İŞİD AYNASINDAN YANSIYAN “İSLAM” GÖRÜNTÜLERİ

  • 19.08.2014 00:00

 Ortadoğu halkları, küreselleşen dünyanın yaydığı demokratikleşme ve zenginleşme rüzgarlarının kendi topraklarında etkisisini götermeye başlamasıyla ayağı kalkmıştı. Beklenti Bölgede hüküm süren totaliter rejimlerin tarih sahnesinden silinerek, bunların yerine halkların demokratik iradesinin yansıması olacak şekilde, insan haklarına dayalı, demokratik iktidarların iş başın gelmesiydi.

Başını ABD nin çektiği batılı devletler (“Sosyalist” blokun sahnede olduğu iki kutuplu dünyada) istikrarın sağlanması ve rakiplerinin  güçlenmemesi için, uzun yıllar bölgede totaliter rejimlere ve bunların içeride uyguladığı insan hakları ihlallerine göz yumup sesiz kaldılar. Uzun yıllar çözülemeyen Filistin sorunu karşısında,  İsrailin güvenliğini herşeyin önüne koydular. Bu politik tutumları nedeniyle bölge halklarının gözünde  “Hıritiyan” batı,  “müslüman” milletlere zulüm eden ve zalimlere destek veren “kafirler” olarak tanımlandı. Yerelde iktidarları sorgulanmadığı için bölgenin egemen güçleri bu tür muhalefetin halk arasında yaygınlaşmasına kayıtsız kaldılar. Bu nedele bölge halklarının gözünde batı “şeytan” laştırıldı. Batılı devletlerle yakın işbirliği içinde yaşayan iktidarlar bile eğemenlikleri altında bulundurlukları topraklar üzerinde bu anlayışın yaygınlaşmasına destek vererek muhalefetin kendilerine yönelmesinin önünü kesmiş oldular.

11 Eylül’de ABD nin merkezinde televziyondan naklen yayınlanan El Kaide sldırıları siyasallaşan İslam muhalefetinin içinde yeşeren duyguları gözler önüne serdi. 1970 li yıllarda SSCB nin Afganistan işgaline karşı ülkede bulunan muhalif güçleri “İslam” bayrağı altında örgütleyip Rus güçlerine karşı silahlı mücadeleye kanalize etmesi, siyasal islamın şekillenmesine ve sillahlanmasına hiç kuşkusuz büyük katkı sundu. İşte bu çerçevede şekillenen ve Afganistan’da Rus işgalinin bitmesinden sonra adım adım iktidarlaşan “Taliban” Afganistan’ı, her tür islami akımın örgütlendiği bir alan haline getirdi. Bu sahada örgütlenen El Kaide hareketinin dünyaya sesini duyurmak için düzenlediği 11 Eylül operasyonu ABD’yi deyim yerindeyse ölüm uykusundan uyandırdı.

ABD İslam coğrafyasında yaşanan tüm hak ihlallerine göz yummasının bedelini çok ağır biçimde ödemişti. El Kaide’nia ABD’nin ardından İngiltere ve İspanya’da eyleme geçmesi ve diğer batı devletlerinde de bu tür eylemler düzenleme girişiminde bulunması, batı devletlerinin, merkezinde orta doğunun bulunduğu, İslam Coğrafyasında uyguladıkları politikaları gözden geçirmelerine neden oldu. Bu çerçevede ABD artık kendisi için yük haline gelen ortadoğunun totaliter rejimlerine olan desteğini çekmeye başladı. İslam halklarının kendisine yönelik olumsuz bakış açısını değiştirmek için, başta İsrail, Filistin çatışması olmak üzere bölgesel tüm konularda yeni politikalar oluşturmaya bu şekilde bölge halkları arasında imajını düzeltme çabası içine girdi. Bu nedenle Filistin topraklarında seçimler yapılarak yasal iktidarın belirlenmesine destek verdi. Hamas’ın seçimleri kazanmasının muhtemel olduğu görünmesine karşın, seçime ve seçim sonuçlarına müdahale etmeyerek, terör örgütü olarak  kabul ettikleri Hamas’ın iktidarlaşmasının önünü açtılar. Kuşkusuz Türkiye’de AKP nin iktidarlaşmasına muhalefet etmemelerine ve hazırlıkları yapılan darbe girişimlerine destek verilmemesine de, bu pencereden bakmakta fayda olacağını sanıyorum.

Bu koşullar da Irak’ta Saddam Hüseyin iktidarının şii ve Kürt nufusa karşı yeni operasyonlar düzenlemesi ve kimyasal imha silahlarına sahip olmasının yarattığı tehdit kapasitesi kendisini hedef haline getirmesine neden oldu. Birleşmiş milletler tarafından sürdürülen görüşmelere karşın Saddam Hüseyinin kimyasal silahlarını teslim etmemesi bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine başını ABD nin başını çektiği batılı devletler Irak’a müdahale kararı aldı. (Yeri gelmişken bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi bu gün bile birçok siyasi akım batılı devletlerin Irak’ın kimyasal silah stoklarının ele geçirilmemeiş olmasından hareketle Irak’ın kimyasal silahının bulunmadığını belirtip, ABD’nin Irak’a müdahalesine bu gün dahi muhalefet çizgisini sürdürmektedirler. Bence Saddam Irak’ının kimyasal silahlara sahip olduğunu gösteren en önemli kanıt, bu bombaların Halepçe de Kürt halkına karşı kullanılıp binlerce insanın katlinin bu silahlarla gerçekleşmiş olmasıdır. Saddam’ın kimyasal silahlara sahip olmadığını ifade etmek bu katliamlara ortak olmaktan başka bir anlam ifade etmez.) Nihayetinde gerçekleşen ABD müdahale ile bölgenin eli kanlı tiranlarından biri tahtını kaybederek, hak ettiği cezayı çekti. Bu durum bölgede yeni bir iklimin doğmasının başlangıcı oldu.

ABD eline geçen fırsatı değerlendirip Ortadoğu’ya yeni düzen getirmeye kalkıştı. Saddam rejiminin yıkılmasını takiben, Suriye ve İran rejimlerini değiştirmeyide hedef haline getirdi. Bunu takiben olacak şey  tabi ki bölgenin tüm totaliter rejimlerinin tasfiye edilmesiydi. Bunu farkeden bölgenin yerel iktidarları bu iktidar savaşını Irak topraklarına taşımaya karar verdiler. ABD askeri güçleri bu savaşta istenen sonuçlara ulaşamadı. Başını Suriye, iran ve Suudi Arabistan ve körfez emirliklerinin çektiği bu savaş, ABD’nin Irak toprakları dışındaki hedeflere yönelmesinin önünü kesti. Bu savaş nedeniyle Irakı kan gölüne çevirdi. Tam bir mezhep katliamına dönüşen çatışmalar sonucu büyük sivil kayıpları yaşandı. Bu çatışmaların parçası olmayı red eden Güney Kürdistan halkı ve onun siyasi önderleri kendi güvenliklerini sağlayıp bölgede bir istikrar unsuru ve barış adası haline geldi. Bütün terörist eylem ve girişimlerine karşın bu tutumunu ısrarla sürdürüp komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı.

Hedef gözetilmeksizin insanlar çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek demeden bombalı saldırıların hedefi oldu. Pazar yerleri ve ibadet alanları hedef tahtası olarak seçildi. ABD bu saldırıları durdurmakta başarısız oldu. Bölgeye yeni bir dizayn vererek itibar kazanmayı hedefleyen ABD, tam tersine katliamların sorumlusu olarak lanse edildi. Daha fazla kaybetmek istemeyen ABD, Irak’tan kademeli olarak askeri güçlerini çekmek zorunda kaldı. Böylece bölgenin totaliter rejimleri bu savaştan kendilerince güç tazeleyerek çıkmış oldular.

Ancak teknoloji ve bilimde, iletişimde yaşanan büyük sıçramalar dünyayı bir köy haline dönüştürdü. Uydu yayınları üzerinden dünya ile tanışan ortadoğu halkları sınırların aşınmasıyla dünyanın geri kalanının bir parçası olmaya başladı. Bölge halkları dünyanın diğer halklarının sahip olduğu olanaklara ve demokrasiye sahip olma isteği ile doldu. Bu çerçevede Türkiye’de, İran’da, Kuzey Afrika ülkelerinde ve ardından Mısır ve Suriye’de halkın iktidarlar üzerinde demokratik baskısını kullanarak kitlesel eylemlerle iktidarları etkilemeye ve değiştirmeye başladı. Bu durum bütün bölge için büyük bir umut kaynağı oldu. Türkiye’de kendini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan İslam referanslı AKP iktidarının çizdiği olumlu profil, batılı devletlerin kendisine siyasi ve ekonomik ciddi krediler açmasına vesile oldu. Türkiyenin komşularıyla kangrenleşmiş sorunlarda attığı cesaretli adımlar, bölgede barış ve istikrar isteyen güçlerin dikkatini çekmeye başladı. Yine türkiyenin AB ye katılımı konusunda gösterdiği çaba ve adımlar büyük takdir topladı. Ortadoğunun müslüman halkları Türkiyenin demokratikleşmesini, hukuk devleti haline dönüşmesini, sanayileşip, zenginleşmesini büyük bir sevinçle izlemeye başladı. Bu çabalar sonucu İran, Suriye, Irak ve bunlarıda aşar biçimde bütün ortadoğu halkları kendilerini AB’nin komşusu olarak hissetiler. Kuşkusuz bu durum bölge halkları arasında Türkiye’ye ve Siyasal İslamdan beslenen AKP iktidarına büyük bir prestij kazandırdı. Bu koşullarda Türkiyeye para ve yatırım akışı başladı. Bu da halkın yaşam koşullarının olumlu biçimde değişmesine katkı sundu. Bu tablodan etkilenen bölge halkları, siddet içermeyen kitlesel eylemlerle, Kuzey Afrika ülkelerinden başlayarak Suriye’ye kadar ayağa kalkarak ortadoğuda baharın gelişinin müjdecisi olarak selamlandı. Bir çok  yerde iktidarların değişimini sağladı. Büyük ölçüde İslam referanslı siyasi hareketlerin iktidarlaşmasının önünü açtı.

Suriye halkının Esad rejimine karşı başlattığı kitlesel gösteriler ve Baas rejiminin bu eylemlere karşı kullandığı silahlı bastırma yöntemi bölgede mevcut sünni – şii eksenli kutuplaşmanın görünür hale gelmesine neden oldu. Son on yıldır Irak’ta devam eden bu çatışma Suriye’yi de içine alarak yeni bir şekil aldı. Bu kavga aynı zamanda İran – Suudi Arabistan eksenli çatışmanın iz düşümü niteliğindeydi. Kangrenleşen savaş adım adım her tür pervasızlığın yaşandığı bir alan haline dönüştü. Irak’ta Maliki iktidarının güç kazanmasından sonra uzun yıllar iktidarı elinde tutan sünni güçleri merkezden uzaklaştırıp iktidarı şiilerin tekeline almaya çabalaması bölgesel güç dengelerini bozdu. Bu durumda İran mevzi kazanırken, Suudi arabistan güç kaybetti. (Kürdistan federe devleti münkün oldukça bu çatışmanın dışında kalmaya çalıştı.)

Suriye’de uzun yıllardır en etkili muhalefet olan, sünni islam arasında örgütlü bulunan Müslüman Kardeşler hareketi, Suriye’de başlayan kitlesel gösterileri güç toplama alanı olarak gördü. Yoğun biçimde muhalefeti bünyesinde toplamaya çalıştı. Suudi Arabistan Irak’ın kaybedilmesinin acısını Suryenin ele geçirilmesiyle dengelemeye çalıştı. Bu nedenle Suriye, İran – Suudi Arabistan kapışmasında hayati bir önem arz etmeye başladı. İran,  Irak ve Suriye üzerinden bir Akdeniz gücü haline dönüşmeyi hedefledi.  Suudi Arabistan, Suriye’de halkın çoğunluğunun sünni olmasına karşın, aleviliğie yakın bir inanç olan Nusayrilerin uzun yıllardır iktidarı ellerinde tutmasının yarattığı çelişkiyi kullanıp, İran’a yakın duran Baas-Esad iktidarını devirerek, İran’ın Akdenize çıkışının önünü kesmek için savaşta sünnilere büyük destek verdi,

Türkiye’de İktidarlaştıktan sonra muktedirleşen AKP,Erdoğan iktidarı kendisini bölgesel bir güç olarak kanıtlayabilmek için varını, yoğunu Suriye savaşına yatırdı. Suriye’yi arka bahçesi olarak gören Erdoğan, Suriye üzerinden İslam coğrafyasının derinliklerine doğru inme çabası içine girdi. Bir süre öncesine kadar “komşularlr sıfır problem” ilkesine göre dış politika belirleyip bütün devletlerle diyaloğu esas alan Erdoğan iktidarı giderek yanlızlaştı. Üç önemli komşuyla derin bir çatışma yaşamaya başladı. İran, Suriye ve Irak’la yaşanan bu çatışma yetmezmiş gibi, bölgesel güç olan İsrail ve Mısırla kanlı bıçaklı oldu. İçeride seçimler kazanarak moral bulan Erdoğan iktidarı, dış politikalarındaki yenilgiler nedeniyle giderek moral ve güç kaybetmeye başladı. Köyün delisi gibi ulu orta, aklına her geleni haykırmaya başladı. Bu gün bir çok konuda dış politikasında yanlızlaşmış duruma düştü. Ortadoğuda en yakın partneri batılı devletler tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Hamas’tır. Suriye de Esad iktidarını devirmek için her şeyi mübah gören bir anlayışa sürüklenmesi sonuçta kendisini İŞİD’in en büyük destekçisi ve partneri konumuna düşürmüştür. Oysa bu savaşın kazananı olma ihtimali; hele ki bu saatten sonra sıfırdır. Kaybettiğini kabul edip yeni politikalar geliştirmek yerine hırçınlaşıp ona buna saldırması kendi sonunu da hazırlayan etkenlerden biri olacağı not edilmelidir. Bu körlükle İŞİD’in işlediği vahşeti görmemesi doğal olsa gerek.

İşte bu koşullarda ortaya çıkan İŞİD vahşeti anlaşılır bir durum olsa gerek. Kendi topraklarında savaşmayan İran –Suudi arabistan hiç bir yıkım yaşamadan savaşı yıllardır başta Irak, şimdi de Suriye topraklarında yaşamaya devam etmektedirler. Dünyanın bütün sünni müslüman macerecılarını savaşa dahil etmeye çalışan Sünni güçler bu maceracıların eline her tür silahı ve olanağı vermiş durumdadırlar. İŞİD’in Suriye’den Iraka yönelmesi savaşı bir başka boyuta taşımış oldu. İŞİD’in kısa zamanda Irak’ın Arap coğrafyasının yüzde kıkını ele geçirmesi ve ardından Maliki’nin iktidardan ayrılmayı kabul etmesi Suudiler açısından büyük bir kazanım, İran açısından bir kayıptır. Ancak İŞİD’in  bu güne kadar çoğunluğu sünnilerden oluşmasına karşın, mezhep eksenli bu çatışmayı doğru bulmayıp, bu savaşa müdahil olmayan Kürdistanın sınır bölgelerini zapta kalkışması ve katliamlara yönelmesi bölgede yeni bir duruma işaret etse gerek. (Ancak bu konuyu başka bir yazıda  ele almayı deneyeceğim.)

İşte bölgemizde yaşanan yerel iktidar ve hegamonya mücadelesi kendisini İslamın Şii ve sünni mezhepleri üzerinden örgütleyip, kitleleri bu savaşta pervasız biçimde katletmektedir. Üzülerek tesbit etmek gerekirki yaklaşık 1400 yıllık İslam dini ve inancı malesef bu bölgeye hiçbir insani değer ve ahlak katmamış görünmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinde farklı gerekçelerle savaşların yaşandığı bilinen bir gerçektir. Ancak savaşlarında kurallarının olduğu da bilinen bir başka gerçektir.  Zaman zaman bu kurallar ihlal edilmiş olsa bile, bu ihlallere karşı insanlığın ortak vicdanı kınayıcı ve Mahkum edici olmuştur. Oysa bu gün her gün sosyal medyaya yansıyan yeni görüntülerle kendisine islam “mücahid”i gözüyle bakılan bu yaratıkların çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek, müslüman olan olmayan ayrımı gözetmeksizin insanları nasıl vahşice katlettiği, mallarını nasıl yağmaladığı herkesin gözü önünde olmaktadır. Vahşi hayvan olarak tanımladığımız canlıların bile birbirlerine reva görmediği işkence ve katliamları bu caniler islamiyet adına işlemektedirler. 

Bu canilerin yaptığını, savaş pikolojisinin insan zihninde yarattığı tahribatın neticesi olarak maruz görmek olanaklı değil ama, diğelim ki gördük. Peki bu vahşete sesiz kalan bir milyarın üstündeki islamın tutumunu nasıl açıklayacağız. Yanı başımızda Filistinde yaşanan çatışmaları sağ, sol demeden bütün islam alemi ayağı kalkıp kınarken, bunu insanlık suçu olarak ilan edip İsrail’i terörist devlet olarak mahkum edreken, hata bu suça müslüman olmayan insanlık ailesi gösteriler, mitingler yaparak tepki koyarken neden islam alemi islam adına işlenen bu vahşete sesiz kalmaktadır. Yufka yürekli İslamın “Önderi” Erdoğan;  Filistinli, Mısır’lı, Mayamar’lı insanlar için meydanlarda göz yaşı dökerken, sınırlarımızın yanı başında insanlığa karşı işlenen bu vahşete sesiz kalmaktadır. Suudi Arabistan dini ulemasının başı nasıl oluyorda İŞİD’in Ezidi kadınlarını köleleştirip pazarda satmasına olumlu fetva veriyor. Nasıl oluyorda dinler arası barış ve diyaloğ için çaba gösteren diyanet bu zulüm karşısında sesiz kalıyor. Nasıl oluyorda İslamiyeti barış, sevgi, hoş görü dini olarak görüp gösteren islami çevreler olan bitene sesiz kalıyor. Bu tablo karşısında artık “hep kendine müslüman” deyimi bile anlamını yitirmiş bulunmaktadır. Çünkü islam alemi sadece, Ezidi’ye, Asuri’ye, Keldani’ye, tüm Hıristiyanlara yapılan zulme değil şii Arap’a, sünni Kürd’e yapılan zulme karşı da üç maymunu oynayıp sesiz kalmaktadır.

11 Eylül sırasında ABD’de Lise eğitimi alan bir yakınımın anlattığına göre; kaldığı evin çocukları, o saldırıdan sonra, evde aile büyükleri olmadan kendisiyle yanlız kalmaya korktuklarını anlatmıştı. Şimdi soruyorum size bir komşusunun kesik başını oğlunun eline tutuşturup  onun fotoğrafını çeken babadan  İslamiyet ve İnsaniyet adına ne bekleyebiliriz. Bu gidişle bütün insanlık alemi, bir müslümanla aynı ortamd bulunmaktan ne kadar rahasız olsalar şaşırmamak gerekir. Çünkü biz kendimiz ile İŞİD mensubu bir müslüman arasındaki farkı hangi kriterleri esas alarak anlatabiliriz ki. Bu vahşet karşısında hangi gerekçeyle olursa olsun, sesiz kalmak, bu canilerin yakalanıp hak ettikleri cezaya çarptırılmamsı için çaba göstermemek, kabul edilbilir bir tutum değildir. Malesef İŞİD aynasından bakılınca İslamiyet sadece dini değerlerini değil insani değerlerinide kaybediyor. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums