- 9.03.2013 00:00
28 Şubat ve asker-basın ilişkisi şu günlerin revaçta konularından, sivil mantık soruyor ve sorguluyor.
Kimi eksenler hiç değişmez…
Dr. İrfan Neziroğlu'nun doktora tezinden bu köşede bir kaç kez bahsetmişliğim vardır. 'Gazetelerin 1950-1980 yılları arasındaki askeri müdahalelere yaklaşımı'nı konu alan bu tez, sadece bir dönemi anlatmaz, bir zihniyete de neşter atar. Bizdeki demokratik algının, sınırlı demokrasinin ve gazeteciliğin önemli bir kıvrımını deşer, böylelikle medya-güç ilişkilerinin merkezine oturuyor.
Neziroğlu'nun ayrıntılı gazete taramalarından hareketle yaptığı tespitler önemli.
İşte bazı seçmeler:
'1950-1980 arası dönemde gazeteler askeri müdahaleleri bir yandan normal karşılarken diğer yandan başta politikacılar olarak karşı çıkanları sapkınlar olarak tanımlamıştır...
Örneğin 27 Mayıs öncesi DP hükümetini destekleyen Tercüman bile darbenin ateşli savunucusu olmuştur. Hiçbir gazetede 27 Mayıs anlatılırken 'darbe' sözcüğü kullanılmamıştır. Darbeciler kurtarıcı olarak göklere çıkarılırken, siyasetçiler özgürlük düşmanı diktatörler olarak anılmıştır.
Sonradan birçoğu doğrulanmayan iddialar kaynak, yer, zaman gibi bilgiler verilmeden 'ısrarla söylendiğine göre', 'Ankara'da dolaşan söylentilere göre' tipi cümlelerle haber yapılmıştır.
12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesinde gazeteler arasında bir farklılaşma yaşanmış, ancak bu, müdahalelerin demokrasilerdeki yerinin sorgulanmasından çok kime karşı yapıldığı noktasında olmuştur.
Örneğin Tercüman gazetesi 12 Mart Muhtırası'nın AP'ye değil, CHP'ye ve komünizm tehlikesine karşı verildiğini savunurken, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleri, aynı muhtıranın tüm partilere, ama özellikle AP'ye verildiğini savunmuştur.
Hemen her zaman eleştirilerin odağında müdahaleciler değil, müdahaleye sebep olanlar bulunmuştur...'
28 Şubat günlerinde durum bundan farklı mıydı?
Güçle ilişkiyi temel meşruiyet nedeni sayan, faydayı ilkenin önüne alan, devlet adına kamuoyu oluşturmayı asli görev edinen yayın politikaları bu siyasal kültürde bir sürekliliğe işaret eder.
Peki, olması gereken?
Neziroğlu, çalışmasında Gurevitch ve Blumler'e referansla 'demokratik sistemlerde medyadan beklentiler'i şöyle sıralıyor:
- Toplumsal ve siyasi çevreyi gözetme, yurttaşların refahını olumlu ya da olumsuz etkileyecek gelişmeleri haber verme...
- Anlamlı gündem koyma, günün önemli sorunlarını, bu sorunları gündeme getiren ve çözebilecek güçleri de içerecek biçimde saptama...
- Siyasetçilerin, diğer baskı ve çıkar gruplarının görüşleri için anlaşılır ve aydınlatıcı bir platform olma...
- Hem çeşitli görüş açıları arasında, hem siyasi iktidar ve iktidara aday partilerle kitleler arasında diyalog sağlama...
- Resmi görevlilerin ellerindeki gücü kullanımına ilişkin denetim mekanizması oluşturma...
- Yurttaşları siyasi süreçleri izlemek ve hakkında konuşmaktan çok öğrenmeleri, tercih yapmaları ve katılmaları için teşvik etme...
- Okuyucuları, kendi siyasi çevrelerini anlamlandırabilen ve duyarlı davranan kişiler olarak görme ve onlara saygı gösterme...
- Basın özgürlüğünü savunma...
İşte böyle…
Yorum Yap