, nekahat döneminde olmasına başbakan farklı bir anlam vermişti, daha doğrusu çok hassas ve kişisel karşılamıştı.
Krtik anların, hükümete yönelik eleştirilerin artmasıyla, ülke ve parti içi karar süreçlerinin iyice merkezileşmesiyle ve tek kişiye bağlı hale gelmesiyle, siyasi hadiseleri, rekabeti, tartışmaları son yıllarda artan oranda kişisel olarak algılayan, bu çerçevede karşılayan başbakan için bu 'ilk vurgun' muhtemelen keskin oldu.
Dikkatli izleyiciler, o tarihlerde başbakanın açıklamalarını 'ihanet', 'zafiyet', 'güvensizlik' gibi duyguların kuşattığını görmüşlerdir.
Bu duyguların başbakanı tedbir almaya itmediği söylenebilir mi?
Elbet hayır...
Siyasetçi konumu, geçmişi, aidiyeti, onu zaman zaman bu meseleyi, bir tür cemaat-MİT itişmesi gibi görmeye itmiş olabilir, hatta çatışmanın merkezini aklında Hakan Fidan'a da kaydırmış olabilir. Ancak bunlar olsa olsa siyasi akılcılığın icap ettirdiği iniş çıkışlardır.
Nitekim 22 ay sonra karşı karşıya kaldığı durum, yapılan saldırılar, karşılıkları olsun olmasın, ilk baskına oranla çok daha ağır bir tahribata, kişisel algıya yol açmış olmalıdır.
O zaman durum biraz da şudur: Alarm zilleri yeterince çalmamıştır. İkinci baskın hazırlığı uzun, yaygın bir alanda ve ani bir vuruşla değil pek çok dosya üzerinden yapıldığı halde, sistem, başbakanın yolda kurduğu sistem onu en azından kendi gözünde yeteri kadar uyarmamıştır. Başbakana 17 Aralık sonrası aldığı sert, demokratik sınırları aşan kimi önlemleri daha önce alma fırsatı vermemiştir.
Bu sistemi kimler oluşturuyor olabilir?
Başta MİT olmak üzere kimi devlet kurumları, onu takiben parti teşkilatı, daha sonra başbakanın yakın çevresi...
Bu unsurlar başbakanı yeterince uyarmadı mı yoksa başbakan bu uyarılara müsaade etmeyecek kadar şahsi ve kapalı bir düzen mi kurdu?
Bu soruyu şimdilik ortada bırakalım.
Ama şu açıktır: İkinci baskının büyük neticesi yükselen zaaf tespitine paralel olarak ve muhtemelen ailesiyle birlikte yalnızlık ya da yalnızlaşma algısıdır.
Yalnızlaşma, bu düzeyde, duygusallaşmayı ve irrasyonelleşmeyi getirir.
İrrayonellik ise otoriter reaksiyonları azdırır...
Hangi veri alınırsa alınsın, gerek yolsuzluk iddiaları, gerek sistem zaafları, gerek şahsi algıların öne çıkması...
Hepsinin arkasındaki asli mesele iktidarın kişiselleşmesidir.
Yorum Yap