- 26.08.2014 00:00
Birkaç gündür Davutoğlu'nun "Stratejik derinliği"ni okuyorum..henüz daha başlardayım ama, ilk izlenimlerimi yazabilirim sanıyorum..
21.yy koşullarında "Stratejik derinliği" olan bir düşüncenin iki boyutu olması gerekir. Bunlardan birincisi, yereli temsil eden boyutsa, ikincisi de, söz konusu “derinliğin” küresel boyutlarıyla ilgili olmalı..
Davutoğlu'nun yerele ilişkin açıklamalarının çoğuna katılıyorum..Türkiye toplumunun tarihsel olarak kendi yatağından saptırılmış bir nehire benzediğine, bugün yapılacak işin, herşeyden önce, başka mecralarda akıp duran bu ırmağı tekrar eski yatağına kavuşturmak olduğu anlayışına ben de katılıyorum..Çok basit aslında, toplumun içine hapsedildiği o akvaryumun kapılarını açıvereceksin ki, balıklar tekrar deryaya kavuşsunlar!..Ya da, kendi toprağından koparılarak bir saksıya ekilmiş olan çiçeği o saksıdan alıp tekrar kendi toprağına dikivereceksin, o kadar!..Bu noktada aynı görüşteyiz Davutoğlu’yla..
Ancak öyle anlaşılıyor ki, Türkiye toplumunun tarihsel gelişimi sürecine ilişkin “stratejik derinliğe” sahip düşünceler konusunda Davutoğlu’nun değerlendirmeleri burada kalmıyor; o, işin küresel boyutlarını pek o kadar dikkate almadan, yerelden yola çıkarak günümüz siyasetine ilişkin paradigmayı olayın sadece bu boyutunun üzerine oturtmaya çalışıyor...Çünkü, onun anlayışında henüz daha 20.yy’ la 21.yy koşulları arasında esasa ilişkin olarak niteliksel anlamda farklı bir durum yok!..Halbuki, 21.yy koşullarında stratejik olarak daha derin düşünebilmenin yolu, geleceğe yönelik paradigmayı asıl yeni küresel dinamiklerin üzerine oturtabilmekten geçiyor; yerel dinamiklerin, içinde yoğrulmaları gereken küreselleşme sürecinin dinamikleriyle birlikte ele alınabilmesinden geçiyor..Öyle ki, bugün artık, yerel ve küresel parametreler-dinamikler- birlikte ele alınmadan, ideolojiden, sübjektif idealizmden arındırılmış bir stratejik derinlikten-küreselleşme sürecini de içine alan yeni tipten bir paradigmadan- bahsetmek mümkün değildir.
Çok basit aslında! Bütün o 20.yy paradigmalarının-stratejik düşüncelerinin- altında yatan dinamik güçlü devlet-güçlü ordu anlayışıydı..Çünkü, dünya pazarlarında daha çok yer kapabilmenin başka yolu yoktu o zamanlar.. Tekelci kapitalizm koşullarında, gelişmiş-emperyalist ülkeler tarafindan paylaşılmış dünya pazarlarında söz sahibi olabilmenin başka yolu yoktu. Sen istediğin kadar daha iyi kalitede malı daha ucuza üret, eğer arkanda sana yolu açacak güçlü bir ordun ve devletin yoksa, onların koruyucu kanatları altında değilsen, ürettiğin malları dünya pazarlarında özgür bir şekilde satamazdın..öyle değil mi!!..
Halbuki şimdi artık durum değişti!.. 21.yy’ın küreselleşme koşullarında artık sınırların ortadan kalktığı bir dünyada yaşıyoruz. Eğer, daha ileri, daha gelişmiş bilgilere sahipseniz daha iyi kalitede malları daha ucuza üretebilirsiniz.. bunun önünde hiçbir engel yok artık..iki kere iki dört eder gibi bir gerçek bu..ve de, ürettiğin bu malları hiçbir engelle karşılaşmadan dünyanın her yerinde satabilirsin artık..Bütün bunlar için ne güçlü bir orduya, ne de güçlü bir devlete ihtiyaç var!..Bu kadar basit olay!!
İşte, bugün artık STRATEJİK DÜŞÜNCE BAZINDA ASIL DERİNLİK, küreselleşme sürecinin önümüze koyduğu bu yeni dinamikleri görebilmekle, kafamızdaki 20.yy kalıntısı-özünde milliyetçi olan-paradigmaları bir yana bırakarak, bunları, bu yeni zemin üzerinde ileriye dönük olarak "restore" edip gözden geçirerek yeni düşünceler üretebilmekle ilgilidir..Eger bunu yapmazda, eskiyi ihya ederek-“restore edip”-100 yıl önce kaldığımız yerden devam edebileceğimizi sanırsak yanılırız!..
Tamam, tarihsel evrim süreci saptırılmış bir toplumuz biz..yani, bir toplum mühendisliği anlayışıyla akan suyun yatağı değiştirilmiş bu topraklarda, burası açık!.Bu nedenle, suyun akışının tekrar kendi-eski yatağına döndürülmesi anlamında toplumsal bir restorasyon sürecine ihtiyacımız var, bu noktada Davutoğlu'yla aynı görüşteyiz; ama o kadar!..
Çünkü, unutmayalım ki, yeni eskinin restore edilmiş şekli değildir!! Evet, yeni eskinin içinden çıkar bu doğru, ama, o, eskinin restore edilerek “modernleştirilmiş” şekli olmayıp, onun diyalektik anlamda inkârıdır-devamıdır. Bunu, toprağa düşen bir tohumun hikâyesiyle kıyaslarsak eğer; “eski”, toprağa düşen o tohumsa, “yeni” de o tohumun diyalektik anlamda inkârı-devamı olan o bitkinin, gene diyalektik anlamda inkârı-devamı olan meyvadır-ya da yeni tohumdur..Yoksa, bir zamanların toplum mühendisi İttihatçıların yaptıkları gibi, eski “devleti kurtarmak için” onu allayıp pullayıp “restore ederek” “Yeni Türkiye” falan yaratılamaz!!..
Ben diyorum ki, ırmağın akışını tekrar eski yatağına kavuşturduğunuz andan itibaren daha da ileriye doğru gelişme, ilerleme paradigması eğer 21.yy dinamikleriyle yoğrularak yaratılamazsa o zaman bu yol bizi kaçınılmaz olarak 20.yy'ın içine hapseder!..Neden mi, ya da nasıl mı diyorsunuz?
Çok açık! Bakın ne güzel 2023 hedefleri falan belirliyorsunuz (sadece eski statükonun safdışı edilmesi için değil, zaten biraz da bunun için, ileriye yönelik bu türden projeksiyolar yapabildiğiniz için oyumuzu size verdik..). Soruyorum şimdi ben, bugün bunları gerçekleştirmek için önümüzde-kendi ideolojik takıntılarınızdan başka- bir engel var mıdır? Çok açık, bakın, daha iyi kalitede malları daha ucuza üretebildiğimiz sürece bunları dünyanın her yanında satabilmemiz için bir engel var mıdır şu an?
Bu noktada söylenebilecek tek bir şey var ki, o da "Cari açık" ve "enerji" sorunumuzla ilgili!.. Tamam, iyi güzel ama, bakın bu konuda da güzel şeyler yapıyorsunuz. TANAP projesinden tutun da Kürt petrollerinin dünyaya pazarlanmasına kadar, bunlar hep cari açığı kapatmaya yönelik çok önemli ve yerinde adımlar..Üstelik de, barış içinde gerçekleşmesi mümkün olan seyler bunlar (tabi, eski “solcu” sloganların arkasına sığınan o “danışmanlar” sağa sola sataşarak durduk yerde başımıza bela açmaya çalışmadıkları sürece!)..O halde soruyorum tekrar, bütün bunları gerçekleştirebilmek için "restore" edilmiş -eskinin küllerinden yeniden yoğrularak yaratılmış-antika bir ulus devlet projesine gerek var mıdır? Alın eski Osmanlı topraklarını..bu kadar deneyimden sonra, buraların 21.yy paradigmasına entegre edilebilmesinin yolu nedir bugün sizce? Bakın, bir Suriye ile 15 milyar doları bulan ticaret hacmimiz vardı..aynı şekilde Irak'la da öyle, Almanya'dan sonra en büyük ticaret ortağımızdı Irak..Mısır da keza öyle..Şimdi ne oldu?? Tamam, Arap baharına destek verdik, halkların ulusal uyanış sürecinin yanında yer aldık..bunlar güzel şeyler; yani iyi yaptık. Ama, bu arada ipin ucunu kaçırarak olayı sadece 20.yy boyutlarıyla ele aldığımız için zaman zaman hatalar da yaptık. Şimdi artık bunları da ortaya koymanın zamanı olsa gerek.. O eski "solcu" anlayışların, "anti emperyalizm" anlayışlarının falan artık bittiğini göremedik, bunların etkisi altında kaldık, yalan mı!!..Sandık ki, bu eski ideolojik silahları kullanlara önderlik edersek biz de buradan kendimize özgü “stratejik derin” düşüncelerimize pay çıkartabiliriz!..Silahla, zor kullanarak, hatta gerekirse iç savaş falan da çıkararak bir yerlere ulaşmanın mümkün olamayacağını göremedik!..21.yy koşullarında, iç dinamiklere dışardan destek olarak da olsa, zorla değişim süreci inşa etmenin mümkün olamayacağını anlayamadık..Halbuki ne kadar basitmiş iş, öyle değil mi!..Sen sadece, buraları küresel pazarlara entegre edeceksin, bu konuda yerel güçlere yardımcı olacaksın o kadar; gerisine karışmayacaksın, gerisini o ülkenin iç dinamiklerine bırakacaksın!. Yok efendim, buraların eski "sahibi" bizmişiz de, şimdi, "stratejik bir derinlikle" düşünerek o eski paradigmayı “restore edip”, "kurtarıcı baba" rolünü yeniden hayata geçirmeliymişiz de!!...buralardan bir yere varamayacağımızı artık anlamanın zamanıdır!!..
Daha önce şöyle yazmışım:
Peki ne olacak, çok karanlık günler mi bekliyor bizi?..Türkiye gemisi bu gidişle kayalara mı toslayacak? Hayır!!..Çünkü, kimin ne söyledigine değil, nerede durduğuna bakmak gerekir bu topraklarda..Bu nedenle, bugün Türkiye’de iktidarda kim olursa olsun, ister Davutoğlu olsun, ister Gül..ya da, başka birisi..İki dinamik var ortada yol gösterici olan. Bunlardan birisi küresellesme süreci dinamiği iken, diğeri de Kürt sorunu dinamiğidir. Öyle ki, bu iki dinamiği hesaba katmadan kimse bir adım bile atamaz artık!..Bu iki dinamiğin yol göstericiliğinde adım atabilmenin yolu ise, tek kelimeyle DEMOKRATİKLEŞMEDEN geçiyor..Küresel sermayeyi ülkeye cekebilmenin, küreselleşme süreciyle daha iyi ilişkiler kurabilmenin yolu ile Kürt sorununu çözmenin yolu tek bir süreçte kesişiyor bugün: DEMOKRATİKLEŞME!..
Bunun dışında gerisi boş laftır!..”Başkanlık sistemi” mi istiyorsunuz, bunun için yeni bir anayasa mı gerekli diyorsunuz..kimse boşuna telaşlanmasın, bütün bu işleri gerçekleştirebilmenin yolu da gene demokratikleşmeden geçiyor..
Türkiye gibi, tarihsel olarak kültürel MOZAİK şeklinde gelişen bir ülkede demokratikleşmenin yolu ise, kültürel bazda zaten gerçekleşmiş olan TARİHSEL BİR UZLAŞMANIN bilişsel düzeyde yeniden kavranılarak sistemin buna uygun yeni bir yapıya kavuşturulabilmesinden geçiyor!!..İşte “Yeni Türkiye” denilen olay budur, bu olacaktır!!..
O “danışmanlara” ve onların peşinden gitmeye çalışanlara sesleniyorum: Siz istediğiniz kadar "stratejik olarak derin" düşünün..ne yapacaksınız o "öteki Türkiye'yi", yok mu edeceksin onu!! Böyle birşey mümkün müdür!! “Değil” mi diyorsunuz! ..O halde mecbursunuz birlikte yaşamaya..Birlikte yaşam ise, ancak Yeni Türkiye'ye özgü yeni bir yaşam bilgileri temeliyle mümkündür..”Yüzlerce çiçek açsın, yüzlerce fikir, yaşam bilgileri biribiriyle çarpışsın”...İşte, Türkiye'nin yaratacağı Yeni Türkiye sentezi budur...Ve bu yolda epey mesafe katetmiştir de aslında bu toplum..Bu nedenle, şimdi, bütün bunları yok etmeye yönelik-bu anlamda-bir “restorasyonu” kaldırmaz bu topraklar!!..Merak etmeyin, zaten kimse de buna cüret edemez!.. Bırakın bazıları o ideolojik gazlarını boşaltsınlar!! Bunlara bakıpta kimse karamsar olmasın!
Hadi bakalım, Babacan'dan vazgeçebiliyor mu o “jakobenler”!! Bütün o, ideoloji peşinde koşan “danışmanların” yazdıkları falan.. bunların hepsi boştur!!.Neymiş efendim, “kapitalizmin yerine İslami bir sistem getireceklermişte”, “bankacılık sistemini faize karşı İslami bir bankacılıkla değiştireceklermişte”(!), “tekelci burjuvaziyi” alaşağı ederek bunun yerine “tekel dışı bir burjuvaziye” yol açacaklarmışta!!..Hatırladınız değil mi bu teorileri..bunların hepsi eski “solcu” MDD ci-ya da UDD ci teorilerdir! Bunların hepsi, eski “solcu” söylemlerle soslanmış içi boş ideolojik laflardır; öyle ki, bunlar sadece küresel sermaye çevrelerini huzursuz etmeye yararlar! Ondan sonra da tutarsınız “küresel dinamikler-küresel sermaye çevreleri- neden bize karşı cephe alıyorlar” diye yakınmaya başlayarak milliyetçi söylemlerle kendinizi avutmaya çalışırsınız!!..Hadi yapsanıza söylediklerinizi, ne duruyorsunuz; bakın Erdoğan’ı da ikna ettiniz bir yere kadar!..Hadi durmayın!..Vallahi, bütün o kazanımların hepsinin bir anda tepe taklak gitmesinden başka hiçbir sonuç elde edilemezsiniz..Yoksa bu mudur istenilen!..
Geçenlerde bir tanıdık dedi ki, bütün bu eleştirileri yaptıktan sonra halâ “oyumu Erdoğan’a vereceğim-verdim-diyorsun, bu bir çelişki değil midir”?? “Hayır değildir” dedim ben de!. Şunu unutmayınız, halkımızın-benim de- Erdoğan’a verdiğimiz oylar eski devletçi-Kemalist statükoya karşı verilen mücadele için açılan krediyle ilgilidir. Yani biz, eski Türkiye’ye karşı yeni Türkiye için verdik oyumuzu; öyle hayali ideolojik sapmalar için falan değil!. Çok açık, bakın tekrar ediyorum, ana rotadan sapıldığı anda işler değişir!. 2015, Başkanlık Sistemi, yeni anayasa falan derken, bir de bakarsınız halkımız sırtını dönüvermiş başka tarafa!!. Bu nedenle, herkes aklını başına toplasın!.. Bir an evvel o ideolojik yol göstericileri sırtınızdan atarak siz de rahatlayın küresel dinamikler de halkımız da rahatlasın!..Yüzde 9 enflasyon olan bir ülkede cari açığı falan hiç hesaba katmadan sıfır faiz politikası uygulayacaklarmış, hadi canım sen de!! Hadi bakalım yapın bu dediklerinizi de görelim!!..
Unutmayalım, 10 Ağustos bir milattır. 10 Ağustos’tan sonra da artık aynı reaksiyoner- kavgacı üslubu sürdürerek kimse bir yere varamaz. Bıktırırsınız milleti vallahi!..Bu sefer karşı çıkacak “paralel yapı” falan da bulamazsınız da gülünç olursunuz!..
Ben Türkiye’ye güveniyorum, Türkiye’nin bütün bu çocukluk-ergenlik dönemi sapmalarını aşacak "stratejik derinlige" sahip bir ülke olduğunu düşünüyorum, bu yüzden de enseyi karatmayalım diyorum!...Davutoğlu’nu okumaya devam!!..
Yorum Yap