Siz bu kafayla, “yedirmeyeceğiz” “yedirmeyeceğiz” derken Erdoğan’ı yedireceksiniz!

  • 20.01.2014 00:00

 Türkiye’yi yöneten beyinlerin içine sızarak onları bloke eden o ideolojik virüsü saf dışı edebilmenin-Türkiye’nin,  etrafında oluşturulan  ideolojik  çemberi kırarak tekrar düze çıkabilmesinin- yolu ne midir:

1-Yeni Türkiye’nin anayasasını yapmak için bütün sivil toplum örgütlerine derhal çağrı yapılmalıdır. AK Parti de, bir sivil toplum örgütü olarak, hiç kimseden korkmadan, içinden geldiği gibi düşünerek kendi anayasa taslağını  yapmalı, bir irade beyanı şeklinde bunu kamu oyuna açıkamalıdır.

2-“Barış sürecinin” daha hızlı bir şekilde ilerlemesi için Kürtlerle daha sıkı ve somut işbirliği adımları atılmalıdır. “Alevi sorununun”, ve de bilumum buna benzer sorunların çözümü için derhal Tekke ve Zaviyeleri kapatan kanun  ortadan kaldırılmalıdır..

3-Önümüzdeki hafta Erdoğan Brüksel’e giderek AB yetkilileriyle görüşmeler yapacak. Bu ziyarete giderken beraberine ASLA  o ideoloji üreten virüse kaynaklık teşkil eden AB düşmanı  danışmanları almamalıdır! AB ile ilişkilerini daha önce olduğu gibi tekrar rayına oturtmak için elinden geleni yapmalı, özellikle, Türkiye üzerinden Avrupa’ya akacak olan  Kürt ve Azeri  petrollerinin herşeyden önce Avrupa’nın lehine olduğunu,  onlara, Rus kaynaklarının yanı sıra bir alternatif daha sunacağını, böylece onların elini rahatlatacağını   anlatmalıdır.

4-Erdoğan daha önce Davos’ta “one Minute” çıkışıyla bütün dünyaya  son derece yerinde bir davranış sergilemiştir. Dünkü haberlerden anlaşıldığına göre, şimdi, Davos ekonomik forumu başkanı Türkiye’yi ve Erdoğan’ı överek onu-Erdoğan’ı-  tekrar Davos’a davet etmektedir. Bu durumda Erdoğan bu daveti kabul ederek bu yıl Davos’a gideceğini açıklamalı, bu vasıtayla son zamanlarda küresel sermaye ile bozulma yolun giren ilişkileri ve güven ortamını yeniden onarmak konusunda  adım atmalıdır..

Açık konuşalım: Ben iddia ediyorum ki,  bu dört adım atıldığı taktirde-ama derhal, hiç vakit kaybetmeden- Türkiye rahatlayacak herkes rahat bir nefes alır hale gelecektir. Daha da ötesi,  bu adımlar atılmaya bir başlansın göreceksiniz, Dolar ve Euro  inmeye, borsa da yükselmeye başlayacak, ortada ne “Haşhaşi” tehlikesi kalacaktır ne de darbe kışkırtıcılığı!!.Haydi Türkiye, haydi Erdoğan!..Yoksa, hiç iyi görmüyorum ben gidişi!.. Sürekli gerginlik hali kronik hale gelmiştir ki bu da yıkım demektir!..      

Vay anam vay, “faiz lobisine” karşı savaşıyoruz derken Türkiye ne hale gelmiş de bizimkiler “farkında değiller”, uyuyorlar!! Uganda’da yapılacak rafinerinin, Çin’deki dev projenin kaderi Pensilvanya’da oturan Cemaat liderinden soruluyor artık!. İstanbul burjuvazisinin önde gelen işadamları el öperek Cemaat liderinden icazet alma yarışına girmişler! Anadolu burjuvazisinin bir kanadı olan TUSKON’un yapacağı işlere de orası karar veriyor! Gerçekten paralel bir devlet var ortada!..Bu iş öyle sadece Anadolu burjuvazisi İstanbul burjuvazisi çelişkisiyle falan da izah edilemez!..Adamlar-İstanbul’un büyük burjuvaları- denize düşen yılana sarılır hesabı Erdoğan korkusundan neredeyse  Cemaat’in el öpen müridi haline gelmişler!!. İnsanın inanası gelmiyor!..Bu, toplumsal anlamda bir kanserleşme olayıdır..Kanserli hücreler ise normal insan kılığındaki uzaylılar gibi oldukları için bağışıklık sistemi bunları tanıyamıyor!.

Vay anasına, bunları da gördük!..

Bakın açık konuşalım, bu olay öyle, sayın Arınç’ın dediği gibi “gafil avlandıkla”, “saflığımıza verinle” falan  açıklanamaz!. Çünkü, o “paralel devletin” uzantıları bizzat  AK Parti’nin de kendi içindedir! Bu nedenle,  Erdoğan ve AK Parti’nin  mücadeleyi kazanabilmeleri için işe önce onun kendi içlerindeki-hatta, kendi beyinlerindeki- ideolojik uzantılarıyla-kökleriyle   hesaplaşmadan başlamaları gerekiyor!..Bu iş öyle “Haşhaşiler olayı” falan gibi sadece kökü dışarda bir olay  değildir; olayı bu şekilde sunmak onu halâ kavrayamamış olmak demektir!. Adam Pensilvanya’dan Uganda’daki ihalenin kime verileceği talimatını veriyor!.Bu, devlettir, Osmanlı devletinin İslami paralel kanadıdır..Devletin ittihatci-Kemalist kanadına karşı mücadelede AK Partiyle ittifak yapan bu “paralel devlet”, daha sonra, "sana ne oluyor, devlet bizim" diyerek onları da elinin tersiyle itmekte bir sakınca görmemiştir..”Darbe” olayının özü budur.

Bu nedenle, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin artık kim olduklarına dair bir karar vermeleri gerekiyor!. Evet, siz kimsiniz,  M.Kemal’e  Abdülhamid'e ve bütün diğer Osmanlı Sultanlarına, “geçmişimiz herşeyiyle bize aittir” diyerek sahip çıkmaya  evet, ama unutmayınız ki  Osmanlı ayrı bir tarihsel gerçekliktir..Yeni Türkiye ise, Osmanlı’nın, reenkarnasyonla yeniden hayata dönerek bıraktığı yerden yaşama devamı olayından daha farklı bir  oluşumdur!!..Erdoğan’ın ve AK Parti’nin tarihe sahip çıkarken amaçlarının, Osmanlı’yı-DEVLETİ- mezardan çıkararak onu  tekrar hayata döndürmek olmaması gerekir- Yeni Türkiye, Osmanlı’nın uzantısı değildir, onun diyalektik anlamda devamıdır. Bunlar farklı şeyler..Onlar bu gerçeği göremedikleri sürece daha çok paralel devletler çıkar içlerinden!..

Az önce, kronik hale gelen stresten ve  toplumsal anlamda bir karserleşme olayından bahsettik, bu nedenle,   şimdi biraz   işin    kansere neden olan o kronik stres halinden  bahsetmek istiyorum.  Çünkü, toplum dediğiniz şey de   nedir ki, sonunda, elementlerini insanların oluşturduğu bir sistem değil midir o da.  

Çok büyük ve artık kronikleşmiş bir baskı altındaysanız,  ve de  ufukta  hiçbir çıkış yolu görünmüyorsa, yani,   ne yaparsanız yapın  hiç çaresi yoksa, bu durumda stres sistemi ile   bağışıklık sistemi arasındaki denge bozulur[1]!.      Düşünebiliyor musunuz, ne kaçıp kurtulabiliyorsunuz, ne de  mücadele ederek mevcut durumu  değiştirebiliyorsunuz!  

Örneğin, metal bir kafesin içine konulan farelere  belirsiz aralıklarla elektrik akımı veriliyor (tabi sadece biraz  canlarını yakacak  şekilde); öyle ki, farelerin yapacak hiçbir şeyleri yoktur! Fareler, sürekli olarak, ne zaman geleceği belli olmayan bir elektroşokun etkisi altında bulunmaktadırlar. Bu durumdaki farelerde, kısa bir süre sonra çeşitli hastalıkların ortaya çıkmaya başladığı görülüyor. Çoğunda önce mide iltihaplanmaları ortaya çıkıyor. Bir süre sonra da çeşitli tümörler görülmeye başlıyor, ölüp gidiyorlar. Neden? Yapılan test sonuçlarına göre, bu durumda bulunan farelerin kanlarında Cortisol oranının çok yüksek olduğu görülüyor. Yani,  kronik stres ve aşırı dozdaki Cortisol farelerin bağışıklık sistemini çökertiyor, fareler çeşitli hastalıklara yakalanarak ölüp gidiyorlar[2]..

Ama aynı fareler,  eğer elektroşok gelmeden önce durumdan haberdar edilirlerse (örneğin her seferinde bir düdük çalınarak), bunlarda iltihaplanma, tümör oluşumu gibi hastalıklara raslanmıyor. Buradan da  stresle bilme süreci arasındaki ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğunu anlıyoruz. Stres, tamamen, bilinmeyen karşısındaki doğal-organizmal tepki olarak ortaya çıkıyor (otomatikman mücadele haline geçiş oluyor).  Bu nedenle, stresi kontrol altına almanın en iyi yolu öğrenmektir,  öğrenerek problemi çözmektir. Çünkü, problem çözüldüğü oranda strese neden olan “bilinmeyen”  bilinir hale gelmiş oluyor. “Bildiğiniz” anda da, organizma çevre sisteminde yeni bir denge kuruluyor, organizma bu dengenin içindeki “güvenilir” yerini alıyor. Örneğin, gene yukardaki deneyde, kafes ikiye bölündüğü zaman (arada bir taraftan diğerine geçişe olanak sağlayacak bir delik bırakılarak),   elektroşok gelmeden önce çalınan düdükle birlikte  elektroşokun geleceğini anlayan farelerin, kısa zamanda, aradaki deliği öğrendiklerini, buradan   diğer kısma geçerek elektroşokun etkisinden kurtulmayı başardıklarını görüyoruz. Stres karşısında hiçbir çaresi bulunmayan farelerin bir süre sonra çeşitli hastalıklara yakalanmalarına karşılık,  problemi çözmeyi öğrenerek kendilerine bir çıkış yolu yaratan   farelerin sağlık durumlarında  hiçbir değişikliğin olmaması son derece ilginçtir.

İşte bir süredir bazı aklı evvel “danışman” ideologların yörüngesine giren Türkiye bu türden bir  kafesin içine sokuldu!. Öyle bir kafes ki bu,  gözle falan göremiyorsunuz onun duvarlarını; bunlar,  tıpkı o şekere bulanmış zehir gibi, son derece çekici, iki yüz yıldır horlanan, aşağılık duygusu içinde  bulunan insanımıza  cazip görünen 20.yy kalıntısı sahte  bir  paradigmayla  gizlenmişler! İşte, ne güzel kendi yolunda gidip duran Türkiye’yi tuttular böylesine çıkmaz bir kafesin  içine hapsettiler!. “Faiz lobisine karşı savaş”, “küresel finans çevrelerine karşı  savaş” falan derken  küresel sermaye çevrelerini ürkütmekle kalmadılar, Türkiye’yi, sanki, kapitalizmin gelişmesinin eşit oranda olmaması kanununa göre yükselerek   20.yy kalıntısı ulus devletler statükosuna karşı savaş açan bir ülke konumuna  soktular!. “Yaşasın tam bağımsız, genleşen,  emperyal Türkiye” sloganları bir anda  bütün bilinçleri kaplayan bir virüs haline dönüştü!. Eğer etrafımızda  illa bir “Haşhaşiler” çemberi arıyorsak önce  işin bu tarafını görmemiz gerekiyor!. Yoksa,  ideolojik virüsler tarafından beyinleri tutulmuş  odaklar- çevreler her zaman vardır organizmada; ama, normal koşullarda bağışıklık sistemi bunları kontrol altında tutar. Bugün mesele, bağışıklık sisteminin düzgün çalışamamasından kaynaklanıyor ki, bunun da nedeni  KRONİK STRES HALİDİR.  Toplumu sürekli gerilim halinde tutuyorsun, ama hiçbir çıkış yolu görünmüyor ortada!. Çünkü sen,  20.yy’ın bütün o ulus devletler statükosuna karşı savaş açmışsın!. Üstelik de bunu yaparken içerde ve dışarda  sana dost olabilecek güçlerle hiç bir bağlantı kurma ihtiyacını duymuyorsun!. “Ben haklıyım” diyerek herkese birden saldırıyorsun!..Sonra, önüne engeller çıkınca da diyorsun ki, “Erdoğan’ı yedirtmeyeceğiz”!  

Ben,  bugün Erdoğan’ı bekleyen en büyük tehlikenin onu  “yedirtmeyeceğiz”cilerin iyi niyetli, ama  bu sekter anlayışları olduğunu düşünüyorum. Bunu hep, yokuş aşağıya inen bir arabaya gaz verdirmeye benzettim!. “Yürü ya Erdoğan” derken farkında olmadan-istemeden Erdoğan’ı aslanın ağzına atıyor bu anlayış!. Bu savaşın öyle sadece Türkiye içindeki  basit bir iktidar mücadelesi olmadığını, bunun, 20.yy la 21.yy güçleri arasındaki bir savaş olduğunu göremeden verdirilen bu gazla “ya Allah” diyerek yalın kılıç ileri atılan Erdoğan’a yazık oluyor!. Biz, “cepheyi genişlet, yeni ittifaklarla kendi saflarını tahkim et, içerde Kürtleri ve İstanbul burjuvalarını, dışarda da küresel sermayeyi kendi yanına al” derken  bakın işler nereye geldi-geliyor. Bu gidişle, o “barış sürecine” de hiç güvenmeyin, yarın onu  da sekteye uğratırlar!. Çünkü barışın yolu demokratikleşmeden geçer. Demokratikleşme ise ancak 21.yy’a ait güçlerle omuz omuza dayanışma içinde gerçekleştirilebilecek bir hedeftir. Yoksa, şimdilerde olduğu gibi, böyle basiretin bağlanır donar kalırsın!. Düşünsenize, bir yandan bütün dünyaya karşı savaş açacak bir cesaretin var, ama öte yandan, gerekli demokratikleşme adımlarını atmaya bir türlü cesaret edemiyorsun! Bu öyle  yaman bir çelişkidir ki yer bitirir adamı!.. 

Tekrar altını çizelim: AK Parti’nin iktidara gelişi sürecinin küresel rüzgarlara uygun olduğunu söylemiştik. Ne idi bu küresel rüzgar dediğimiz şey: Daha iyi kalitede malı, daha ucuza üretebilmek.. ve bu şekilde  dünya pazarları içinde daha fazla paya sahip olabilmek..İşte bizim, 21.yy, küreselleşme falan derken anlatmaya çalıştığımız şeyin özü budur. Ulus devlet-sermaye birliğini-bütünlüğünü bitiren, sermayeyi devletten bağımsız hale getiren oluşumun özü  budur. AK parti’nin eski Devletçi oligarşiye-Devlet sınıfına-karşı iktidara gelebilmesi öyle Erdoğan’ın büyülü karizmasıyla falan ilgili değildir; bu tamamen, iç ve dış dinamiklerin küreselleşme koşullarındaki  konumuna-duruşuna bağlıdır. Yoksa, öyle tereyağından kıl çeker gibi, arkasında   ittihatçılar,  Enverler, Yakup Cemiller ve Kemaller yetiştirmiş bir Devlet geleneğini “altederek”  iktidar olmazdı Erdoğan!. O rüzgardır ki, aldı onu ve AK Partiyi bir yere getirdi!. Ve o da-onlar da kimsenin tavuğuna “kiş” demeden, “maksat bağcıyı dövmek değil, üzümü yemektir” diyerek  kendi işlerine soyundular. Üretici güçleri geliştirmek herkesin işine geliyordu. Anadolu burjuvaları zaten yanıp tutuşuyorlardı bunun için;çünkü Türkiye’nin büyümesi demek onların da büyümeleri demekti. İstanbul burjuvaları da karşı çımadılar buna. Çünkü, artık isteseler de o eski dar sınırlar içinde kalamayacaklarını görmüşlerdi onlar da. Örneğin bir Koç, ya da Sabancı, veya bunlar gibi olan başka biri, niye artık rekabete açılmasındı ki  onlar da!. Niye onlar da başka ülkelerde yatırımlar falan yapamasınlardı ki?. Küresel sermayeyle işbirliği bunların da işine geliyordu.. Üstelik AK Parti o İslam ülkeleriyle falan ilişkilerde  daha da başarılıydı, niye onlar da bundan istifade etmesinlerdi ki!..AK Parti’yi iktidara getiren ve onu on yıl iktidarda tutan  koalisyon böyle oluştu..

Neyse, daha fazla uzatmayalım!. Bu süreç geldi geldi,  sonra bir noktada tıkandı!. Anadolu burjuvazisinin içinden bir kanat,   burjuvazinin kendi içindeki   sorunları öne çıkararak “bu işin  ceremesini şimdiye kadar biz çektik, bunlar, yani, herbirinin bir bankası olan bu büyükler- İstanbul burjuvaları- hep bize karşı o eski Devletin saflarında durdular, şimdi niye biz hala bunlarla beraberiz ki, madem zamanında eziyeti biz çektik, o halde  şimdi artık pastanın kaymağını da biz yemeliyiz” diyerek, yavaş yavaş kendilerine ideolojik bir pozisyon oluşturmaya başladılar.  Büyümek, sadece büyümek yetmiyordu artık onlara; eski Osmanlı hinterlandını  dirilterek, “genleşen-büyük emperyal bir Türkiye” yaratmak da lazımdı!..Bunun için de tabi statükoyu temsil eden o  eski ulus devletler sistemiyle çatışmayı göze almaları gerekiyordu!.  “Faize falan karşıyız” derken, kısa bir süre içinde, kapitalizmi de o bir türlü ulaşamayacakları “büyüklere” bırakarak,  “kapitalizme alternatif İslami bir sistem” arayışına   girmeye başladılar!  Ve iş giderekten o hale geldi ki, herkeste, “bunlar artık  Türkiye’nin içine girdiği yeni süreci  20.yy mantığıyla bir süper güç olma hayaliyle karıştırıyorlar” şüphesi oluşmaya başladı!. Bir tür  “güç zehirlenmesi” mi diyelim, kendine aşırı güven mi?..   

”Azerbaycan gazı”, “Kürt petrolleri”, “enerji hatları”, “Doğu Batı ticaretinde köprü haline gelmek” falan derken, adım adım kazanılan bu mevziler  radikallerin gözlerini kamaştırdı ve bunlar giderekten işi, “Türkiye artık 20.yy statükosuna meydan okuyor, yeni dünya düzenini Türkiye kuracak” noktalarına vardırmaya başladılar!..

Aslında çok ilginç bir durumdu bu!  Bütün bu söylenilenler kökten yanlış şeyler de değildi!. Örneğin, ilk bakışta ben de bunlara yakın şeyler söylüyorum!. Ama arada o ilk anda gözlerden kaçan çok önemli bir çizgi var. Onlar, bütün bu söylenilenleri 20.yy mantığı içinde anlayarak dile getiriyorlar. Onlara göre,  Türkiye, aynen bir zamanlar Almanya’nın yükseldiği gibi, kapitalizmin gelişmesinin eşit oranda olmaması kanununa göre yükselen bir ülke. O, “emperyal, tam bağımsız cihanşumul Türkiye” anlayışlarının altında yatan bu kafa yapısıdır. Yoksa evet, Türkiye gerçekten de yükselen bir güçtü, bu doğruydu, ama bu güç artık istese de 20.yy’ ölçülerine göre gelişemezdi. O, ancak 21.yy’ın yumuşak gücünü  kullanarak yükselen yıldız olabilirdi. Yoksa, o eski kulvarda koşmaya kalktığı anda, eti neydi budu neydi ki Türkiyenin, bir anda yok ediverirlerdi onu!. 20.yy statükosunu temsil eden güçlerin, o eski dünyanın ulus devletlerinin, bir ABD ‘nin, bir AB nin, bir Rusya’nın karşısında tek başına bir Türkiye’nin o eski anlayışla karşı durabilmesine imkan var mıydı!. Türkiye ancak kendi gücünün nereden kaynaklandığının bilincinde olarak bu eski dünyanın karşısında durabilir, onu değiştirme mücadelesinde başarıya ulaşabilirdi...İşte bu arkadaşların anlayamadıkları şey bu oldu..

21.yy’ın küreselleşen dünyasının sihirli formülünün, “bir malı daha iyi kalitede, daha ucuza üretebilmek  olduğunu” söylemiştik. Bu nasıl yapılacaktı peki? Daha iyi kalitede malı daha ucuza nasıl üretecektik? Üretim maliyetlerini düşürmenin falan yanı sıra bunun iki yolu vardı. Bunlardan birincisi, küresel sermayeyi ülkene çekmek ise,  ikincisi de, daha çok bilgiye sahip olabilmekti. Peki bunu nasıl yapacaktı Türkiye? Tek bir yolu vardı bunun: DEMOKRATİKLEŞMEK!..Hiç başka yolu yoktu!. A dan Z ye kadar demokratikleşmeden daha ileri gitmek mümkün değildi. Peki, demokratikleşmek demek ne demekti? Herşeyden önce 21.yy koşullarına uyan yeni bir anayasa demekti, küresel sermayeye demokratik bir ortamda yatırım yaparak   hak arayabilme garantisi vermek demekti. Öyle ya, sen adamı çağırıyorsun, gel benim ülkeme yatırım yap diyorsun, demez mi adam sana, “tamam geldim, ama yarın bir anlaşmazlık olursa ben hakkımı nasıl arayacağım, hani benim demokratik hak arama yollarım”!..İşte tam bu noktada halkın demokratik talepleriyle küresel sermayenin  demokratikleşme talebi biribiriyle örtüşüyor..Bu yüzden demokratikleşme..

Ama bu da yetmez; bunun yanı sıra, daha çok bilgiye sahip olabilmek de  gerekiyordu. Çünkü, daha çok katma değer üretebilmenin yolu daha çok bilgiye sahip olabilmekten geçiyordu. Fakat, bunun için de barışçı bir politika izlemek lazımdı. Silah yerine “soft power” üretecektin artık, bunun başkak yolu yoktu!. Soft power-yani yumuşak güç ise, iç dinamiklere,  gelişmeci- ilerlemeci bir anlayışa dayanmak zorundaydı. Yani, büyük düşünebilmek için artık ulusalcı olmak gerekmiyordu. Sınır ötesi düşünebilmek demek, başkalarının topraklarını da kendi sınırlarına katmak için silahlanmak demek değildi!! Çünkü, bütün dünya senindi artık! Tek ki üret sen, daha iyi kalitede malı, daha ucuza üret!..İstediğin yerde yatırım yapabilirdin, istediğin yerde yaşam hakkına sahip olabilirdin..Yani, neresinden bakarsanız bakın, o eski ulus devletçi dünya görüşüne yer yoktu artık..

İşte mesele burada. İşte yol ayırımı bu noktada!. Erdoğan’ın etrafını kuşatan ideolojik atmosfer onun bu gerçeklerle arasını açtı. Onu, ulus devletçi bir büyüme, yükselen ülke olma ruh haline soktular!. Tabi, iş bu hale gelince, bu ruh hali ittifaklar politikasını falan da etkiledi. Hem içerde hem de dışarda eski dünyanın kalıntısı olan güçler, “ne oluyoruz” demeye başladılar ve adım adım Türkiye’yi bir tehlike olarak görerek  onun önünü kesmek için güçlerini birleştirme noktasına geldiler. Sen açıkça adamların “ömüğünü sıkmaktan”, onları “intihara yöneltmekten” bahsediyorsun yahu, adamlar hala senin yanında dururlar mı bu durumda?..ABD ve AB ile olan ilişkiler için de geçerli bu..Sen hergün,  yükselen Türkiyeyi, bir ABD’ nin bir AB’ nin karşısına koyarak politika yapmaya kalkarsan adamlar da öyle dururlar mı?. Birkaç örnek verelim. İstanbul’a yeni bir hava alanı yapılıyor, ne kadar güzel değil mi..Ama sen niye tutupta bunu  anti Alman-anti AB ci  bir anlayışla dünyaya prezante etmeye kalkıyorsun ki? Neymiş efendim, bu hava alanı Frankfurt havaalanını yok edecekmiş! Yahu kardeşim senin amacın üzüm yemek mi yoksa bağcıyla boğuşmak mı? Şu enerji hatları meselesi sorunu da öyle. Tamam bak ne güzel, Türkiye Azeri gazını Avrupa’ya taşıyan boru hatlarına evsahipliği yapacak..E, bunu tutupta niye illa ki adamların gözüne sokarak onları kışkırtıyorsun ki?!. Hem sonra, böyle bir hat AB’ nin de işine gelir. Rus gazına alternatif yeni bir kanalın açılması onlar için de olumlu birşeydir. Bırakın AB ile restleşmeyi, tam tersine, en azından bu konuda senin AB ile uyum halinde olman gerekir. Ama yok, illa ki kavga edeceksin!. Hem de öyle mantıksız bir kavga ki, “Rusya’yı doğal müttefik” ilan ederken  AB yi de tu kaka edebiliyor bir “danışman”!..ABD konusu da öyle. Neredeyse ABD ile de kapışacağız!. Yani, hep bir kavga atmosferi!..Hep bir yükselen Türkiye psikolojisi ve buna bağlı bir kavga havası!..Nereye varacak bu işin sonu? Sonra da  işler karışınca “Erdoğan’ı yedirtmeyeceğiz” diye slogan yarışına giriyorlar!. Hem Erdoğan’ın aslanın ağzına atılması için ona gaz veriyorlar, ama hem de, “yürü” diyerek onu iteliyorlar!. Yahu, durun bir bakalım. Bakın şu son on yılda nasıl geldi Türkiye bu noktalara. O faizleri yüzde altmışlardan alarak bugünkü seviyelere “faiz lobisine” karşı uluslararası savaş açarak mı   indirdi Türkiye? Biraz soluk alın! Yok!.

Bakın açık söylüyorum, bu gidiş iyi bir gidiş değildir.  “Bizim arkamızda halk var, bu bize yeter” mantığıyla yetinilemez!. Evet, sizin arkanızda halk var ama, karşınızdakiler de, içerdeki uzantılarıyla birlikte    20.yy statükosunu temsil eden güçler ittifakıdır!.  Unutmayalım, sadece seçimleri kazanmakla bitmez bu iş!. Adamlar açık açık  Menderes’i örnek gösteriyorlar bakın!..Şimdi buna  bir de “Haşhaşiler” sorunu eklendi!..Anlaşılıyor sanırım ne demek istediğim!..Derhal gerekli adımları atarak rahat bir nefes aldırmak lazım Türkiye’ye. Erdoğan’ı yedirtmemenin yolu da buradan geçiyor!..       

 


[1] Bu konuda daha geniş açıklamalar için bak: http://www.aktolga.de/m16.pdf

[2] Spektrum der Wissenschaft (1999). Dossier Nr. 03/1999: “Neurobiologie der Angst”.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums