- 17.11.2012 00:00
Yazının başına oturmadan kısa not aldığım konu başlıklar üzerine yorumlar yaparken bir taratanda yazının başlığı olarak ne atmalıyım,diye de bir beyin fırtınası yapıyorum..Ülkenin gündemi PKK’lıların başlattığı açlık grevlerinin 65.günü ve Başbakanın gereksiz idam tartışmaları gırla gidiyor.Ben de acaba yazının başlığını ne koysam diye,çeşitli,adlar üzerine turluyorum;”Tanrı akıl dağıtırken biz neredeydik,akıl deliliği içinde taşıyor, akıl su değil ki insana boğazından akıtasın” öfke beyindeki bütün ampuller patlatıyor” gibi başlıklar üzerinden dolaşırken birden aklıma “köprüden önce son çıkış” a karar kıldım.Ülkenin böyle bir sıkışıklık içerisinde yaşadığı siyaseti üzerine.
Köprüden önce son çıkışı sözünü İstanbul trafiğine yabancı olan sürücüler buna çok dikkat ederler, eğer köprüden önce son çıkışı kaçırılırsa bütün programınız alt-üst olur ve bir gününüz boşa gider,belki de boşa giden bir gün,yaşamınız boyu unutamayacağınız gün olarak ta tarihe geçer.
683 kişiyle başlayıp 10 bin PKK’lının katılımıyla kitlesel bir eyleme dönüşen açlık grevleri ve BDP’li bir grup milletvekilinin de katılmasıyla, ülkenin içte ve dışta gündeminin belirler oldu.Açlık grevleri de 65.gününe girmişti ben yazıya başladığımda.Bir de Suriye iç savaşının sınırımızda hissedilmesi de ayrı bir korku ve panik içinde taşıyor.
İlginç bir ülkeyiz tersini söylemeyi muhalefet sayan,siyasetin de güzel söz söyleme sanat olduğunu sanıyoruz.
Türkiye dışarıda Suriye iç savaşıyla etrafı ateş çemberiyle sarılırken,içeride de Kürt sorununu arasında sıkışmış ve orta doğunun çeperinde boğulma tehlikesi geçiriyor.
Suriye sınırında olan Nusaybin,Akçakale,Ceylanpınar ve Yayladağ gibi ilçelerinde, savaşı ensemizde hissetmeye başladık ve bu ilçelerde okullar tatil ediliyor,esnaf kepen kapatıyor,göçle başladı ama bizim iktidar bir şey olmamış gibi hamaset yapmaya devam ediyor.
Başbakan bu sorunları çözmek için çaba sarf edeceği yerde, toplumun duygularına ve kinine yönelik konuşmalar yapıyor..İdam getirilse Kürt sorunu çözülecekmiş gibi inandırıcı olmayan konuşmalar yapıyor.
Bir de yüzde bir bile oy almamış marjinal bir partinin genel başkanı mal bulmuş mağrip gibi,kanal kanal dolaşıp canlı yayınlarda öyle ballandıra balandır anlatıyor ki;elinde bir ip bir de minyatür dar ağacı yok bu şahsın..sanırsınız ki tıpta yeni bir ilaç veya deney bulmuş ağrıları kesiyor,insan ömrünü uzatan bir mucize yaratmışçasına.Söylediği de evrensel hukuktan uzak,temel hak ve özgürlüklerle alakası olmayan bir insanlık suçunu anlatıyor. Başbakan Erdoğan da bu siyasetçinin görüşlerine önem veriyormuş.
Hiçbir toplum sorunlarını baskıyla,şiddetle çözemez..Eğer idamla sorunlar çözülseydi dünyayı padişahlar,diktatörler,krallar ve sultanlar yönetir demokrasi ,diye bir sistemle tanışmazdık..
Başbakan ilk beş yılda çevreyi merkeze taşıyarak devleti vatandaşın hizmetkarı yapmayı vaat etmiş,gereken desteği de gördüğü halde birden,söylediklerini ve vaatlerini bir tarafa bırakarak geçmişte devleti kutsayanların geleneksel siyasetine sarıldı.
Nasıl olsa bu devlet imkanları ve ekonomik gücü elimde,artık askeri bir darbe de olmaz,askerlerle anlaşıyorum,Genelkurmay Başkanı bana evinde iftar verdi,askeri okullara seçmeli kuran dersi de getirildiğine göre..AB biz bozar, var olan siyasi gücümle devlet gücümüm birleştirip yoluma devam edeyim..Ekonomi de bir sıkıntı olmazsa; toplumunda öyle demokrasi talebi de yok,diye böyle bir çıkmaz yola girdiğini görüyoruz.
Demokratikleşmeyi ve saydamlığınolmadığını belgeleyen rakamlar,rakamlar yalan söylemez.
İşte örtülü ödenek ve kamudaki araba sayısı bunu kanıtlıyor.
Devlet harcamalarında en büyük sır örtülü ödenekte yatıyor.Örtülü ödeneği harcama yetkisine sadece ve sadece Başbakanlar sahip.Nereye,ne kadar,neden harcadığına hiç kimseye yargıya ve Parlamentoya bilgi vermek zorunda değil.Örtülü ödeneği sadece Başbakan kullanıyor ve devrederken de Başbakana devrediyor,nereye harcandığını soramıyor.Örtüklü ödeneğin harcamalarının hiçbir şartı yok..Başbakanların harcamaları içinde kendilerini en özgür hissettikleri alan örtülü ödenek harcamalarıdır.Bu örtülü ödeneği bir kuyumcu titizliğiyle ortaya çıkartan CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneşe de teşekkür ederiz.
2005 yılında 85 milyon,2006’da 207 milyon,2007’de 262 milyon,2008’de 280 milyon,2009’da 341 milyon,2010’da 383 milyon,2011’de 391 milyon,2012 yılında ise 869 milyon.Bir yıl öncesi harcamayla bir yıl sonrasının arasında tam 478 milyon fark var,bu uçurum düşündürücü değil mi?Bu keyfi bir harcama olmadığına göre bu parayı nasıl denetleyeceğiz.Hukukun evresel ilkeleriyleyönetilen bir ülkede böylesi denetimsiz bir harcama olur mu?
Onun için Başbakan demokrasiyi bir tramvay görüyor..Demokratik yoldan iktidara gel, demokratik olmayan bir harcamanın keyfini sür..
Ya bir de devletin araba sayısına bakalım.
Japonya da devletin 10 bin arabası var,Almanya’nın 11 bin,İngiltere’nin 12 bin,Fransa’nın ise 9 bin.. Ya bizim devletin elindeki araba sayısı tam 290 bin.Dört gelişmiş zengin ülkenin araba sayısının iki katından fazla.Böyle bir devlet saltanatının olduğu yerde neden demokratikleşmeye Başbakan’ın yanaşmadığı anlaşılıyor.
Eğer Başbakan Erdoğan Suriye iç savaşıyla köprüden önce son çıkış sapağına geldiği,ve içte de Kürt sorunun altından kalkamazsa; bu ülkenin mevcut haritası,Orta Doğuda yeniden çizilen haritaya ilave edilecek gibi gözüküyor.
Başbakan bu konjonktürde ya ülkenin bölünmesinin altına imza atacak, ya da bütünlüğünü koruyacak;bundan kaçış yok..Her ikisi de Ak Parti hükümetinin izleyeceği politikaya bağlı.. Ülke içten ve dıştan fokur fokur kaynıyor.
Yorum Yap