Osmanlı devletinin ruhu halâ yaşıyor !.. (1)

  • 9.05.2013 00:00

 NEDEN «BİZ BİZE BENZERİZ»!...

İÇİNDEKİLER

İŞİN KÖKÜ NERELERE DAYANIYOR..

NEDEN BİZDE «SOL SAĞ»DIR !..

OSMANLI DEVLETİNİN HALÂ YAŞAYAN MADDESİ VE RUHU ÜZERİNE..

YA TARİHSEL DEVRİM..

KİMİZ BİZ, NEDEN „KENDİMİZE BENZERİZ » !..

DEVLET VE BİREY..

OSMANLI HER DÖNEMDE HEP İLERİCİ BİR RUHA MI SAHİP OLMUŞTUR..

ANCAK KENDİ KARŞITINI YARATARAK VAROLABİLİRSİN..

VE 27 MAYIS : « KARŞI DEVRİMMİ YOKSA ÖZGÜRLÜKLER ORTAMI YARATICISIMI..

12 MART, 12 EYLÜL VE SONRASI..

TÜRKİYE SOLUNUN DİYALEKTİĞİ..


1923’te “Cumhuriyet’in kuruluşu”,  Tanzimat’tan I.Meşrutiyet’e, daha sonra da 1908 “Jöntürk Devrimi’ne” kadar çeşitli aşamalardan geçerek gelişen Osmanlı’daki  “burjuva devrimi” sürecinin  zaferi miydisizce; 1923’te, niteliksel olarak yeni bir devlet-bir burjuva cumhuriyeti mi-  kurulmuşoluyordu böylece,   böyle mi  düşünüyorsunuz siz!..

Sizi bilmem ama ben böyle düşünmüyorum! Ben, “Cumhuriyet Devrimi’ni” de, tıpkıTanzimat, I.Meşrutiyet ve 1908 “Jöntürk Devrim”leri gibi OsmanlıDevleti’nde gelişen biribirine zıt iki “devrim” sürecinin (yukardan aşağıya doğru, “batılılaşma” adı altında başlayan ve bugün bile halâ “ulusalcılık” adı altında devam eden, “Oryantalizm” kökenli kültür ihtilali süreci ile, buna zıt bir şekilde aşağıdan yukarıya doğru gelişmeye çalışan sosyal devrim sürecinin) bir parçası-aşaması- olarak görüyorum. Nasıl ki, bir Tanzimat Fermanı’yla birlikte Osmanlı Devleti birden  niteliksel olarak değişerek “batılı bir devlet”, ya da  bir burjuva cumhuriyeti-devleti haline gelmediyse, 1923’te Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte de Osmanlı Devleti hemen öyle bir “batılı”- “burjuva devletine” dönüşüvermemiştir!!. Yani, 1923 bir nitelik değişimi olayı (bu anlamda,  “batılılaşma”- ya da burjuva devrimi süreçlerinin tepe noktası) değildir.  Osmanlı Devleti, bu tarihten sonra da, bir Osmanlı cumhuriyeti olarak  yaşamaya devam etmiştir!.   Bugün Türkiye’deki sınıf mücadeleleri de, son tahlilde, cançekişerek de olsa halâ yaşayan bu yapının kendi içindeki “batılılaşma”-burjuva devrimi  süreçlerinin son perdesinden başka birşey değildir!.  2007’de, son Osmanlı Padişahı’nın tahttan indirilmesinden sonra (!) Devletin nitelik değiştirmesini- Devleti burjuvaziye kaptırmayı-bir türlü içine sindiremeyen Osmanlı artığı “batıcı” görünümlü “ulusalcı” Devlet Sınıfı mensupları  ne yapacaklarını şaşırmış vaziyettedirler! Çünkü, aşağıdan yukarıya doğru gelişerek zirveye yaklaşan burjuva devrimi süreci artık diyalektik karşıtı olan  “kültür ihtilali sürecini  sona  erdirmekte, ya da kontrol altına almaktadır.

Her devrim bir tür “kıyamet”tir aslında! Çünkü, böyle dönemlerde ölüler de  mezarlarından kalkarak katılırlar   hesaplaşmaya!. Bugün Türkiye’de olan da bu değil midir!. Bütün bir Osmanlı tarihi adeta yeniden canlanıyor bilinçlerde. Biz kimiz, neyiz, nereden-nasıl geldik buraya; dün ne idi, dünü yapan güçler kimlerdi; bütün bu sorular yeniden soruluyor. Fatih’ten II.Mahmut’a, II.Abdülhamid’ten Jöntürklere-İttihatçılara ve de Kemalistlere kadar, tarihi yapan-daha doğrusu bu tarihsel tiyatroda daha önce rol almış olan- bütün o kişilikler birer birer kıyam ederek-dirilerek- ayağa kalkıyorlar ve sorgulanıyorlar! Çünkü insanlar bugünün dünün içinden çıkıp geldiğini anladılar artık. Bu yüzden de, dünün o karanlık labirentleri içinde  kaybolup giden   bugüne ilişkin  gerçeği arıyorlar!  

Ama bu yeterli değildir! Çünkü, dün   bugünün içindedir! Yani, sadece tarih kitaplarının içinde bulamazsınız dünü! Dünü yapan-yaratan aktörler, tarihsel süreklilik içinde yeni  biçimleriyle bugünün içinde yaşarlar. Bu, her çocuğun anne ve babasının genlerini kendi içinde taşımasına benzer bir yerde. Bu nedenle, eğer bugünün içindeki sınıf mücadelelerinin diyalektiğini bilmek istiyorsanız, aynı anda,  hem dünden bugüne, hem de bugünden düne doğru seyahat edebilmeyi başarabilmeniz gerekir. Çünkü, dün bugünün içinde olduğu gibi, bugün de dünün içinden süzülerek günümüze gelmektedir.     

Şimdiye kadar hep, “kralın çıplak hali”  bu diye onun kılık değiştirmiş şekillerini gösterdiler bize! Bizler de hep hayalet taşladık! Bu nedenle, şu an  şaşırıyor olsanız da, içinizden, “o kadar da değil” deseniz de, bir an için, bütün bu söylediklerimin doğru olabileceğini düşünün, bakın neler olurdu o zaman:

1-Bir kere, sınıf mücadelesini saptıran bütün o kafa karıştırıcı “solcu”-“sağcı”-“Kemalist” “bakış açılarının”, “teorilerin”, “ideolojilerin” hepsi bir anda yok oluverirlerdi bu durumda! Öyle ya, eğer gerçekten benim dediğim gibiyse durum, yani bugün Türkiye’de cereyan eden  mücadele, son tahlilde,   Cumhuriyet adı altında halâ varlığını sürdüren Osmanlı Devleti’ne (ve Devlet sınıfına) karşı  burjuvazinin başı çektiği  bir sınıf mücadelesiyse[1], o zaman, bu mücadelede kimin “ilerici”, kimin “gerici” olduğu da daha işin başında apaçık ortada olacaktır. Ve örneğin,  biz de o zaman, Devlet’i[2]ve Devlet sınıfı unsurlarını “kapitalizme karşı olan küçük burjuvalar, asker-sivil aydın zümre” olarak değerlendiren,  “onlar da,  ortak düşmana-burjuvaziye- karşılar” diyerek  Devlet’le ittifak kurmaya çalışan, onunla aynı saflarda yer alan bir “Türk solu’nu”  tartışıyor durumda olmayacaktık; yani, “Türkiye’de sol neden sağdır” deme ihtiyacını duymayacaktık!.. Çünkü saflar apaçık ortada olacaktı bu durumda! Herkes, burjuva devrimcileri olarak tarih sahnesine çıkan kültür ihtilalcisi İttihatçılar ne kadar “ilerici”- “solcu” iseler, bugünkü “solcuların” da o kadar “ilerici-solcu” olduğunu anlıyor-görüyor  olacaktı!. Ya da tersine, “solcular”, bugünkü gibi “tarihsel devrimci”-kültür ihtilalcilsi Devletçi-“solcu” değil, gerçek anlamda bir sol’u temsil ediyor olacaklardı!..

2-Kürt meselesi de bambaşka bir boyuta indirgenmiş olacaktı bu durumda, Tıpkı Türk meselesi gibi! Bugün tarih kitapları bize Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan sonra  “Osmanlı” kimliği altında yeni tip bir “Osmanlı vatandaşı” yaratma çabalarını enine boyuna detaylandırarak anlatırlar. 1908’ den sonra Jöntürkler’in (daha sonra da  Kemalistler’in)  Devleti-Osmanlı’yı-yukardan aşağıya doğru bir “Türk” bilinci yaratarak “Türkleştirme” çabaları  da yer  alır o kitaplarda; ama hiçbir tarih kitabında  bu  “Türk” kimliğini ve “ulusunu” yaratmaya çalışan o instanz-Devlet, ya da sınıf- hakkında yeterli bilgi bulamazsınız! Hiçkimse de, “bu nasıl bir “Devlet’tir” ki, varlığı kendi  “vatandaşından” önce geliyor” diye sormaz! “Nasıl oluyor da varlığı kendinden menkul bir Devlet-kendini  “burjuva devrimci” olarak tanıtan bir Devlet Sınıfı- daha sonra kendisine uygun bir vatandaş-“Türk vatandaşı”-ve “ulusu” yaratabiliyor, bu nasıl iştir” diye sormaz! Bu “burjuva devrimci Devlet” olma sıfatını ona kim-nasıl vermiş diye sormaz, soramaz[3]! Soran olursa da onu hemen “zındık” diye  aforoz ediverirler!!. 

Benim bütün  hayatımı değiştiriveren bu  soruyu zamanında ben sordum ve de halâ sormaya devam ediyorum! Bütün o tarihçi geçinenlerden de-eğer cesaretleri varsa tabi(!)- pozitivizmin  kalın surlarının arkasına gizlenmeden cevap istiyorum bu soruya! Olabilir mi böyle birşey? Eğer 1923 Cumhuriyeti bir burjuva devriminin sonucu ise, yani bu tarihte Osmanlı Devleti nitelik değiştirerek bir burjuva cumhuriyeti haline gelmişse, o zaman  nedir bu daha sonraki “Türk kimliği” ve “Türk ulusu” “yaratma” çabası!!..

1-Ortada bir ulus ve onu yaratan bir burjuvazi olmadan nasıl olmuştur da bir  burjuva devrimi olmuştur?

2-Etnik anlamda “kimlik” denilen şey, özünde, bilinçdışı kültürel bir oluşumsa eğer (ki öyledir), ve bu da ancak tarihsel gelişim içinde aşağıdan yukarıya doğru kendiliğinden gelişerek ortaya çıkabilirse,  yukardan aşağı doğru, planlı-bilinçli-modernist bir çabayla yaratılmaya çalışılan o nevi şahsına münhasır “kültür”-“kimlik”-ve “ulus” nedir o zaman? Sakın bana “bilişsel kimlikten” bahsetmeyin! Çünkü ben de o zaman size, “neydi peki o kafatası ölçme” çabaları falan diye soruveririm!!..

Bırakalım artık “Devleti kurtarma” adına katlanılan bu eziyeti! “Batılılaşıyoruz”,  “Türklük bilinci”, “Türk ulusu” yaratıyoruz derken, kendi kültürüne-benliğine yabancılaşmış, ne olduğu belirsiz, halka karşı olmayı modernist bir kimlik (“laikçilik”) olarak tanımlayan bir kitle yarattınız sonunda! Bir de tabi,    buna karşı reaksiyon olarak oluşan “solcu-ilerici” bir “Kürt” kimliği yarattınız! Ve bu ikisi çatışıyor şimdi görünüşte!

Ama bir de, bütün bu görüntülerin altında  kendi mecrasında akıp gelişen bir mücadele var  ortada. Kökleri ta 16.yy’ın ortalarına kadar dayanan ve çeşitli aşamalardan geçerek  günümüze kadar gelen  bir mücadele bu..Bu nedenle, yukardaki tabloya onu da eklemek gerekir. Yani, bir yanda, maddesiyle bugün artık cançekişiyor durumda  olsa bile, yarattığı bütün o  “kimlikleriyle”-yani ruhuyla-halâ  ayakta olan-yaşamaya devam eden- Osmanlı Devleti’nin-Cumhuriyeti’nin- onun “sağ” ve “sol” kanatlarının-müttefiklerinin,  diğer yanda ise, burjuva devriminin güçlerinin yer aldığı bir mücadeledir  bu.  

Bu yazi dizisinde tarihe-tarihimize bu gözle bakarak günümüze ilişkin bir tarih ve kimlik bilinci yaratmaya çalışacağız..

İŞİN KÖKÜ NERELERE DAYANIYOR?..       

16.yy’ın ortalarından itibaren, önceleri yavaşyavaş, ama daha sonra, özellikle de ikinci Viyana kuşatmasıbozgunundan sonra, muazzam bir yapısal değişim süreci başlar OsmanlıDevleti’nde. Batı’da kapitalizmin gelişmesine paralel olarak dış dinamikte meydana gelen değişiklikler  iç dinamiği  de etkileyerek  aktif hale getirince, üretici güçlerin gelişmesini engelleyen merkezi Devlet otoritesi zayıflamaya başlar. Üretici güçlerin gelişmesiyle Devlet’in güçten düşmesi, merkezi yapının zayıflamaya başlaması aslında karşılıklı olarak biribirini etkileyen-tetikleyen, hızlandıran-  süreçlerdir.  Ve öyle olur ki, zaman içinde, “Yönetenler” ve “Yönetilenler’den” oluşan klasik Osmanlı toplumsal yapısının içinde kendine özgü yeni bir sınıf-“orta sınıf”- daha oluşmaya-boy göstermeye başlar. Müslüman kesimde “eşraf”-“ayan”, gayrımüslim kesimde ise, “kocabaşı”, “çorbacı”, “knez” vb. olarak adlandırılan  mahalli liderlerin ortaya çıktığı ve güç kazanmaya başladıkları, özel mülkiyetin  gelişmeye başladığı, Batı ülkeleriyle ticaretin gelişmesine paralel olarak yeni bir protokapitalist-tüccar sınıfının ortaya çıktığı kendine özgü bir gelişme-uzun vadede de kapitalistleşme- sürecidir bu.

Tabi, merkezi otoritenin zayıflamasına paralel olarak, yer yer derebeyileşme-feodalleşme de olur ve büyük boyutlara ulaşır. Öyle  ki, 19.yy’ın başlarına gelindiği zaman, Osmanlı Devleti  eskiden olduğu gibi tek bir merkezi otoritenin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanan  bir güç-bir devlet-değildir artık. Devlet gene durmaktadır yerinde, ama bunun yanı sıra şimdi iki önemli güç daha vardır  ortada (bakın, Reayanın hiç sözü bile edilmiyor!). Herbirinin kendine özgü orduları bulunan, iç işlerinde bağımsız hale gelmiş “büyük ayanlar”-derebeyleri, ve artık protokapitalist  unsurlar haline gelmiş olan diğer Müslim-gayrımüslim mahalli liderler  (eşraf-daha küçük ayanlar, çorbacı, kocabaş vb).  Bundan sonra süreç artık bu üç unsur arasındaki ilişkilerle-karşılıklı etkileşmelerle ilerleyecektir. Tabi bunlara bir de dış etken-dinamik olarak batılı ülkeleri ve Rusya’yı ilave etmek gerekir.

19.yy’ın başlarından itibaren (II.Mahmut’la birlikte) artık iyice, “batılılaşarak” kendini kurtarma psikolojisi içine girmiş olan Devlet-Devlet sınıfı-  yüzüne bir batılılaştırıcı “ilerici güç”  maskesi takarak, eski “tarihsel devrimci” günlerini hatırlatır bir şekilde yeniden kükremeye çalışır; artık “ademi merkeziyetçi” hale gelmiş olan mevcut yapıyı  değiştirerek onu yeniden merkezi tek güç haline getirebilmek  için  uğraşır. Asar, keser, ne ayan bırakır ortada ne mültezim, bunların hepsini yok eder, yerlerine Devlet memurlarını atayarak  yeniden eski-güzel günlere dönme hayalini kurar!. Yani, artık  kabına sığamaz hale gelen üretici güçleri tahrip ederek  minareyi tekrar eski  kılıfına sokmak için elinden geleni yapar. Ama artık çok geçtir. Tarihin akışını geriye döndürmek imkânsızdır!

Bir süre sonra bu gerçeği o da- Osmanlı Devleti de- görür. Öyle ki, yok etmeye çalıştığı o orta sınıf olmadan vergilerini bile toplayamaz hale gelmiş-felç olmuştur Devlet!  Çaresiz kıvranmaya,  mevcut duruma uygun yeni bir çözüm üretmeye çalışırken, adeta hayat   ona Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmanın ne kadar anlamsız olduğunu ispat etmektedir!..  Nitekim, hayat Osmanlıya, “Devleti kurtarmak” için tek yolun  olanı olduğu gibi kabul ederek,   üretici güçlerin gelişmesiyle oluşan yeni maddi gerçekliğe uygun yeni bir üst yapı oluşturmaktan geçtiğini gösterir! Tarihsel olarak gelişmiş olan yapısal değişikliklerle-yani iç dinamikle-  bununla birlikte ortaya  çıkan yeni dış faktörleri-yani dış dinamiği de veri alarak yeni bir yaşam yolu geliştirmek zorundadır o. Ancak  bu şekilde,  sürecin bir adım önüne geçerek, Devleti bu yeni duruma uygun olarak yeniden organize etme-yaşatma olanağını bulacaktır.

İşte, Tanzimat’la birlikte başlayan sürecin özü budur. Yani, “ilerici” Osmanlı Devleti, nevi şahsına münhasır bir çabayla, “Rus ve Japon örneklerinde olduğu gibi”, yukardan aşağıya doğru üretici güçleri-kapitalizmi geliştirmek için başlatmıyor o  “reformlar” sürecini! Başka yolu kalmadığı için, mecbur olduğu için yapıyor bunları! Yani burada,   “reformları” ilan eden “ilerici” bir Devlet falan yok  ortada!!.. Osmanlı, aşağıdan yukarıya doğru gelişerek eski üst yapıyı zorlayan iç dinamiğin, ve de,  batılı devletlerin temsil ettiği  dış dinamiğin zorlamasıyla, önünde başka yol kalmadığı için, yeniden “tarihsel devrimci” kılığına girerek bu yola giriyor-bir anlamda, “çağdaş” bir “tarihsel devrim” atağıyla kabuk değiştirmeye çalışıyor! Burada Osmanlının yaptığı, bir yandan, bütün engellemelerine rağmen durduramadığı süreci-hayatın önüne koyduğu maddi gerçekliği- kabul etmek zorunda kalırken, diğer yandan da, yaşamı devam ettirme mücadelesinde, gelişen yeni duruma uygun olarak yeni bir üst yapı (“modern”-“batıcı” bir görünüm) oluşturmaya çalışmaktan ibarettir. Bu yüzden de, burada “ilerici” olan  iç ve dış dinamiklerdir-gelişerek artık eski kabına sığamaz hale gelen üretici güçlerdir, Devlet değildir! Devlet, aslında süreç boyunca hep  gerici bir rol oynamaktadır.  Onun yaptığı, önce üretici güçlerin gelişmesini engellemeye çalışarak, sonra da, yeni duruma uyum sağlayıp yeni bir biçim altında (“batılı bir devlet” görünümü altında)  varlığını kamufle ederek- yukardan aşağıya bir hamleyle ömrünü uzatmaya çalışmaktan ibarettir. 

Bu süreç-Tanzimat’la başlayan Osmanlının “modernleşmesi” süreci-döneme damga-sını vuran güçler arasında-iç ve dış dinamikler arasında- tarihi bir uzlaşmadır aslında. Öyle ki, görünüşe bakılırsa,  Osmanlı’ya da merkezileşip güçlenme alanında yeni perspektifler sunmaktadır.  

Tanzimat Fermanı Müslim-gayrımüslim, bütün Osmanlı vatandaşlarının “eşitliğini” temel alıyordu. Ne demekti bu? Osmanlı’nın bundan anladığı, kendi tebaasını oluşturan insanları-Reaya’yı- ayan’a (büyük Müslüman ayanlara) bağlılıktan kurtarmaktı! Artık insanlar, direkt olarak Devlete bağlı bireyler-vatandaşlar olacakları için, arada başka bir “sınıfın” varlığına-aracılığına da gerek kalmayacaktı! Osmanlının hesabı açıktı: O, kendisine rağmen, aşağıdan yukarıya doğru olan evrimin sonunda ortaya çıkan  süreci, Tanzimat’ın yukardan aşağıya doğru “modernleşme-batılılaşma” hamlesiyle kendisi için-merkezileşerek yeniden güçlenmek için-kullanmaya çalışacaktır!

Kendisine siyasi rakip olmadıktan sonra,  ticaretle uğraşan, mülk sahibi olan,  bu arada batılı devletlerle de iş ilişkileri kuran bir orta sınıfa karşı değildir  o-yani Devlet! Onun tek korkusu, içerde kendisine rakip bir gücün-Müslüman bir orta sınıfın ortaya çıkmasıdır[4]. Bu yüzden de, “modernleşme” sürecini Devleti güçlendirerek eski güçlü-görkemli günlerine yeniden dönmek için bir vasıta-bir fırsat gibi görür  (süreci bu şekilde kendine doğru yontarak değerlendirir)! Yani hinoğlu hin bir gericilik yatar onun “modernleşme-batılılaşma” çabasının-hamlesinin altında! “Reformlar”mı diyordunuz “alın işte size refomları” der Osmanlı! Bunu derken de içten içe güler hep! “Aptallar” diye düşünür, “kendi elleriyle beni güçlendirecekler” der! Aşağıdan yukarıya doğru gelişen üretici güçleri-ve dış dinamiği-bu şekilde kontrol altına alabileceğine inanır ve bunun için çaba serfeder..

İşte tam bu nokta aslında tarihimizin gerçek anlamda bir kırılma noktasıdır. Bazıları  der ki, “Osmanlı,  yabancı devletlerin zoruyla girmiştir” bu sürece.  Yani “batılılaşma”, “modern-leşme”, “reformlar” falan hep dış dinamiğin zorlamasıyla gerçekleşen şeylerdir. Bunlara göre, iç dinamik diye birşey yoktur zaten Osmanlı’da!  Kimisi de, batılı devletlerin rolünü de kabul etmekle birlikte, Devlet’in “tarihsel devrimci”, “ilerici” geleneğine bağlar herşeyi-bunlara göre, “anti feodal” olduğu için “ilerici”de olmuş olur Devlet-! “Osmanlı, “tarihsel devrim” geleneğine uygun olarak yukardan aşağıya doğru bir burjuva devrimi sürecini başlatmaktadır”! “Tanzimat, İslahat Fermanı, Birinci Meşrutiyet ve sonra da 1908 Jöntürk Devrimi derken, bu süreç (yani burjuva devrimi süreci) 1923’ de Kemalist Devrim’le zirveye ulaşarak tamamlanmıştır”! Dikkat edilirse, burada da hiç iç dinamikten  bahsedilmez! Zaten, Devlet’e devrim yaptıran bu anlayışın temelinde de,  içerde  burjuva devrimini yapacak bir gücün-potansiyelin bulunmadığı-yani iç dinamiğin olmadığı tesbiti yatar. Eşrafmış, ayanmış, toprak ağasıymış,  bunlar hep “feodal unsurlardır”. Tüccar mı, “zaten halk düşmanıdır” o da!. Devlet ise, “devrimci-ilerici” padişah II.Mahmutla birlikte ayanlara-derebeylerine karşı “anti feodal” bir mücadeleyi başlatıp, Tanzimatla bunu taçlandırarak burjuva devrimi sürecini tetikleyendir! Bütün o Jöntürk kökenli “Kemalist”, “solcu”-“ilerici” aydınların tarih bilincinin temeli-çıkış noktası budur işte: Devleti burjuvazinin yerine koyarak ona burjuva devrimi yaptırmaktır bunların çabası! Tarih bilinci-bilgisi böyle olunca, o zaman 1950  de   “karşı devrim” oluyor  tabi!. Bugünkü “Ergenekon” mantığının altında yatan “ikinci kurtuluş savaşı” anlayışının özü   budur! Bu durumda herşey, bütün bir tarihsel gelişim süreci tersine dönmektedir.  Buna, “batılılaşma” adı altında yapılan kültür ihtilâlinin sonuçları  da eklenirse  işin bugün  neden çığrından çıktığı apaçık ortaya çıkar. Bugünlere gelişin hikâyesi buralardan geçerek oluşur..

Evet, insanlar kendi tarihlerinin ürünüdür. Hem tarihin konusunu-maddesini,objesini oluşturur onlar, hem de onu-tarihi-yapan sübje olurlar. Bu nedenle, bugün-bugünü yapan güçler- öyle havadan paraşütle inmiyorlar bu topluma! Kendi tarihleri-tarihsel evrimleri- içinden süzülerek geliyorlar.  Eğer günümüz Türkiye’sine de bu açıdan bakarsak,  karşımıza çıkan tabloyu şöyle açıklayabiliriz:

İki güç-taraf-var bugün Türkiye’de. Bunlardan biri, “batılılaşma” adı altında başlatılan bir “tarihsel devrim” süreciyle kendisini yenileyen Osmanlı Devleti’nin-Devlet sınıfı’nın günümüzdeki “modern” temsilcileridir. Bunlar, tarihsel evrimleri içinde dün II.Mahmut’tular, sonra Jöntürkler-İttihatçılar-Enver Paşa’lar, Talat’lar- oldular, sonra da Kemalistler ve bugünkü türevleri![5]Diğeri ise, DP’nin açtığı yolda  bugün AK Parti ile temsil edilen  Anadolu kapitalizminin güçleridir. Bunlar, daha önce Osmanlı’nın o Reaya’sıydılar, Osmanlı toplumunun içindeki çevre  güçleri-yönetilenleri idiler. Daha sonra, bunların içinden, aşağıdan yukarıya doğru bir gelişme dinamiğiyle yeni bir “orta sınıf” palazlanmaya başladı. “Eşraf”, “ayan” dendi o zamanlar bunlara. 17.yy dan sonraki Osmanlı tarihi  bu “orta sınıfla” Devle’tin mücadeleleri tarihidir bir yerde. Bunların içinden gayrımüslimlerin temsilcisi olanlar milliyetçi burjuvalar haline gelerek Balkan devletlerinin kuruluşlarına önayak oldular. Müslüman orta sınıf ise, bir türlü kaderini Devlet’ten ayıramadı. Müslümanlık bağı ve gayrımüslimlerin ayrılmaları sürecinin yarattığı merkezkaç kuvvetinin etkisiyle (ve de tabi dış tehlikenin etkisiyle)  bilinçdışı olarak ortaya çıkan merkezçekim kuvveti  bunları hep Devlet’le etle tırnak gibi birarada tuttu; hem biribirilerinin kuyusunu kazmaya çalıştılar bunlar, hem de bir türlü biribirlerinden ayrılamadılar. Kurtuluş savaşı da bu iki gücün işbirliğiyle yapıldı. Biryanda  Osmanlı artığı güçler-Kemalistler, diğer yanda da Anadolu orta sınıfı, bu iki gücün  önderliğinde yapılır Kurtuluş Savaşı. Ve bu ikisinin arasındaki ittifakın ürünü olur yeni devlet.  Fakat zaferden sonra Osmanlı paşaları müttefiklerini-orta sınıfı-bir yana iterek  iktidarı tek başlarına ele alırlar. Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yaptıkları  insanlara II.Mahmut’u hiç aratmayacak  şekilde hayatı zindan ederler!. Birinci Meclis’teki itilip kakılan İkinci Grup olur bunlar-“orta sınıflar”-, sonra da TCF ve Serbest Fırka  deneyimleriyle  bir çıkış yolu aramaya çalışırlar. O zamanlar, “Osmanlı’nın  bilinen ayanlar’ı” denir bunlara. Dönemin kendine özgü kapitalist-protokapitalist unsurlarıdır bunlar. Ama daha sonra,  1950’ lere gelinirken artık burjuvalaşma sürecinde epey mesafe katetmişlerdir. Ve 1950’de, dış dinamiğin de yardımıyla iktidara gelirler.[6]

Kökleri-kaynağı- ta 16.yy’ın ortalarına kadar uzanan bu mücadele, değişik biçimler altında gelişerek günümüze kadar gelmiş olsa da, özünde,  zamana yayılarak gelişen bir kapitalistleşme-burjuva devrimi mücadelesidir-sürecidir..

YARIN

NEDEN BİZDE “SOL” SAĞ DIR!...     



[1]Aslında sadece bir “sınıf mücadelesi”  değildir bu, aynızamanda kültürel bir mücadeledir de! Yani, “batılılaşma adıaltında başlayan kültür ihtilâline karşıkendi kültürünü ve bu zemin üzerinde oluşan ta-rihsel kimliğini yeniden kabul ettirme-egemen kılma mücadelesidir- bir tür özgürlük mücadelesidir. İşte bunun içindir ki, günümüzde burjuva devrimcileri kendilerine “muhafazakâr demokrat” diyorlar!..

[2]„Devlet“ kavramınıbüyük harflerle yazıyorum, çünkü bu „Devlet“ , nevi şahsına münhasır bir başka Devlettir, OsmanlıDevletidir o!..

[3]Gerçek anlamda bir burjuva devrimcisi olmayla   yukardan aşağıya doğru devrim yapmaya çalışan modernist, elitist bir „tarihsel devrimci“-kültür ihtilalcisi- olmak arasında  çok fark vardır!.

[4]Devletin rakibi ancak Müslüman orta sınıf olabilirdi, çünkü gayrımüslimler zaten Tanzimat’a kadar Devlet kademesinde görev alamıyorlardı. Devlet katına çıkmak için din değiştirmek gerekiyordu..

[5]Devletin diğer-Abdülhamid’i bayrak edinen- “İslamcı” kanadı yenik düştüğü için onu burada saymıyorum! Anadolu kapitalizminin güçleri bir yerde zaten o zeminin-geleneğin diyalektik anlamda inkârı olarak ortaya çıkmışlardır..

[6]“İktidara gelirler” ama Devlet halâ Osmanlı’nın-Devlet Sınıfı’nın elindedir!.Sadece bu çelişki-ikilik bile herşeyi açıklamaya yeter! İki ayrı sınıfı temsil eden iki ayrı instanzdır burada söz konusu olan!..

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums