- 30.09.2015 00:00
Mitolojideki Sisyphos söylencesi çoğumuzun malumudur. Söylenceye göre Sisyphos tanrılar
tarafından büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm edilmiştir.
Sisyphos tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya her zaman elinden kaçmakta ve Sisyphos
her şeye yeniden başlamak zorunda kalmaktadır. Bu açıdan söylence Sisyphos örnekliğinde
boş, yararsız ve umutsuz bir çabayı ete kemiğe büründürmektedir.
Uzun bir tatilin ardından bu hafta itibariyle yeniden eğitim-öğretim sezonunu açarken aklıma
Sisyphos ile yaşadığımız ortak kader geliyor. Sonu olmayan bir kısır döngü içerisinde
debelenen eğitim-öğretim sistemimiz tartışma usulü, konuları, sorun çözme yaklaşımı ve
becerisi ile mitolojik söylencenin modern zamanlar versiyonu niteliğinde. Umutsuz, boş ve
yararsız bir çabanın göstergesi niteliğinde eğitim-öğretim.
Mevcut sistem merkezi planlaması, organizasyonu, yürütülmesi ve denetim mekanizmasıyla
eldeki olanın işlevselliğine, amaçları gerçekleştirme kapasitesine odaklanma yerine fi
tarihinde oluşturulmuş olan düzeneğin her halükarda muhafazasına odaklı seyrediyor.
Mesele eğitim-öğretim üzerinden arzulanan, beklenen, istenen şeyin hayat bulup bulmaması
değil, alışkanlık haline gelmiş bir ritüelin, ruhunu teslim etmiş bir bedenin ayakta kalması
şeklinde ele alınıyor.
Bakınız, bugün eğitim bileşenlerinin (öğretmen, öğrenci, veli ve MEB) hiçbirinin memnun
olmadığı, anlamlı bulmadığı, sonuçlarından şikâyetçi olduğu bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu
yapının, en başından itibaren derde deva olamayacağı görülmüş ancak bir akıl tutulması
üzerinden çözüm yapısal eleştirilerde, arayışlarda aranmamıştır. İdeolojik-politik bir sevda
uğruna palyatif tedbirlerde, yüzeysel arayışlarda insan, emek, zaman ve para çarçur
edilmektedir. Modern devletin en büyük fetişlerinden olan eğitim-öğretim zamanla
konumunu pekiştirmiş en muhalif zihinlerde bile sorgulanmaz konuma erişmiştir. Zira
alternatif arayışlar düzenek eleştirisine odaklı olmak yerine içeriğe yapılan rötuşlarda
seyrediyor. Alternatif arayışların basit içerik düzenlemeleriyle elde edileceği naif beklentisi
bile hem arayışın ne kadar temelsiz hem de eğitim gündeminin ne kadar kısır olduğunu
göstermesi açısından yeterlidir.
Eğitim-öğretim işi ciddi bir iştir. Nitelikli tartışmaları, sahici arayışları icbar eder. Mevcudun
okunmasını, eleştirilmesini, teferruatlı analizini, geçmiş ve gelecek tasavvurunu talep eder.
Değişen şartları, yeni teknolojileri, yeni mimariyi, kent yaşamını, dönüşen aileyi, aile içi
ilişkileri, anne-baba rollerini, çalışma hayatının belirleyici karakterini dikkate alan kapsamlı,
bütünlükçü yaklaşımları zorunlu kılar. Standart, tekdüze, her yer, her zaman, herkes için
geçerli bir düzen arayışı beyhude bir beklentidir. Postmodern dünyanın kaotik atmosferi
içerisinde soluklanıp sanayi döneminin ve yontulmamış modern devletin gereksinimlerinde
hayat bulmuş bir düzenekte ısrar, anı ve geleceği berhava etmektir.
O yüzden bugün tartışılan Zorunlu Din dersleri, Anadilde eğitim vs. gibi başlıklar da esas
itibariyle eğitimin yapısal sorunlarına işaret eden, onları çözüme kavuşturacak başlıklar
olmaktan uzaktır. Söz konusu başlıklar sistemdeki kaba hak ihlali olarak ele alınabilirler
ancak. Dolayısıyla bu sorunlar giderildiğinde bile, nitekim daha önce giderilen Andımız, Milli
Güvenlik dersleri, kılık kıyafette olduğu gibi eğitim-öğretimin niteliğinde bir düzelmeye neden
olamazlar. Eğitim-öğretim sisteminin tüm performans göstergeleri nitelik sıkıntısının ayniyle
vaki olduğunu göstermeye devam ediyor. Cumhuriyet’in başında sorun olarak kodlanan
nitelik mevzusu bugünde temel bir sorun olarak varlığını devam ettiriyor. Dolayısıyla sivil
toplumun acil ve öncelikli keşfedilmeyi bekleyen gündem maddesi eğitim-öğretimdir.
Alternatif arayışların gerçek niteliğine kavuştuğu, zorunluluk dayatmasının kalktığı, sivil
toplumun sorunu devlete havale eden sorumsuzluğundan vazgeçtiği bir vasat tesis edilmeyi
bekliyor. Küresel dünyada sürekliliğini yitiren kültürü rafine bir halde istikrara kavuşturma,
zeminini kaybeden değerlerin hayat bulacağı ilişki biçiminin ve sosyal ortamların tesis
edilmesi el atılmayı bekliyor.
Bunlar olmayınca bileşenlerinin kararlı memnuniyetsizliğini, performans göstergelerinin
değişmeyen seviyesizliğini sisteme fatura etmeden her yıl Sisyphos gibi mahkûm edildiğimiz
sevimsiz bir pratiğe yeniden başlıyoruz. Sorgusuz, sualsiz, hayatın olağan bir pratiği olarak
içselleştirilince eğitim-öğretime başlamak bizatihi önemli bir hadise olup çıkmaktadır. Mesele
artık sisteme girmek, sistemin içerisinde yer almaktır, sistemin ne olduğu, ne olması gerektiği
değil. Biz de anlaşılan farkında olmadan Camus gibi Sisyphos’un boş, yararsız ve umutsuz
çabasında " tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter"
şeklinde bir avuntuya hatta “boş, umutsuz ve yararsız” bir gerekçeye teslim olmayı seçtik.
Yoksa maliyeti yüksek getirisi çok az bir işi biteviye devam ettiriyor olmazdık.
Yorum Yap