Gözyaşı vadisinden çıkmak

  • 2.02.2017 00:00

 Şükrü Hanioğlu “İki Türkiye” nasıl ayrıştı ve kutuplaştı?, başlıklı yazısında Fransa'da 1789 sonrasında şekillenen ve II.Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam eden kutuplaşma için kullanılan “iki Fransa” adlandırmasına atıfla Türkiye'de her türlü birlik söyleminin aksine varlığı inkâr edilemez bir olgu olan kutuplaşmanın tarihinin ve nedeninin izini sürüyor. Hanioğlu yazısında, Türkiye'ye ilişkin tespitine geçmeden önce Fransa tarihinde kalan kutulaşmayı hatırlatmak için şu bilgiyi veriyor:

“Karşılaştırma yapmamıza imkân veren örneğimizde, Amiens piskoposunun 1895'te "İki Fransa var, bizimkisi 'iyi' diğerlerininki ise 'kötü' olandır" ifadesiyle dile getirdiği kutuplaşma yaygın biçimde vurgulanıyordu. "İşte düşman!" nidasıyla ruhban sınıfını işaret eden Léon Gambetta kısa süreli başbakanlığı sırasında bu ayrımdaki "iyi" ve "kötü" sıfatlarını farklı kesimler için kullanmış, buna karşılık, o da "İki Fransa"nın varlığını kabullenmişti. Charles Maurras da ülkenin "Laik Resmî Fransa" ve "Katolik Gerçek Fransa" biçiminde ikiye bölündüğünü iddia ediyordu.”

Hanioğlu'na göre bu örneğe Türkiye'yi yaklaştıran Erken Cumhuriyet dönemi lider kadrosunun Fransa Üçüncü Cumhuriyetini rol model alması.  Buna göre bu kadro şedit laiklik yorumunu devletin resmi ideolojisinin zırhı kılarak tıpkı Fransa örneğinde olduğu gibi din ile ilişkisini onunla çatışma ve sıkı bir biçimde kontrol altında tutma olarak belirledi. Hanioğlu bu durumun ezeli olmadığını ne var ki bugün dahi süren ucu açık bir hal olduğunu vurgulayarak “Bir Türkiye” olamadığımızı belirtiyor.

Bu yönelimin sonucu olarak ülkenin sosyolojik olarak ana damarı hüviyetinde olan dindar ve muhafazakâr kitleler inanç, kültür ve yaşam biçimleri itibariyle merkezden püskürtülmüş devletin tüm ideolojik aygıtları seferber edilerek makbul görülen ideolojiye göre dönüştürülmek istenmiştir. Bu süreci mekanik bir mühendislik olarak gören kadrolar eliyle arzu edilen “değişim”  için zor kullanmakta beis görülmemiş ve “makbul vatandaş” tanımlamasına terfi edemeyenler için devlet-toplum arasındaki ilişi sürekli bir olağanüstü hal havasında cereyan etmiştir. Resmi ideolojiyi içselleştirenler merkeze taşınırken devlet bir cemaat gibi davranarak ideolojisine itikadı tam olanları ayrıcalıklı kılmıştır. Vesayet sistematiği ile ayrıcalıkları garanti altına alınanlar ile çevreye püskürtülen kitleler arasındaki yarılma Türkiye'deki çok parçalı kutuplaşmayı sürekli kılmıştır.

Demokrat Parti'ye teveccüh halkın geniş bir kesimince istinasız biçimde Resmî Türkiye'nin yegâne temsilcisi olarak görülen CHP'ye karşı konumlanış ile anlamını buldu. Ak Parti'nin 2002'de iktidara gelişi ve halktan 16 yıldır kesintisiz aldığı destek bu hikâyeden bağımsız değildi. 

Bu işin bir tarafı. Ne var ki ben nedeninin ve tarihinin izini sürebildiğimiz kutuplaşmanın taraflar üzerindeki dönüştürücü etkisinin üzerine düşünülüp konuşulmasının bugün için çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle birkaç hususu belirtmemizde zaruret var.

Başlangıcı bilinse de zamana yayılan ucu açık bir kutuplaşma kendisi bir amaç haline gelerek taraflar için bir amok koşusuna dönüşüyor. Bu koşu bilindiği gibi kişiyi dışarıya karşı tahripkâr kılarken sonunda kendi kendisinin ölümüne neden olacak noktaya kadar sürüyor.

İkincisi sürekli bir kutuplaşma hali, kendi üzerine düşünmenin önüne set çekerken içeriyi sıhhatli kılacak eleştirelliği boğuyor. Kendi üzerine düşünmeye kısa devre yaptıran bu tür bir vaziyet, elzem olanı lüzumsuz görmeye varacak kadar yanılsamalar yaratabiliyor.

Türkiye'de karşıtınızı muhatap almanın bir bedeli var maalesef. Muhatap alma girişiminiz her seferinde kendiniz için bir irtifa kaybına neden oluyor. Eğer muhatabınızın söylediklerini ve yaptıklarını veri alıp kendi yaptıklarınızı savunacak duruma düştüyseniz vay halinize! Kendi ilke ve değerleriniz ile rabıtanız çoktan kopmuş demektir. Oysaki karşıtınızın ne yaptığı değil sizin ne yaptığınız önemli. Kutuplaşmanın sürekliliği tam da bu tavırla garanti altına alınıyor. Bu kısır döngüyü kıracak olan yapılageleni tevarüs etmek değil, sizi öldürmeye gelenin bile sizde dirileceği bir anlayışı, hali tesis edebilmek. Bunu yapmanın söylemekten daha zor olduğunun farkındayım. Ne var ki bu bilhassa bu ülkede Müslümanlığını ciddiye alanların bir mesuliyetidir.   

Habermas bir yerde, gözyaşı vadisinden ne zaman çıkılacak?, diye soruyordu. Yaşanılan acı hatıralar olmamız gereken noktanın uzağına savruluşumuzun bir mazeretine dönüşmüşse kendi elimiz ile kendimize operasyon çektiğimiz bir yere varmışız demektir. Onların bizlere ne yaptığından çok daha önemli olanı bizim ne yaptığımızdır. Ömer Muhtar'ın düşmanlarını kastederek söylediği, “Onlar bizim öğretmenlerimiz değil!” sözündeki hikmete talip olunmalı. “Tek Türkiye” olmanın da gözyaşı vadisinden çıkmanın da yegâne yolu budur. Diğer yol dipsiz karanlık bir kuyuya ebedi mahkumiyete çıkıyor.  Kutuplaşmanın şehvetine kapılarak hak, hukuk, adalet ve ahlak davamızdan firar edemeyiz, erteleyemeyiz, öteleyemeyiz.  İnsan olarak kalabilmenin imkânını korumak mecburiyetindeyiz.  Aksi durumda bunu ne tarih ne de Allah affeder!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums