- 12.02.2016 00:00
BİR SİSTEM NASIL DEĞİŞİR?...
“DEĞİŞEN”İN ne olduğunu gördük, şimdi de, kendi içinde (iç dinamikler olarak) iki temel fonksiyonu temsil eden iki parçadan oluşan (ve belirli bir bilgiyi temsil eden) bir sistemin nasıl “işlediğini”, bir durumdan bir başka duruma geçerken-yani DEĞİŞİRKEN-nasıl gerçekleştiğini-varolduğunu göreceğiz:
Bir AB sisteminde, A ve B arasındaki bütün ilişkiler, bu sistem için zamanın başladığı o ilk “an”da-“ilk durum” adını verdiğimiz bir platformda- iki karşıt potansiyel madde-enerji alanının-kuvvetin birliği zemininden doğarlar. Öyle ki, “ilk durum” adını verdiğimiz bu iç dinamikler platformu daha sonra gerçekleşecek bütün diğer etkileşmelerin de ortak zeminini oluşturacaktır. Çünkü her sistem, son tahlilde, bir açık sistemdir; varlığını dış dünya ile (dış dinamikler) etkileşim halinde sürdürür. Çevreyle gerçekleştirilen etkileşmelerin sonucu olaraktır ki, hiç bir zaman, mutlak anlamda denge halinde kalamaz. Yani, içinde mutlak birliğin, “huzurun” hüküm sürdüğü kapalı bir sistem düşünülemez! Daha o “ilk” gerçekleşme “an”ından itibaren, dış dünyadan gelen etkilerdir ki karşıt kutuplar arasındaki dengeyi bozarlar.
Aynen şöyle olur: Dışardan gelen-alınan- madde-enerji-informasyon sistemin içine girince, sistemin dominant kutbu (A) bunu içerdeki bilgiyle değerlendirerek bir reaksiyon modeli hazırlar ve sonra da hazırladığı bu reaksiyon modelini gerçekleştirmesi için karşıt kutup olarak motor sisteme (B) verir. Motor sistem de görevini yerine getirir, bunu gerçekleştirir.
Etkileşme “öncesinde” (Buradaki “öncesinde” kavramı zaman olarak bir önceliği ifade etmiyor. Tam o etkileşme “an”ına-sıfır noktasına- işaret ediyor) A-B sisteminin içindeki durumu “ilk denge durumu” olarak ifade ettik. Etkileşme başladığı “an”-zamanın başlamasıyla birlikte- A, A-B sisteminin mevcut durumunu (sistem merkezini) temsil eden unsur haline gelir. O andan itibaren o artık, hem dışardan gelen etkiye karşı sistemin gerçekleştireceği reaksiyon modelini hazırlayarak bunu B’ye ileten olacaktır (ki bu, B açısından, mevcut dengeyi ihlâl-inkâr eden sistem içi bir etken olarak değerlendirilir) hem de, mevcut durumu temsil eden unsur olarak onu muhafaza etmeye çalışan.
Sonuç:
Dışardan-çevreden gelen madde-enerji-informasyon, iç dinamiği oluşturan unsurlar tarafından (A ve B) kollektif bir çabayla değerlendirilerek işlenilmiş, sonuç olarak da ortaya bir ürün çıkarılmış olduğu halde, A, mevdut durumu-dengeyi-temsil eden kutup olarak ona (yani, yeni oluşan bu ürüne de) sahip çıkar, onu da gene mevcut durumun-denge halinin- içinde muhafaza etmeye çalışır. Bu ise, B açısından kabul edilemez bir durumdur. Çünkü, A’nın, ortaya çıkan ürünü mevcut durumun içinde tutarak ona sahip çıkmasıyla birlikte KA1=KA2 denge koşuluna göre oluşan o “ilk durum” değişmiş, KA2KA1 gibi kabul edilmesi mümkün olmayan yeni bir “durum” ortaya çıkmıştır. B, tabi bu yeni duruma karşı çıkar ve KA2=KB2 şartının gerçekleşeceği yeni bir denge durumunun oluşması için mücadeleyi başlatır.
Eğer söz konusu sistem bir toplumsa da olayı şöyle ifade edebiliriz:
Yukardaki şekil herşeyi açıklıyor aslında! Değişim olayı burada (şekilde) toplumsal bir zemin üzerinde ele alınıyor...
İşte, “sınıf mücadelesinin” mekanizması, “üretici güçlerin gelişmesi” sürecinin anlamı budur, herşey bu diyalektikten kaynaklanmaktadır.
Buradan da açıkça görüleceği gibi, sınıf mücadelesi toplumsal gelişmenin kaldıracıdır. Sistemin motor gücü olan B, her durumda, A’nın inkârının neden olduğu “haksızlığa” karşı mücadele ettiği için, bu mücadele de, son tahlilde bir “hak arama” mücadelesi olduğu için “haklıdır”. Ve ne olur böylece? Adım adım, basamak basamak, aynen bir merdiveni çıkar gibi, her basamakta yeni bir denge kurularak sürecin sonuna doğru ilerlenir... Adına “evrim süreci” denilen sürecin diyalektiği budur!...
Bir sistemin bir üst seviyeye çıkma eylemi devrimci bir iştir dedik! Neden? İlk adımda, dışardan gelen etkiye karşı oluşturulan tepkiyle, sadece mevcut durum muhafaza edilmeye çalışılıyormuş gibi görünse de ( ve bu da “muhafazakâr” bir etkinlik olarak algılansa da), hemen bunun ardından sistemin varoluş fonksiyonu olarak ortaya çıkan reaksiyon, kendi içinde, bir üst düzeye ait potansiyeli de barındırdığı için ilerici-devrimci bir karaktere sahip olur. Yani, sistemin motor unsurlarının sistem adına gerçekleştirdikleri reaksiyon, aynı zamanda, yeni bir denge durumuna gebe bir anne rolünü de oynar! Bu yüzden de o, yani sistemin motor gücü, kendi içinde-ana rahminde taşıdığı çocuktan (sistemin kollektif ürününden) dolayı devrimci bir güç özelliğine sahip olur!
Ancak, ne zaman ki yeni denge durumunu oluşturacak güçler eskinin içinde ortaya çıkan bu reaksiyondan (“devrimin birinci aşamasından”) ayrışarak bağımsız bir varlık şeklinde oluşmaya başlarlar, buna bağlı olarak, eski durum zemininde oluşan varlıklarıyla A ve B de onun (yeninin) içinde (onun varlığında) yok olurlar; yeni denge durumu kendine özgü üretici güçleriyle A’B’ olarak ortaya çıkar.
Burada biraz duralım ve bütün bunların ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabilmek içinkonuyu biraz daha açmaya çalışalım:
Az önce dedik ki; “bir A-B sisteminde, A ve B arasındaki bütün ilişkiler iki karşıt potansiyel madde-enerji alanının-kuvvetin birliği zemininden doğarlar”. Bu ne demektir? Bir A-B sisteminde A ve B birbirine “karşıt”-“zıt” kuvvetleri mi temsil etmektedirler? Sistem gerçekliği “zıtların birliğidir” derken kastedilen bu mudur? Hayır değildir! Yani, kendi başına ele alındığı zaman, bir A-B sistemin iki temel parçasını-fonksiyonel birimini oluşturan unsurlar olarak A ve B arasında hiçbir çelişki-zıtlık yoktur. Tam tersine bunlar fonksiyonel olarak birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Biri, aradaki ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgiyi kullanarak sistem adına ne yapılacağını belirlerken, diğeri de, gene sistem adına bunu hayata geçirmektedir. A-B sisteminin çevreyle ilişkileri-etkileşmesi bu görev bölümüyle gerçekleşmekte, sistem bu görev bölümü sayesinde varlığını sürdürebilmekte-değişmektedir. O zaman nedir mesele, “çelişki”-“zıtlık” nerede burada ve neden sistem gerçekliği “zıtların birliğidir” diyoruz?
“Zıtlığın-çelişkinin” kaynağı nedir?...
En başa, yani, bir AB sisteminin oluştuğu o ilk “an”a dönüyoruz! Bilindiği gibi, aslında böyle “o ilk an” diye, sistemin statik-mutlak bir gerçeklik olarak “varolduğu” bir zaman dilimi falan yoktur ortada; hepsi izafi kavramlardır bunların! Sistem gerçekliği dinamik bir olay-süreç olduğu için, o, daha o “ilk an”dan itibaren, dış dünyayla-çevreyle etkileşme sürecinde, kendini inkar ederek gerçekleşir-varolur. Yani öyle, bir “an” için bile olsa, kurulu-mutlak bir denge hali söz konusu olmaz hiçbir zaman! Çünkü o “an”, sistemin dışardan-çevreden gelen ve mevcut denge durumunu etkileyerek onu bozma eğilimi gösteren informasyonu-etkiyi kendi içindeki bilgiyle değerlendirerek ona karşı bir cevap hazırlamaya başladığı “an”dır da! Bir sistemin “ilk oluşum anı”yla, onun objektif bir gerçeklik olarak kendini (kurulu dengeyi) inkar süreciyle birlikte varoluşu arasında bir zaman dilimi olmadığının altını çizdikten sonra devam edelim:
“Yeni” daima “eskinin” içinde oluşur ve gelişir...
Önce, sistemin içindeki bilgi kullanılarak, dışardan gelen madde-enerjinin-informasyonun nasıl işleneceği belirlenir. Yani, sistemin dışardan gelen hammaddeyi nasıl işleyeceğine, onu nasıl bir ürün haline getireceğine dair bir “reaksiyon planı”- modeli hazırlanır. Sonra da hazırlanan bu plan sistemin motor gücüne verilerek onun bu planı gerçekleştirmesi sağlanır. İşte, bu mekanizmanın sonucu olaraktır ki, dışardan gelen hammaddeyi hazırlanan üretim planınına göre işleyerek onu bir ürün haline getirmeye çalışan motor sistem unsurları (B), daima, ürünün oluşmasında doğurgan bir anne-ana rahmi- rolünü oynarlar. Evet, her ürün bir çocuktur, bir sentezdir. Ve her çocuğun da bir babası (A) bir de annesi (B) vardır; ama, baba mevcut durumu (yani, çocuğun doğuşuyla birlikte artık “eski” haline geleni) temsil ettiği için, “yeni” olarak onu yaratan, kendi elleriyle ona şekil veren, ve de, ana rahminde geçen süreç boyunca onunla bütünleşerek varolan annedir, ve o anne işte bunun için, yani karnında taşıdığı o çocuktan dolayı devrimcidir!
Bir fabrikada çalışan işçileri düşününüz: İşçiler, işveren ve onun görevlendirdiği kişiler-mühendisler vs.-tarafından hazırlanan üretim planını hayata geçiren sistemin motor güç unsurlarıdır. Aynen, tek bir hücrenin içindeki o proteinler gibi, ellerindeki üretim planına göre hammaddeyi işleyerek onu bir ürün haline getirmeye çalışırlar! Öyle ki, onlar kendi toplumsal kimliklerini de bu süreç (ürünü gerçekleştirme süreci) içinde oluşturduklarından, bir yerde, ürünle bütünleşirler. Ürün onlar için sanki ana rahminde büyüttükleri-oluşturdukları “kendi çocukları”-kendilerinin bir parçası haline gelir. Ve bu şekilde, üretim sürecinin her adımında, aslında sistemin kollektif ürünü olan o çocuk işçilerin ana rahminde biraz daha büyür-gelişir. Ve sonuçta da onlar, tıpkı bir anneyle çocuğu arasındaki ilişki gibi biribirleriyle bütünleşmiş olarak doğarlar. Yani üretim faaliyeti sona eripte ürün ortaya çıktığı an işçiler de onunla birlikte aynı duruma çıkmış-ürünle birlikte onlar da kendilerini üretmiş olurlar.
Ama aynı şey üretim planını hazırlayan-hazırlatan- sistemin dominant kutbu için söz konusu değildir. O, mevcut sistemin temsilcisi olarak varlığını ürettiğinden, sonuçta elde edilen ürüne de varolan sistemin içinde sahip çıkmak ister. Yani o, kendi varoluş fonksiyonu-koşulu-gereği ürünle birlikte bir üst denge durumuna çıkıldığını göremez. Kendi ataleti, mevcut durumu koruma görevi buna engel olur. Motor gücün, ürünle birlikte-onu yaratırken kendiliğinden bir üst denge durumuna çıkma yeteneği onda yoktur. İşte bu yüzdendir ki, üretim süreci mevcut denge halinin inkarı süreci olduğu kadar, aynı zamanda, ürünün oluşmasına paralel olarak, yeni bir denge durumunun eskinin içinde oluşması sürecidir de. Aslında A, yani sistemin dominant unsuru açıyor inkar kapısını! Sisteme dışardan gelen madde-enerjiyi-informasyonu sistem adına içeriye buyur eden (alan) o! Sistemin sahip olduğu bilgiyi kullanarak onu değerlendiren ve bir üretim modelini (hammaddenin nasıl işleneceğini) hazırlayarak gerçekleştirmesi için bunu sistemin motor gücüne ileten o. B, yani motor unsur da bunu gerçekleştiriyor. Bunu yaparken onun yaptığı sadece A’nın inkarını gerçekleştirmektir. Sonuçta meydana gelen ürün ilk durumdan itibaren başlayan sürecin amacı (ulaşmak istediği hedef) olduğu için, o aynı zamanda bir “son durumu”da temsil etmektedir. Yani ürünü yaratmakla A ve B aslında onun varlığında yok olmakta, kendilerini yeniden üretmiş olmaktadırlar. Daha sonra süreç yeniden başladığı zaman bu durumda A ve B artık bir önceki sürece başlayan A ve B değildir. Örneğin A’-B’ dür onlar artık. Ama A bunu kabul etmek istemez! İşte, A ile B arasındaki “zıtlığın”-“çelişkinin” kaynağı tam bu noktada ortaya çıkıyor. B, ürünle birlikte kendini de yeniden üreterek onunla aynı “duruma” ulaştığı halde (B’ durumuna geçtiği halde), A, A’ haline gelmeyi, B’ ile yeni bir A’B’ ilişkisi içinde kendini yeniden üretmeyi kabul etmez.
“Zıtların birliği ve mücadelesi”nin anlamı nedir; neden “Diyalektik materyalizm”in de özü- çıkış noktası- mekanik materyalizmdir?...
İşte bu süreç, yani sistemin kendi kendini üretim süreci, daha o ilk oluşma “anından” itibaren başladığı içindir ki, A-B nin, ilk oluştuğu andan itibaren, kendi içinde kendi zıttını (A’-B’ olarak kendi inkarını) barındırarak varolduğunu söyleriz. Öte yandan, A-B nin zıttı olarak gelişen bu A’-B’ sistemin ana rahmi olarak B nin içinde geliştiği için de, zıtlık deyince bu zıtlık sanki A ile B arasındaymış gibi görünür-anlaşılır. İşte, “sistem gerçekliği zıtların birliği ve mücadelesinden ibarettir” sözünün anlamı buradan gelir. Birlikten ve mücadeleden kasıt, her AB sisteminin, her an, kendi içinde bir A’B’ ile birlikte-ve onunla mücadele halinde varolmasıdır. Ancak, her durumda, A-B yi A temsil ettiğinden, A’-B’ de B ‘nin ana rahminde geliştiğinden, sürece mekanik olarak bakınca bütün olup bitenler A ile B arasındaki ilişkiye indirgenir ve denilir ki; “her durumda, A, mevcut sistemi temsil ederken, B de onun zıttı olan başka bir sistemi temsil etmektedir. Sistem-üretici güçler geliştikçe, yeniyi temsil eden B, A ‘yı ve onun temsil ettiği sistemi yok ederek onu yerine kendisinin temsil ettiği sistemi egemen kılacaktır”! 1917’de olan bu idi işte, sonuç ortada!...
BİR DIŞ ETKENE BAĞLI OLARAK BİR BAŞKA TÜRLÜ DEĞİŞME!..
Yukardaki şekilden ne anlıyorsunuz? Çevreyle etkileşme halinde olan bir A-B sistemi değil midir burada söz konusu olan? KçKs ise, çevrenin sistem üzerine etkisiyle sistemin buna karşı olan cevabının-reaksiyonun- birbirine eşit olmadığını, yani ortada bir denge durumunun bulunmadığını gösteriyor. Peki ne olur bu durumda? Diyelim ki, çevrenin A-B sistemi üzerine etkisi yani Kç, AB nin çevre üzerine olan etkisinden, yani Ks den daha büyüktür, ne olur bu durumda?
“Varolmak” çevreden gelen etkilere karşı durabilmekle-bunlara karşı reaksiyon oluşturarak bir denge durumu yaratabilmekle gerçekleştiğinden, Kç nin Ks den büyük olduğu durumlarda böyle bir denge durumu yaratılamayacağından (KçKs nin anlamı budur), A-B sistemi söz konusu çevre karşısındaki izafi varlığını-kişiliğini- kaybeder, “dışardan” gelen ve karşı konulamayan kuvvetin etkisi altına girer, onun doğrultusunda hareket etmeye başlar. Örneğin
bütün bir Newton Fiziği-klasik mekanik- bunun üzerine kurulmuştur. Yukardaki şekilde “K” dış kuvveti temsil ederken, “m” bu kuvvetin etkilediği cismin-sistemin kütlesini, “a” da “K” ya bağlı olarak cismin-AB nin kazandığı ivmeyi göstermektedir. Aynı şekilde, A-B sisteminin çevre üzerine etkisi (Ks ) de Kç den daha büyük olabilir. Bu durumda da çevre A-B nin etkisi doğrultusunda mekanik olarak “değişikliğe” uğrar...
Açıkça görüldüğü gibi, bu türden mekanik hareketlerde dışardan-çevreden gelen etki sistemin içindeki bilgiyle (iç dinamikler arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgi temeliyle) değerlendirilerek sistemin davranışlarına temel teşkil eden bir cevap hazırlanmıyor. Sistemin davranışlarını belirleyen, doğrudan doğruya dış kuvvetin kendisi oluyor...
(Bu çalışmada esas konumuz toplumsal değişim ve toplum mühendisliği olduğu için biz dışardan sistem üzerine olan etkileri de daha çok bu açıdan ele alıyoruz. Yoksa, doğada dış etken çok daha karmaşık bir rol oynar... Belirli bir anda dışardan yapılan orantısız etki bir sürüklenmeye neden olsa bile bunun sonucunda bir de bakarsınız içine girilen yeni çevrede yeni etkileşimler ortaya çıkabilir ki, buradan da yeni sentezler doğar. Doğada cereyan eden bütün kimyasal-biyo kimyasal süreçlerin özü bu türden tesadüfi etkileşmelere bağlı değil midir... Ancak biz bu yazı çerçevesinde kalarak konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz. Şu an bizim için önemli olan, toplumsal düzeyde iç dinamiklere bağlı olarak gerçekleşen “gelişerek değişmeyle”, bir dış kuvvetin etkisi altında meydana gelen mekanik değişimdir...)
“SİSTEM MÜHENDİSLİĞİ” VE YAPAY SİSTEMLER...
Bir işi yaparak-bir fonksiyonu yerine getirerek- belirli bir amacıngerçekleştirilmesine yardımcıolmalarıiçin insanlar tarafından yaratılan-yapılan- sistemlere yapay sistemler denilir.
Bu durumda esas olan, sistemin bilgi temelini teşkil edecek belirli bir bilgidir. Bu bilgi, söz konusu yapay sistemin yaratıcısı“sistem mühendisi” tarafından belirli bir fonksiyonu yerine getirecek bir yapıhaline dönüştürülmektedir. Öyle ki, gerekli olduğu zaman, yani dışardan komut verildiği zaman, sistem bunu temsil ettiği bilgiye göre bir etkinlik-hareket-haline dönüştürerek istenilen fonksiyonu yerine getirebilsin, bu şekilde, ulaşılmak istenilen amaçgerçekleştirilebilsin. Bütün insan yapımımakinelerin çalışma prensibi budur.
Örneğin bir elektrik süpürgesini ele alalım: Yukarda söylenilen şeylerin kristalize olmuş bir şeklidir bu. Belirli bir amacın gerçekleştirilebilmesi için (ki bu durumda amaç kirlenen yerlerin süpürülerek temizlenmesidir) belirli bir bilgi sistem mühendisi tarafından belirli bir fonksiyonu gerçekleştirecek şekilde bir makine-mekanik bir sistem- haline dönüştürülmektedir.
Yapay sistemler aslında insanın bilişsel-planlı- faaliyetinin ürünleridir. Çünkü her durumda, gerçekleştirilmesi gereken bir amaç, bu amacı gerçekleştirmek için gerekli olan bir strateji-algoritm- ve sonra da buna uygun araçlar-yani operatörler- söz konusudur. Bütün yapay sistemler, yani makiner bu temel üzerinde ortaya çıkarlar. “Yapay zekâ”’nın da özü budur aslında. Bu durumda, “öğrenme” yeteneği olan bir robotu basit bir makineden ayıran, söz konusu robotun, sahip olduğu bilgi temelini “öğrenerek” belirli ölçüde genişletebilmesidir. İnsan, doğal sistemlerin nasıl çalıştıklarını keşfettikçe, bu bilgileri kullanarak-doğadaki orijinallerine uygun-yapay sistemler üretmekte, böylece, yaşamı devam ettirme mücadelesinde avantajlı hale gelmektedir.
“Gen mühendisliği” olayının esası da budur!...
Doğal bir sistemin bilgi temelini oluşturan DNA yapısını öğrenen insan, geliştirdiği yöntemler aracılığıyla bu bilgilerle oynayarak-bunlar üzerinde küçük değişiklikler yaparak- onun davranışları üzerinde etkili olmaya çalışır. Örneğin, patlıcanın çekirdeklerini üreten bilgileri onun DNA larından çıkararak çekirdeksiz bir patlıcan türünün ortaya çıkmasını sağlar vb.
Şimdi yavaşyavaş,geliyoruz işin can alıcınoktasına! Soru şu:,
Nasıl ki bir patlıcanı, onun DNA’ larıyla-yani bilgi temeliyle-oynayarak “değiştirebiliyorsak”, aynı şekilde bir toplumu da onun “bilgi temelleriyle” oynayarak değiştirmek mümkün müdür; yani, yapay sistemler için söz konusu olan “sistem mühendisliği” gibi bir “toplum mühendisliği” de söz konusu olabilir mi?
EVET, “TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ” NEDİR, VAR MIDIR BÖYLE BİRŞEY?
DEVAM EDECEK
Yorum Yap