- 26.10.2017 00:00
Yazıya attığım başlığın açılımına gireceğim..
Bana biraz müsaade edin gündemle ilgili bir fikri takip yaparak hatırlatma yapayım.
Ülke gündemi toz duman gidiyor.
Kerkük artık konuşulmuyor çünkü; Kerkük’ü Merkezi Bağdat hükümetinin çağrısı üzerine gelen İran Silahlı kuvvetlerine bağlı hareket eden Haşd-i Şabi silahlı güçleri ele geçirmiş durumda.
Türkiye Irak’ta Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan oldu misali bir siyaseti yaşıyor.
Kerkük’ü 81’ci il, ilan ettik ama Kerkük’te ne silahlı bir gücümüz var ne de diplomasi de bir ağırlığımız.
Erdoğan’ın Bağdat hükümetine önceden kalibremde değilsin, kıratıma binecek birisi değilsin derken, Barzani Kerkük’te referanduma gidince;Erdoğan Bağdat hükümetini muhatap aldı ama sonra Irak merkezi hükümeti,Ankara’ya öyle bir çalım attı ki ters köşeye yatırdı,bunu da Kerkük’e bakarak görebilirisiniz.
Kerkük ve Suriye ile ilgili Akp hükümetinde ve havuz medyasında bir cümle haber çıkmıyor.
Bir de 20 gündür gündemden düşmeyen istifası istenen Ankara,Bursa ve Balıkesir Belediye başkanlarının direnmesi gündemde yerini korurken; ben yazıya başladığım saatlerde Bursa ve Ankara belediye başkanlarının istifa haberleri,haber kanalların da son dakika haberi olarak veriliyordu.
Dış politikadaki miyopluk Ankara’yı kör kuyuya düşürmüş gibi.
İçe dönük milliyetçilik hamaseti ülkeye bir akıl tutulması yaşatıyor.
Erdoğan’ın can suyu Devlet Bahçeli Kerkük ve Musul’u da katarak Türkiye’nin il sayısını 83’e çıkarttı..
Bir başka milliyetçi partimiz Büyük Birlik Partisi(BBP) genel başkanı Mustafa Destici büyük abisinin politikasını gündemden düşüren bir açıklamayla; Türkiye’nin il sayısına Halep’i kattı o da yetmedi Kırım’ı ilave etti, daha ileri giderek Batı Trakya’yı da Türkiye sınırlarının içine aldı.
Türkiye, sınırlarımızdaki komşu şehirleri ülkeye katmak kesmemiş olacak ki;Erdoğan’ın ekonomi baş danışmanı Yiğit Bulut iddia ediyorum, ilk defa söylüyorum diye başladığı sözlerine göreceksiniz; çok yakında Azerbaycan’da referandum olacak, referandum sonucunda Azerbaycan halkı Türkiye’ye entegre olacak dedi.
Ülkenin il sayısını da şaşırdık yüz ölçümünü de..
Maşallahı var bizim milliyetçilerimizin bir kurşun atmadan, akşam yatıp sabah kalkıp ülkenin sınırlarını yeniden çizmekle kalmıyorlar, illerin sayısını da çoğaltıyorlar.
Sanki bu bahsettikleri ülkede yaşayan halklar Türk vatandaşı olmak için sıraya girmişler de sınırda bekliyorlar.
Bu iki partinin dış politika üzerine konuşmalarını dinlemenizi tavsiye ederim, tiyatroya gitmenize gerek yok.
Gelelim yazımızın konusuna ;”Erdoğan ihanet ettim diyor dinleyiciler alkışlıyor.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan:Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki “uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirve”sinde “..
“Biz bu şehrin kıymetini bilemedik,bu Şehre hala da ihanet ediyoruz,bende bundan sorumluyum demiş.”
Bunu demişte izleyiciler ne yapmış?
Böyle bir konuşmayı demokratik bir ülkenin devlet başkanı yapmış olsa idi;izleyiciler protesto eder yuhalar o konuşmacıyı konuşturmazlar veya salonu terk ederlerdi.
Peki burada ne olmuş tam tersi Erdoğan’ı izleyiciler ayakta alkışlamışlar..
Buna derler okuduğunu ve dinlediğini anlamayan,akşam ne yediğini hatırlamayan,ağlanacak haline gülen toplum,diye.
Acaba sıradan bir vatandaş veya Erdoğan’a muhalif bir gazeteci böyle bir haber veya yorum yapsa idi; Erdoğan iktidarında başta İstanbul olmak üzere bu ülkeye ihanet etmiştir, diye sosyal medya hesabından böyle bir şey yazıp paylaşsaydı, o kişilerin başına ne gelirdi düşünebiliyor musunuz?
Dönelim İstanbul’un nasıl inşaatla beton tarlasına dönmesi,çarpık yapılaşmasına ve tarihi yarım adanın nasıl yok olmasına..
İstanbul’un tarihinin ve güzelliğinin yok olması üzerine Yunanlı bir turistin gözlemini okumuştu yıllar önce bir gazetede.
Yunanlı Turist:”İstanbul çok güzel bir kadın ama hasta, Türkler bu kadını tedavi ettirecekleri yerde sürekli kuaföre götürüyorlar” diye İstanbul’un bugünkü halinin fotoğrafını çekiyordu.
İstanbul’u kesintisiz 1994 yılından bu tarafa yöneten Erdoğan’ın kent anlayışının ve siyasetinin sonucudur.
İstanbul bu duruma getiren göç dalgası ve gecekondu rantı.
-Bir kere her yıl İstanbul bir Eskişehir nüfusu kadar yani 844 bin kişi göç alıyor.
-1950 yılında İstanbul’un nüfusu 1 milyondu.
-İstanbul’un yatılı nüfusu 15 milyonu bulmuş durumda ve bu rakamda duracak gibi de gözükmüyor.
Birde Kanal İstanbul Projesi devreye girerse, İstanbul’un nüfusunun kaç milyon olacağını kestirmek mümkün değil.
Göç dalgasını Erdoğan sürekli teşvik ediyor,nasıl mı;her gitti taşra illerinde sürekli İstanbul’un cazibesini anlatıyor köprü,tünel,marmaray,metro ve boğazın manzarasından bahsederek.
Kentlere gelen göç dalgası Akp’ye oy olarak döndüğünün Erdoğan çok iyi farkında..
Bu göç dalgası yoksullardan oluşuyor ve Akp hükümetinin makarna,odun-kömür yardımları oya dönüşmesinin birer argümanı olarak kullanılıyor.
Erdoğan’ın bir gün olsun göç durdurulmalı diye bir açıklamasını duydunuz mu?
Duymadınız,duymayacaksınız da!..
Kentlerin böylesi çarpık,yapılaşması,tarihi dokusunun yok olmasına ve görüntü kirliliğine dönüşmesine, trafik işkencesine,kent kültüründe buna Megalopolis yani:”Fakir ülke hastalığı deniliyor.”
“Megalopolis hastalığı sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı,çaresi olmayan bir fakir ülke hastalığıdır.Ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında,toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal ayrışmanın da mekanıdır.
Bu,fakir sınıfları iki türlü biçimlendiriyor:kentsel çevre,ulaşamadıkları zenginliğin görüntüsüdür.Öte yandan yaşadıkları çağın olanaklarını,yüzeysel olsa da onlara gösteriyor.Bu öğrenme,tüketime eğilimini artırıyor ve kapitalizmin işine geliyor.Fakat sınıfsal ayrışımını altını çizerek zengin sınıfları bu bu çelişkileri saklamak için bir sürü yalan icat etmeye zorluyor. Bu durum onların statülerini korumalarına belki yardım ediyor, ama toplumun ahlak dokusunu da bozuyor.”(Yazımın Megalopolis bölümünü Bilim ve teknoloji dergisinin yazarı Doğan Kuban’dan aldım)
Erdoğan İstanbul’a ihanet ettiğinin söylüyor.
Gezi olaylarının ortaya çıkışının nedeni İstanbul’un talan edilmesi ve tarihi dokusuna bozulmasına ve çevrenin betonlaşmasına karşı, bir direniş olduğunu Erdoğan kabul etmedi.
Gezi olayları aynı zamanda bir kent direnişiydi.
Erdoğan Gezi olaylarını nasıl okudu;bu bana karşı bir darbe provası,faiz lobilerin eylemi ,dış güçlerin yönlendirmesi diye yorum yapmakla kalmadı, on binlerce duyarlı insanı vandallıkla suçladı.
Erdoğan’ın Gezi eylemlerine destek veren her kesime atmadığı iftira ve etmediği hakaret kalmadı.
Kabataş iskelesinde başörtülü bacımın üzerine idrarını yaptılar, maabetimizde Camiyi kastederek içki içtiler gibi, iftiralar atarak,algı operasyonu yaparak asparagas haberler yaptı havuz medyasının sözde gazeteci geçinen tetikçi esnaf takımı.Bu yalan haberleri Erdoğan her ortamda dillendirdi hem de televizyon kanallarında canlı yayınlarda,elimizde görüntüler var diye.
Bu iftiralar tamamen Gezi olaylarını itibarsızlaştırmaya yönelik olduğu; zaman içinde sonradan Kabataş iskelesinde başörtülü bacımın üzerine idrarını yaptılar haberinin yalan olduğu da ortaya çıktı.
Muhalefeti rejim karşıtı görür, demokrasi ve hukuktan uzaklaşır;OHAL ile ülkeyi yönetmeye devam ederseniz; yönettiğiniz ülkeye de İstanbul gibi bir doğa harikası şehre de daha çok ihanet ettiğinizin itirafını yaparsınız.
İktidar hırsı ve para insana rüyasında görse inanmayacağı ihanetleri yaptırır.
Yazıya Lenin ünlü bir sözü ile noktayı koyalım;”Kapitalistler kendini asacak olan ipi bile satarlar” der.
Yorum Yap