- 23.06.2015 00:00
Epeyce bir süredir Yıldıray ilk kez insanı „oh be, ennihayet“ dedirtebilecek bir yazı kaleme aldı!... Umalım ki bu, bir tür "titreyerek kendine dönüş" işareti olur!!..
Şu satırlar onun:
„Ama emin olun bu karşı dalganın yükselttiği sularda milliyetçilik sörfü yapanlar, eski devlet reflekslerine sarılanlar da bir üst akıl varsa onun işini epey kolaylaştırmaktalar.
“PYD, IŞİD’den daha tehlikeli”, “CIA-PYD oyunu” diye eski Türkiye kokan manşetlerden sadece Kürtlerin bölgede ve Türkiye’de eski statüko güçlerinin yanında daha sıkı saf tutması sonucu çıkar.
…PYD’yi IŞİD’den daha tehlikeli ilan eden bir devlet aklının PYD’nin içine girdiği ittifaklara nüfuz edebilmesi, onları kendi lehine dönüştürebilmesi mümkün mü?
900 km sınırımızın çok büyük bir kısmı zaten hiçbir zaman Suriye ile değil, Kürtlerleydi. Öyle de olacak. Bu coğrafi ve demografik gerçekle kavga ederek bir yere varılamaz. Bu kavga Türkiye’de Kürtlerin Türkiye ile gönül bağlarını zayıflatır, Kürtlerin değişim cephesinden statüko cephesine kayışını hızlandırır. En çok AK Parti’nin elini zayıflatır.
Türkiye, bölgede Suriye Kürtleriyle en yakın ekonomik, politik, akrabalık ilişkileri olan ülke. Oradaki siyasi hareketin merkezi Türkiye. PYD’nin kardeş partisi HDP’nin Meclis’te 80 vekili var.
Bu şartlarda varsa bir tehlike bunu çözmenin, güvenliği sağlamanın en akıllı yolu daha ayakları üzerinde duramayan bir yapıyla kavga etmek değil, ona yardım etmek, onu etkilemeye, değiştirmeye çalışmaktır. Bütün 90’lar boyunca “Barzani tehlikesine” karşı kırmızı çizgiler çizip durmuş bir devlet aklı, Barzani’nin bağımsızlığa birkaç adım mesafeye gelmesini engelleyebildi mi? Sonundan devlet aklı Barzani’yle müttefik olarak daha büyük kazanımlar elde etmedi mi?
…Türkiye artık sadece reaksiyonla, içi dışı bir olarak bu bölgedeki istihbarat ve iktidar oyunlarında yol alamaz. Mümkünse temiz ittifaklar kurmak, başka bir üst akıl inşa etmek zorundadır…“
http://www.marmarayerelhaber.com/yildiray-ogur/35330-seni-basbakan-yaptiracagiz
Önce bir noktanın altını çizelim: Şu üç koşul 21.yy paradigmasının olmazsa olmazıdır… Bu noktalarda tereddüde düşüldüğü an bitiş başlıyor demektir…
1-Kürt dinamiğiyle birlikte hareket ederek Kürt sorununa anayasal düzeyde çözüm getirmeye çalışmak...
2-İç dinamikleri doğru okuyarak devrimin ikinci aşamasına ilişkin iktidar sorununu, yani „çözümü“ sivil toplum zemininde oluşan "tarihsel bir uzlaşmada" aramak...
3-Her alanda demokratikleşerek küresel sermaye çevreleriyle iyi ilişkiler kurup küresel demokratik devrimci dinamiklerle birlikte hareket etmek...
Evet, 21.yy paradigmasının referans noktaları bunlardır... Bundan on üç yıl önce AK Parti’yi iktidara getiren dinamikler de bunlar olmuştur aslında. AK Parti, küresel rüzgarları da arkasına alarak, iç dinamikleri doğru okuyup sivil toplum zemininde bir uzlaşmayı-koalisyonu temsil etmeyi başardığı için iktidar olabilmişti. Öyle ki, bu koalisyonun içinde o zaman sadece Anadolu burjuvaları ve halk değil, aynı zamanda, Devlet sınıfından kopmaya başlayarak AK Parti iktidarıyla birlikte dışarıya-küresel pazarlara açılmayı hesap eden eskinin Devletçi burjuvalarının da -en azından sessiz kalarak- desteği vardı. Daha sonra AK Parti iktidarına karşı tezgahlanan o darbe teşebbüsleri bu kez neden başarısız oldular dersiniz? Sadece AK Partililerin ve Erdoğan’ın „kahramanca“ direnişleri miydi bunların başarısızlığının nedeni? Arkasında Devletçi burjuvaların ve küresel sermaye çevrelerinin desteğinin bulunmadığı bir darbenin başarılı olabilme şansı var mıydı dersiniz!?
AK Parti’nin bu kadar uzun süre, daha da güçlenerek iktidarda kalabilmesi ise, ayağını bastığı zemini korurken Kürt sorununu da içine alan bir demokratikleşme programını öne alarak bu yönde adımlar atmasıyla ilgiliydi. Demokratikleşmeyle, iç barışın daha üst düzeyde yeniden üretilmesi ve küresel dinamiklerle bütünleşerek üretici güçleri daha da geliştirmek arasındaki ilişki, geride kalan AK Partili yıllara damgasını vuran en önemli etken olmuştu.
Ama daha sonra, eski Türkiye’nin Devletini ele geçirmeye başlayan AK parti’ye birşeyler oldu!... Özellikle, yeni, demokratik bir anayasa yapma sürecinin başarısızlığa uğramasından sonra, yavaş yavaş, zihinsel bir virüsün etki alanına girerek, „nasıl osa artık Devlet bizim elimizde, biz de ona sahip çıkar, bu mekanizmayı istediğimiz gibi kullanırız“ diyerek direksiyonu yeniden 20.yy kulvarlarına doğru kırmaya başladılar!... Bir süre sonra da zaten, bu ruh haliyle Devrimin ilk aşamasını gerçekleştiren koalisyon bozuldu. Burjuvazinin kendi içindeki çelişkiler ön plana çıkarılarak, Anadolu burjuvalarına özgü yeni tipten Devletçi-milliyetçi ve de İslamcı bir ideolojik paradigmaya doğru yelken açılmaya başlandı. Artık küresel demokratik devrim rüzgarlarının yerine, gücünü tarihimizden-„stratejik zihniyetimizden“ alan fetihçi tarihsel devrim rüzgarlarıydı önemli olan!…
İşte, şu an AK Parti halâ bu türden çağ dışı zihinsel bir virüsün etki alanında yolunu şaşırmış vaziyette... Yukardan aşağıya doğru bünyeye musallat olan jakobenizm-virüs onu aldı 20.yy zeminine- eski Türkiye'nin zeminine çekti götürdü.. Öyle ki, bu kayış hala devam ediyor... Emin olun, MHP'yle kurulacak bir koalisyon AK Parti'yi bitirecek bu sürecin son adımı olacaktır...
AK Parti'nin jakobenleri, yüzme bilmedikleri için, boylarını aşan bir suya girince, denize düşen yılana sarılır hesabı, yeni tipten Devletçi bir milliyetçilik ipine sarılarak kendilerini kurtarma sevdasına düştüler!... MHP’ye yaklaşmaya çalışmaları falan hep bununla ilgili!... İnsanın, „helal olsun Bahçeli’ye“ diyesi geliyor!... Koskoca AK parti’yi, devrimin itici gücü olarak görülen o jakobenleri ne duruma düşürdü!... Şunlara bakın, Kürt sorunundan dolayı sanki suç işlemişler gibi Bahçeli’nin milliyetçilik ipine sarılarak kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar!... Gerçekten ibret verici bir durum!...
Yazıya, „şu üç koşul 21.yy paradigmasının olmazsa olmazıdır“ diyerek başlamıştık. Öyle ki, Türkiye için bunlar, biri olmadan diğerlerinin de bir işe yaramayacağı, birbirini tamamlayan üç temel direktir… Yani, Türkiye gerçeğinde bizim ne „Kürt Sorunu yoktur“ deme lüksümüz vardır, ne de öyle, küresel sermayeye karşı „ikinci kurtuluş savaşı veriyoruz“ falan diyerek bindiğimiz dalı kesmek!!.. Çünkü, Kürt Sorununa anayasal zeminde demokratik bir çözüm getirmeden ne küresel demokratik devrim güçleriyle iyi ilişkiler kurulabilir, ne de demokratikleşme sürecinde adımlar atarak yeni bir Türkiye inşa edilebilir!… Bu dinamiklerden birini ihmal ettin mi „patinaj yapmaya başlar“, ah o „üst akıl“ falan diye sayıklayarak, „bizi bölmek istiteyen emperyalist Batı’ya karşı ikinci kurtuluş savaşı veriyoruz“ diyerek bizim eski „solcu“ teorilere tutunmaya kalkarken tepesi taklak gidersin!!… Bu durumda artık „e, iyi de kardeşim, o üst akıl ilk on yılda niye bizi destekledi diye sormak da gelmez aklınıza tabi!!..
İşte, ucu 7 Haziran’a çıkan sürecin özü budur… AK Parti bu noktaya söz konusu zihinsel virüs sayesinde kendi varoluş koşullarını yavaş yavaş inkar ederek gelmiştir.
Söyler misiniz bana, bugün neden bir AK Parti-HDP koalisyonu kurulamıyor, neden bunun lafını bile etmeye çekiniyor taraflar? Kim ne derse desin, resmen MHP’nin ideolojik zaferidir bu!..
Ortada iki uç çizgi var ve bunlar etki-tepki şeklinde birbirlerini üreterek-birbirlerine kuvvet şırınga ederek süreci normal yolundan saptırmaya çalışıyorlar...
1-Kürtlere ilişkin olan: Sanki sadece "Türk solcularına“ özgü birşeymiş gibi düşünülen pozitivizm kaynaklı „solculuk“ hastalığı „Kürt solcularına“ da bulaşmış durumdadır... Bir ucu Kemalizme kadar uzanan bu illet onların-„Kürt solcularının“- CHP yi de içine alan Devletçi-Kemalist cepheyi herşeye rağmen müttefik olarak görmelerine neden oluyor!!... Öyle ilginç birşey ki bu, Devletçi cephenin içinde bir milliyetçiliği temsil ettikleri için bunlar MHP yi bile AK Parti kadar tehlikeli bulmuyorlar (Devletçi olsun da isterse Türk milliyetçisi olsun mantığı bilinç dışı bir şekilde bunların da zihinlerine yerleşmiş)!!.. Yani, yarın MHP sesini çıkarmasa, bunlar MHP’ li bir hükümete bile evet diyebilirler!!...
Ama tabi bu söylediğim Kürtlerin içindeki belirli bir "solcu" kesim için geçerli... Yoksa, HDP yarın MHP ile herhangi bir şekilde bir ittifaka girmeye kalksa HDP’ nin tabanı tabii ki buna karşı çıkar ve böyle bir şey HDP’yi bölünmeye kadar götürür...
2-AK Partiye ilişkin olan: AK Partiye musallat olan jakoben-Devletçi-milliyetçi virüs onu aldı adeta MHP’nin bulundugu zemine doğru savurdu dedik... Bunlar, „Devleti ele geçirmiş olmanın“ verdiği sarhoşlukla bu arada yeni tipten Devletçi bir milliyetçilik de geliştirdiler. „Kürt sorunu“, „yeni anayasa“ falan derken, birden, sanki hata yapmış olduklarının farkına vararak, MHP yi haklı çıkarır şekilde topu MHP ye atmaya, onların ipiyle Devlet katında tutunmaya çalıştılar... Halâ da bu çizgiyi sürdürmekte israr ediyorlar...
HDP nin "solcuları" bunlara işaret ederek ne kadar haklı olduklarını ispat etmeye çalışırlarken, bunlar da-yani AK Partinin bu yeni jakobenleri de- aynı yöntemi kullanarak anti-HDP bir ruh halinden anti-Kürt bir çizgiye doğru kayıyorlar...
Tabi bu kayışta Suriye'de olup bitenler de büyük rol oynuyor... AK Parti’nin jakobenleri bir süredir öyle bir ruh halini yaşıyorlar ki: Ortada, "üst akıl" dedikleri, Amerika'yı ve Avrupa'yı içine alan bir „şeytan“ var adeta, ve bu „şeytan“ Türkiye’yi bölmeye calışıyor!!... Böyle bir paranoya içine girdiler... Bu takımın 7 Haziran seçimi değerlendirmelerine bakın, en ufak bir ders alma, „yahu biz nerede hata yapıyoruz“ diye en ufak bir kendini sorgulama yok!... Tam tersine, "halk cahil, hata yaptı, seçim yenilenirse bu hatasını tamir eder" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar!...
Ne kadar ilginç değil mi, devlet katına yükseldin mi halkı "cahil", "göbeğini kaşıyanlar" olarak görmeye başlıyorsun!!..
Yorum Yap